Necdet Ronabar: “Karşılıksız Sevgiyle Oynadım”

RÖPORTAJI PODCAST OLARAK DİNLEMEK İÇİN: Spotify / YouTube

Salon Tribünü’nün sıradaki konuğu, Fenerbahçe altyapısında yetişen, uzun yıllar formasını giydiği kulübümüzde kaptanlığa kadar yükselen ve “Baba” lakabını kazanan Necdet Ronabar. Ekibimizden Erdi Tiran, aynı zamanda iyi bir tribün müdavimi olan Ronabar ile Fenerbahçe kariyerini ve bugünü konuştu.

• Necdet Ağabey, öncelikle “röportajımıza hoşgeldiniz” demek isteriz. Salon Tribünü ekibi olarak, talebimizi kabul ettiğiniz için sizlere teşekkür ederiz. 1956 yılında doğdunuz ve Fenerbahçe altyapısında basketbola başladınız. Çocukluk, gençlik yıllarınızı ve bu spora başlama hikayenizi bizlere anlatabilir misiniz?

Rica ediyorum. İlk önce bütün kardeşlerime sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sizin de yazdığınız gibi, beni keşfeden adam rahmetli Batur Abi’dir (Mehmet Baturalp). O zamanlar sadece yıldız ve genç takımları vardı. Minik takım ilk kurulduğu zaman, takımın ilk oyuncusuydum. O altyapıdan yetişen ender insanlardan birisiyim. Basketbol hikayem, Batur Abi ile başlamıştır. Ondan sonra da devam etti. Aynı anda futbol da oynuyordum, fakat daha sonra basketbolu tercih ettim. İyi ki de etmişim. Fenerbahçeli kardeşlerime, ağabeylerime elimden geldiğince layık olmaya çalıştım. Çok şükür ki en yüksek mertebeye kadar yükseldim. Yirmi iki sene basketbol oynadım, on yedi sene kaptanlık yaptım. Dünyanın en zengin ve en mutlu adamıyım, çünkü 113 yıllık tarihimizde “Baba” lakaplı tek sporcuyum. Beni bu onura layık gören bütün Fenerbahçeli arkadaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

• 1972-73 ve 1975-76 sezonlarında A Takım kadromuzda yer aldınız, daha sonraki süreçte Muhafızgücü formasını giydiniz, 1979 yılında da Efes Pilsen’e transfer oldunuz. Efes’te 1983 yılında şampiyonluk sevinci yaşadıktan sonra, aynı yaz Türk basketbolunun efsane antrenörlerinden Aydan Siyavuş’un koçluğunu yaptığı Fenerbahçe’ye geri döndünüz. Bu transfer nasıl gerçekleşti?

O transfer çok basit şekilde gerçekleşti: Ali Şen başkanımız beni aradı. “Neco, tekrar yatırım yapmaya başlıyoruz, çok güzel takım kuracağız, Aydan ağabeyin gelecek, Efe Aydan ve Aliço (Ali Limoncuoğlu) gelecek” dedi. Hiç karşılıksız, hemen ayrıldım ve yuvama geri döndüm. Bana yakın olan insanlar çok iyi bilirler, geri döndükten sonraki yedi senemde Fenerbahçe Kulübü’nden hiçbir şekilde menfaat elde etmedim, maaş almadım, karşılıksız sevgiyle oynadım. İyi ki de öyle yapmışım.

• İkinci döneminizde toplam 7 sezon formasını giydiğiniz Fenerbahçe’mizde Calvin Roberts, Efe Aydan, Ali Limoncuoğlu, Larry Richard, Pete Williams, Can Sonat gibi isimlerle birlikte oynadınız. Beraber oynamaktan ve takım arkadaşlığı yapmaktan en keyif aldığınız isim kimdi?

Vallahi, şimdi hepsi çok sevdiğim, çok değerli kardeşlerim. Ama şöyle söyleyeyim, öbür kardeşlerim alınmaz: Efe Aydan ve Ali Limoncuoğlu’nun bendeki yeri çok ayrıdır. Öbür kardeşlerim de sonsuz sevgi duyduğum, elimden geldiği kadar yardım ettiğim insanlardır. Zaten bunu dinliyorlarsa da alınmazlar. Üçümüzün arkadaşlığı bambaşkadır. Bu arada Larry, Pete ve Calvin, bize gelen en kaliteli -kalite derken insanlıktan bahsediyorum- oyunculardı. Çok büyük oyunculardı, çok büyük insanlardı. Ve bu takımlar da, takımdaşlığın ne olduğunun örneğidir. Herkes birbirini çok sever, saygı duyar, inanılmaz insanlardır. İyi ki hepsiyle beraber olmuşum, iyi ki onlara kaptanlık yaptım. Hepsi candır. Ayrıca şunu söyleyeyim: Pete Williams, Larry Richard ve Calvin Roberts ile Facebook’ta hala görüşüyoruz.

