Ataşehir’de 10 Yıl: Tribün Kültürüne Elveda

Fenerbahçe basketbolunun Avrupa’nın zirvesine çıkmasının en önemli mihenk taşlarından olan Ülker Spor ve Etkinlik Salonu, 10 yıl önce bugün, 25 Ocak 2012’de kapılarını taraftara açtı. Endüstriyelleşen sporun tribün kültürüne verdiği zararın en büyük örneklerinin yaşandığı salonumuz, bu yazıda derinlemesine inceleniyor.

Salon Tribünü ekibi olarak, bir arkadaşımızın iki sene önce salona ve basketbol tribünlerine dair yazdığı bir analizi, güncel haliyle sizlere sunuyoruz.

2012 Öncesinde Basketbol Tribünlerimiz

Paşabahçe ile Spor Sergi’de oynanan gergin bir maçtan gazete kupürü. Kaynak: twitter.com/kingsantillana

Fenerbahçe’mizin 2012 yılı öncesindeki basketbol tribünleri, her zaman istikrarlı bir doluluk oranına sahip olmasa da uzun yıllara dayanan bir geçmişe sahip. 70’li ve 80’li yıllarda, şimdiki Lütfi Kırdar Kongre Merkezi olan Spor ve Sergi Sarayı’nda Galatasaray ve Beşiktaş tribünlerine üstünlük kuran Fenerbahçe taraftarı, 90’larda desteğini yeni açılan Abdi İpekçi Spor Salonu’na sürdürdü. Takımımız her maç dolu tribünlere karşı oynamasa da Avrupa Kupası maçlarında, derbilerde ve Efes Pilsen, TOFAŞ gibi müessese takımlarına karşı oynanan maçlarda coşkulu bir atmosfer yaşanıyordu. 2000’lerin başında zaman zaman Caferağa, Haldun Alagaş gibi salonlarda oynayan Fenerbahçe, 2007 yılında Ülker Grubu’nun basketbol şubesine yaptığı yatırımla birlikte tamamen Abdi İpekçi’ye geçti.

2 Mart 1999, Fenerbahçe – Real Madrid, Abdi İpekçi Spor Salonu. Kaynak: kirmizikrampon.blogspot.com

Önceden kısa vadeli atılımlar haricinde nispeten mütevazı kadrolarla sahaya çıkan Fenerbahçe, Ülkerspor’la güçlerini birleştirerek hem iddialı kadrolar kurmaya başladı, hem de EuroLeague’de kalıcı bir takım haline geldi. 2006-2007 sezonundan bir tribün kesiti, bugün bile paylaşılan ve günümüzdeki atmosferle karşılaştırılan görüntüler arasında:

O sezon TBL’yi lider bitirmemiz ve Efes Pilsen’i finalde 4-0’la geçmemize rağmen koç Aydın Örs’ün sözleşmesinin feshedilmesi ve yerine Bogdan Tanjević’in getirilmesi, taraftarın büyük tepkisine sebep oldu. Bu dönemde kulüp binasına protesto yürüyüşü yapıldı, Kadıköy sokaklarına “Tanjevic istifa” yazıları yazıldı, tribünler boş kaldı. Öyle ki, 2007-2008 ve 2008-2009 sezonundaki birçok EuroLeague maçı yaklaşık 500-600 seyirciye oynandı ve lig yönetimi tarafından kulübe bu konuda bir uyarı yazısı gönderildi.

2010-11 sezonundan itibaren, o dönem yeni açılan Sinan Erdem Spor Salonu’na geçen takımımızda, özellikle EuroLeague maçlarında ve önemli lig maçlarında gözle görülür bir seyirci artışı yaşandı.

Sinan Erdem Spor Salonu’ndaki bir Galatasaray derbisinde Fenerbahçe tribünleri.

Bu sırada ana sponsor Ülker’in desteğiyle İstanbul’un öteki yakasında, Ataşehir’de 13.800 kişilik modern bir basketbol salonu inşa ediliyordu. Bir spor salonu ile alışveriş merkezinden oluşan ve “Fenerbahçe Ülker City” olarak planlanan salonun projesi, daha sonra yalnızca basketbol salonu ve 2.500 kişilik Metro Enerji Salonu olarak revize edildi. Mimarisi, tavanındaki 360°’lik dev skorbordu, tribünlerin sahaya yakınlığı, locaları, koltukların rahatlığı ve yeme içme alanlarıyla Amerika’daki salonları aratmayan Ülker Sports Arena, 25 Ocak 2012’de Armani Milano ile oynanan maçla kapılarını açtı. O dönem 3 Temmuz Kumpası nedeniyle cezaevinde bulunan eski başkan Aziz Yıldırım, ne yazık ki açılışa katılamadı.