• Çubuklu forma altında oynadığınız en unutulmaz maçı hatırlıyor musunuz?

Çok büyük maçlar oynadık. 1985 yılında Galatasaray’a Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı çok acı şekilde kaybetmiştik. Benim her gece kabuslarıma giren bir maçtı, ta ki 1990 yılına kadar. 90 yılında “Şu Galatasaray karşımıza çıksın” diye Allah’ıma hep dua ediyordum. Ve Allah da çıkarttı. Lakin şunu bilin ki, o benim son maçımdı. Kupayı aldıktan sonra arkamda Güray Kanan, Cenk Renda, Cenk Gürsoy, İbrahim Kutluay vardı. Onlara yol açmak için basketbolu o gün bırakmaya karar verdim. İyi ki de bırakmışım. Hepsi bu ülkede birer değer oldular. Umarım yeni nesildeki ağabeyler de bu tür ağabeylikleri yapmayı öğrenirler.

• Kulübümüzde bulunduğunuz süre içerisinde saha dışında yaşadığınız en ilginç, unutulmaz olay neydi?

O kadar çok var ki, hangisini anlatayım… (gülüyor) Anlatmaya kalksam sabaha kadar sürer. Aziz Bey’in (Aziz Yıldırım) başkan olduğu ilk yıl. Kadın Basketbol Takımımız şampiyon olmuştu, fakat tüm medya Galatasaray’ı kucaklıyordu, “Fark olur” diyorlardı. Ama o gün sahaya Didem Akın diye bir kızcağız çıktı, yanlış hatırlamıyorsam on dokuz sayı attı ve o kupayı bize getirdi. Benim için çok değerli bir kupaydı, tabii Aziz Başkan’ın da ilk kupası olduğu için. O gün çok mutlu bir gündü, tabii ondan sonra voleybol takımlarıyla, basketbol takımlarıyla hep beraber Avrupa şampiyonlukları yaşadık. O kadar çok ki canım… Tahminime göre Aziz Başkan, başkanlığı sırasında 5800 tane kupa aldı. Benim de onların içinde olmam çok mutluluk verici. Her zaman söylediğim bir şey var, yine söyleyeyim: Ben efsane kaptan olabilirim, Baba Neco olabilirim, Yüksek Divan Kurulu üyesi olabilirim ama bütün kardeşlerim bilsin ki, ben Fenerbahçe’nin neferiyim.

• Play-off yarı finalinde veda ettiğimiz 1983-84 sezonuna olayların damgasını vurduğunu söylemek mümkün. 15 Ocak 1984’te oynanan Efes Pilsen maçında hakem Necip Kapanlı’nın bitime üç saniye kala verdiği hatalı karar sonucu tribünler sahaya inerek hakemi tartaklamıştı. Bu olayı hatırlıyorsanız anlatmanız mümkün müdür?

Tabii ki. O gün, çok acı bir gündü. Şöyle oldu: O maç Sergi Sarayı’ndaydı, tribün yıkıldı. Tribün yıkılınca çocuklar sahanın içine döküldü. Şu anda o olayı yaşıyorum. Polisler benim taraftarımı coplamaya başladı ve herkes sahadan kaçmaya başladı. Fakat ben elime geçirdiğim copla -kusura bakmayın arkadaşlar, bunu anlatacağım- birkaç tane icraat yaptım ve benim çocuklarımın üzerine yattım, “Hiçbirisini size vermem” diye. Oradaki emniyet amiri “Kaptan bırak, biz bunları alacağız” dedi. “Bırakmam kardeşim, o çocukları size teslim etmem” dedim. Ne oldu biliyor musun? Ertesi maça çıktığımızda o muhteşem tezahüratı yapmaya başladılar: “Baba Neco sen bizim her şeyimizsin”. İlk defa o gün bana “Baba” lakabını taktılar. Onun için o günü hiç unutamam. Bugüne kadar hep o kardeşlerime layık olmaya çalıştım.

1987-88 sezonu Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı. Ronabar 14 numaralı forması ile. (Kaynak: ayaktakileroturanlar.com)

• Fenerbahçe’de oynadığınız son yıl olan 1990-91 sezonunda Tofaş SAS’ı finalde devirerek ilk TBL, dördüncü Türkiye şampiyonluğumuzu kazanmıştık. Bu zafer size ve takıma neler hissettirmişti?

Bu şampiyonluk çok uzun yıllardan sonra gelince, hepimiz için mutluluk verici oldu. O zaman en güçlü takımlar Eczacıbaşı ve Tofaş’tı. Zaten hatırlarsanız o kupayı Antalya’da aldık, 2-2 olmuştu. Maçlar sadece İstanbul ve Bursa’da değil, her şehirde yapılıyordu. Isparta ve Antalya’da oynadık. Tabii ki çok mutlu olmuştuk, kardeşlerimize nice şampiyonluklar getirsin.

• Aktif basketbol yaşantınızın son maçı, 26 Eylül 1990’da Belçika’nın Pepinster takımına karşı oynadığımız Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası maçıydı. Fenerbahçe formasıyla çıktığınız bu jübile maçında neler hissetmiştiniz?

Dersini çok iyi çalışmışsın. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Necdet Ronabar olarak hep ilklere imza atmış bir insanım. Şimdiki insanlar jübile ile vedayı karıştırıyorlar. Jübile yapabilmek için, o zamanki kanunlara göre en az elli kez milli olmak lazımdı. Ben yanlış hatırlamıyorsam, çok şükür elli dört kez milli oldum. Federasyondan da bunun bilgisini istedim ama maalesef kayıtlarda yok. Yani Genç ve A Milli Takımlar olmak üzere, toplamda yüz elli altı kez milli oldum.

Federasyonumuz beni çok seviyordu. Avrupa’ya müracaat ettik, onlar böyle bir şey olamayacağını, yani bir EuroLeague maçında jübile olamayacağını söylediler. Sonra Osman Abi (Osman Solakoğlu, eski TBF Başkanı) çok ısrar edince sadece bir dakika oynamak şartıyla beni onurlandırdılar. O günü hiç unutmam. Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası maçında jübile yapan tek oyuncuyum. Bundan daha büyük bir onur olamaz.

Osman Erverdi Turnuvası şampiyonu Fenerbahçe, 27 Eylül 1987. Kaynak: twitter.com/FBTarihiOrg

• Basketbolu bırakmanızın ardından Fenerbahçe’den kopmadınız. Önce takımımızın yardımcı antrenörlüğünü, daha sonra da menajerliğini yaptınız. Şu anda da birçok branşta tribünlerde yer alan bir Fenerbahçe taraftarısınız. Fenerbahçe sizin için ne ifade ediyor, oynadığınız diğer kulüplere göre farkı neydi?

Fenerbahçe anlatılmaz, yaşanır. Sevgili başkan Aziz Yıldırım beni çok onurlandırmıştı: “Neco’cuğum, kulübümüzün senin gibi bir ağabeye ihtiyacı var, yalnızca basketbol değil, bütün branşlarda ağabeylik yap” dedi. Bana yakın olan insanlar zaten bilir. Bunu da araya sıkıştırayım: Ben bir günde dört maça gitmiş bir adamım. Ben Aziz Bey ile beraber son on beş – yirmi senemi komple kulübüme adadım. Daha doğrusu “kulübüme ve ülkeme” diyeyim, ülkeme haksızlık etmeyeyim. Ülkem için de, Fenerbahçe’m için de elimden gelen her şeyi yaptım. Çok büyük mutluluklar yaşadık. Tabii üzüntüler de yaşadık ama kendi adıma inanılmaz bir yirmi sene geçirdim. Çok mutluyum. İnşallah bayrağı devralan arkadaşlar da aynı başarıları devam ettirirler. Şunu da söyleyeyim: Allah bana sağlık ve güç verdiği müddetçe her zaman takımımın yanında olacağım, elimden geldiği kadar ağabeylik yapmaya devam edeceğim. Her şey Fenerbahçe’miz için.

• Sizin döneminizde İstanbul’da maçların oynandığı Spor ve Sergi Sarayı, 70’ler ve 80’leri yaşamış her basketbolseverin unutamadığı ve eksikliğini hissettiği bir salon. Spor Sergi, bir Fenerbahçe taraftarı ve oyuncusu olan siz için ne ifade ediyor?

Çok kısa bir cevap vereyim mi bu soruya? Basketbolun mabedidir orası! Çok güzel günlerimiz geçmiştir. İnanılmaz, harika bir yerdir. Şu anda bile duygulandım. O kırık camlarıyla, içeride uçan güvercinleriyle, içeride sigara içen arkadaşlarla inanılmaz günler yaşadık. Demin de söyledim: Orası anlatılmaz, yaşanır. Ben de onları yaşayan şanslı sporculardan biriyim. Şu anda bizim salonumuz (Ülker Spor ve Etkinlik Salonu) gibi bir salon sadece Amerika’da dört tane var, Avrupa’da hiç yok ama, yani… Spor Sergi bambaşka.