Ataşehir’e Sancılı Geçiş

Spor Sergi, Abdi İpekçi ve Sinan Erdem gibi salonların ardından Fenerbahçe’nin sahip olduğu bu “arena”, çeşitli ulaşım problemlerine karşın taraftara tıpkı bir saray gibi gelmişti. Kimilerine olumlu, kimilerine ise olumsuz gözüken şey, taraftar gruplarının sahaya uzak ve etkisiz olan üst kata atılmış olmasıydı. Bu sorun, 2012-13 sezonunda başta Genç Fenerbahçeliler olmak üzere tribün gruplarının alt kat pota arkasında koltuksuz olarak ayrılan “taraftar tribünü”ne alınmasıyla çözüldü.

Kaynak: twitter.com/sensiblex

Bu uygulama, GFB’nin yönetimle karşı karşıya gelmesi ve Şükrü Saracoğlu’ndaki protestolar sonucunda sona erdirildi. Alt kat, Aziz Yıldırım’ın talimatıyla GFB’ye kapatıldı ve dönemin yönetimine yakınlığıyla bilinen Anadolu GFB ve Sabahlayan Tayfa gibi gruplara açıldı. Sezonun geri kalanı takımın EuroLeague Top 16 grubunu sonuncu bitirmesiyle; GFB ve Anadolu GFB arasındaki taşlı, sopalı, silahlı kavgayla ve yönetim aleyhindeki protestolarla tatsız geçti.

Kaynak: twitter.com/sensiblex

Aynı uygulamalar, Željko Obradović’in takımın başına getirildiği 2013-14 sezonunda da devam etti. Sezona damga vuran tribün olayı ise, GFB’nin Partizan ile oynanan maçta ele geçirdiği Anadolu GFB pankartını üst katta ters şekilde açmasıydı. Bu sırada dönemin yönetimiyle olan ilişkileri nedeniyle eleştirilen bir başka oluşum olan Fenerbahçeliler Derneği de, bench arkasındaki yerini koruyordu.

Kaynak: twitter.com/sensiblex

Bu durum, takımımızın EuroLeague play-off’larında Maccabi Tel Aviv’i 3-0’la süpürerek tarihinde ilk kez Final-Four’a kaldığı 2014-15 sezonunda da aynı şekilde devam etmişti. Tek fark, üst katta uygun fiyata kombine satılan bir öğrenci tribünü oluşturulması ve 1907 ÜNİFEB’in sezon boyunca bu bloklarda güzel bir tribün oluşturmasıydı. Ne var ki, üst katın alt katla ve sahayla olan kopukluğu sebebiyle gereken verim alınamıyordu. Sezon sonunda, üst katta Aziz Yıldırım yönetimine yapılan protestodan dolayı bu uygulama da sona erdi.

Fotoğraf: Tolga Ferhatoğlu

Obradović’in kurduğu sistemin iyice oturmaya başladığı, Fenerbahçe’nin EuroLeague’in zirvesine doğru tırmandığı ve Berlin’deki EuroLeague finalinde CSKA Moskova’ya karşı son topta kaybettiğimiz sezonda, alt katta hiçbir taraftar grubuna yer verilmedi. Kombine fiyatlarına %100’ün üzerine varan bir zam yapıldı. Alt kattaki 118 ve 119 numaralı bloklar, artık salonun yeni oluşmaya başlayan “elit” seyirci profilinindi. Yalnızca Anadolu GFB üst katın köşesindeki küçük bir bloğa alındı, ne var ki onların da salonu etkileyecek gücü yoktu. Salon oturup maç izlemekle yetinen bir profile kaldı ve atmosfer kan kaybetmeye başladı.

2016’daki play-off maçlarında yapılan, salonun tümünü kapsayan tek koreografi olan “Yes We Can” çalışması.

Tam bu noktada bir grup taraftar, o dönemin takım menajeri Ömer Onan’ın da desteğini alarak Real Madrid’le oynanacak play-off maçları için #SarıTribün adı altında bir organizasyon yaptı. Kulübün resmi hesaplarından herkese sarı renk giyme çağrısı yapıldı. Salonun çeşitli bloklarından ve futbol tribünlerinden birçok tribüncü bu maçlarda bir araya gelerek salonu rakip için adeta bir cehenneme çevirdi.

Sarı Tribün’lü Yıllar

2015-2016 sezonunda Ataşehir’i Real Madrid’e dar eden Sarı Tribün, ertesi sezon pota arkasındaki Blok 119’da kalıcı bir oluşum haline geldi. GFB, Grup CK, 1907 ÜNİFEB gibi birçok gruptan tribüncü ve münferit taraftarın destek verdiği, kararların ortak alındığı ve lideri bulunmayan bu oluşum, bir anda ilgi odağı haline geldi. Sahaya etki etmekte yetersiz kalan alt katı canlandıran, agresif bir performans gösteren, sezon boyu el emeği pankart ve bayraklarla salondaki tribünü ayakta tutan Sarı Tribün, sezon sonu Sinan Erdem’de yapılan ve ilk Euroleague kupamızı kaldırdığımız Final Four’da da başarılı performans sergiledi.