Necdet Ronabar, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özall’ın elinden alıyor. Kaynak: twitter.com/FBTarihiOrg

• Galatasaray ve Efes Pilsen’e karşı oynanan maçlar, her zaman gergin ve kıran kırana geçmiştir. Bu maçların siz, takım ve taraftar için önemi neydi?

Şimdiki kadar olmasa da, o zamanlarda da çok büyük bir dengesizlik vardı. Örneğin Efes Pilsen’de üç yabancı oynuyordu, Galatasaray’da üç yabancı oynuyordu, bizde bir tane oynuyordu. Mesela Calvin, Pete ve Larry’i sayabilirim. Biz tek yabancı ile oynuyorduk. Efe, ben, Aliço, Ahmet Sarı, Hakan Artış, Hasan (Hasan İbrahimoğlu), İbrahim (İbrahim Aygen) ve diğer genç kardeşlerimiz…

Hepimiz yenilgiyi hazmedemeyen, terimizi her maçta son damlasına kadar damlatan oyunculardık. Dolayısıyla bu, taraftarımıza da yansıyordu. Takımımıza çok inanıyorlardı. Biz, herhalde tribünle en çok bütünleşen takım olarak tarihe geçmişizdir. O zamanki abileriniz çok iyi hatırlarlar, bizi hiç yalnız bırakmazlardı. Hele o söylediğin iki takıma karşı olan maçlarda… Spor Sergi Sarayı’ndan Taksim’e kadar kuyruk olurdu. Orada inanılmaz maçlar oynadık. Bir kısmını kazandık, bir kısmını kaybettik ama dikkat edin, hiçbir maçta üç sayıdan fazla fark olmazdı.

• Sizin de bildiğiniz gibi, Fenerbahçe’miz 2000’li yıllarda basketbola büyük bir yatırım yaptı ve 2017 yılında EuroLeague kupasını kazandı. Bu süreci ve takımın bu sezonki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sevgili başkanımız Aziz Yıldırım amatör şubelere yatırım yapmaya karar verdikten sonra, her gün adım adım ilerledik. Murat Bey’e (Murat Ülker) de değinmeden geçemeyeceğim, sağ olsun, bize yaptıklarını hayatım boyunca unutmayacağım. Murat Bey ile birleştikten sonra, salonumuz olduktan sonra inanılmaz ivme kazandık. Yolumuz çok uzundu. Başkanın Obradović’i getirmesi ve onun tavsiyeleriyle gelen oyuncularla inanılmaz bir takım kuruldu. Salonumuzun güzelliği, taraftarımızın güzelliği… Başkanından, taraftarı, oyuncusu, malzemecisine kadar inanılmaz bütünleştik. O maçlar oynandığı zaman hepimizin kalbi aynı çarpıyordu. Neco ağabeyinizin “takım” dediği takım budur. Eğer tribünde, televizyon başında, sahada; başkan, Obradović, yardımcı hocalar, sağlıkçılar, hepimizin kalbi bir atıyorsa takım olmuşuzdur.

Ben 2016-2017’de, daha Real Madrid ile olan hazırlık maçımızda İspanya’da takımı seyrettim, yirmi beş fark ile yendik. İnsanlar sayfama girebilirlerse görebilirler, o gün ne yazmışım: “Arkadaşlar, bu sene bu iş bitecek, iddia ediyorum, bu takım şampiyon olacak!” dedim ve şampiyon olduk. Fenerbahçe’nin bana göre en büyük başarısıdır. Onun için Aziz Başkan’a, Murat Bey’e ve o gün emeği geçen herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Necdet Ronabar, Cenk Renda ve Can Sonat, 26 Şubat 2021. Kaynak: fenerbahce.org

• Son olarak, bu röportajı okuyan Fenerbahçelilere mesajınız nedir?

Fenerbahçelilerin hepsi candır, hepsini çok seviyorum. Hepsine sonsuz saygı duyuyorum. Sadece şunu söylüyorum: Lütfen Aziz Yıldırım’cılığı, Ali Koç’çuluğu bıraksınlar, Fenerbahçeli olsunlar, Fenerbahçe’me sahip çıksınlar. Başka Fenerbahçe yok. En büyük Fenerbahçe. Hepinizi çok seviyorum, var olun!

Necdet Ronabar: “Karşılıksız Sevgiyle Oynadım”” için bir yorum

  1. Tanıdığım en dürüst, en içten, en vicdanlı Adam gibi Adam… Sporcu kimliği elbette tartışılmaz. Efsane kaptanlığının yanısıra zekası, cesareti, sevgi dolu oluşu ve duyarlılığı ile örnek bir insan NECDET RONABAR

    Beğen

Yorum bırakın