Ancak bu süreçte, dönemin tribün gruplarına karşı tutum sergileyen yönetimiyle zaman zaman anlaşmazlıklar yaşandı. Anadolu GFB üst katta olmasına rağmen, pankartı Sarı Tribün’ün bulunduğu pota arkasına asıldı, yapılan el emeği pankartlar ve diğer çalışmalar zaman zaman engellenmeye çalışıldı. Tribün yönetim tarafından her maç kamera kaydına alındı, taraftarlar adeta fişlendi. Kimi zaman salondaki bazı seyirciler ve tribün arasında çeşitli sebeplerle ufak çaplı gerginlikler yaşandı.

Sarı Tribün, tüm bu olumsuzluklara ve EuroLeague şampiyonluğunun salona gelen taraftarda yarattığı doymuşluk hissine rağmen hem söz konusu sezonda, hem de 2017-2018 sezonunda adından söz ettiren işler yapmaya devam etti. Fenerbahçe’mizde bir yandan Belgrad’daki EuroLeague finalinde Real Madrid’e kaybetmenin üzüntüsü, diğer yandan 3 Haziran 2018’deki olağan genel kurulda, şu an eleştirilerin hedefinde olan başkan Ali Koç’un 16092 oyla başkanlığa gelmesinin sevinci yaşanıyordu. Yeni başkan Ali Koç’un göreve gelir gelmez yaptığı ilk icraat, salonun üst katında Anadolu GFB’ye bedava biletle ayrılan bloğu öğrencilere indirimli fiyatla satışa sunmak oldu.

Kaynak: twitter.com/sensiblex

Fenerbahçe camiasının büyük bir coşkuyla başladığı sezon, Sarı Tribün ve tüm salon için maalesef kan kaybının başladığı dönem oldu. Eski yönetim sebebiyle futbol maçlarından uzak kalmış birçok kişi, salondaki kombinelerini yenilemeyerek stadyuma geri döndü. Blok 119 haricindeki seyirci profilinin tabiri caizse umursamaz ve etkisiz tavırları, insanların hevesini kaçıran bir diğer etkendi. Hem görselliği, hem de tribün performansını zayıflatan bu duruma rağmen, Zalgiris Kaunas ile oynanan play-off maçında bir grup gencin çabası ve sınırlı imkanlarla mütevazı bir koreografi yapıldı. Ek olarak, Anadolu Efes’le oynanan ve gergin geçen final serisinde 2009 yılında yaşanan doping skandalını hatırlatmak amacıyla “We have never forgotten 2009” (2009’u unutmadık) pankartı açıldı.

Bu sezona girilirken yönetimin kombine fiyatlarına yaptığı fahiş zam Sarı Tribün adına yayınlanan bir bildiriyle protesto edildi, ne var ki kulüpten hiçbir geri dönüş alınamadı. Sonuç olarak tribünün yaşadığı kan kaybı aynen devam etti.

Koronavirüs nedeniyle yarıda kalan, takımın başarısız bir performans sergilediği 2019-20 sezonunda, şu ana tribün performansının sönük olduğunu üzülerek söylemek mümkündü. 2016’da 80-100 kişiyle başlayan Sarı Tribün, bu sezonda 20-25 kişiye kadar inmiş durumdaydı, ayrıca tribünün tümünün tezahüratlara katıldığını söylemek güçtü. Tüm bunlara karşın özveri ve destekle büyük pankartlar açıldı ve takıma etkisi beklenenin altında olsa da, Obradović döneminin ilk antrenman ziyareti gerçekleştirildi.

Obradović Sonrası, Sessiz Bir Salon

(Yaklaşık iki sene önce, Nisan 2020’de yayımlanan bu yazının bundan sonraki kısmı, salonun şu anki durumuna dair güncel bilgileri içerecektir.)

2019-20 sezonu, Željko Obradović’in tartışmalı ve Ali Koç yönetiminin eleştirilmesine sebep olan ayrılığı ile, taraftar için üzücü şekilde tamamlanmıştı. Sarı Tribün’deki gençlerin bu olaya tepkisi, Haziran ayında yolların ayrılmasının ertesi gecesinde salonun önünde, başkan Ali Koç’un “Obradović’e yeni sözleşme” tezahüratını yapan taraftarlara “tamam” hareketi yapmasına atıfta bulunmak için açılan “Sözleşme tamam mıydı başkan?” pankartını açmak olmuştu.

Koronavirüs nedeniyle tüm karşılaşmaların seyircisiz oynandığı ve Igor Kokoškov yönetiminde, EuroLeague’i play-off aşamasında CSKA Moskova’ya elenerek tamamladığımız 2020-21 sezonunda salon, yalnızca EuroLeague maçlarında tribünlere alınabilen ve sahaya fazla etkisi olmayan yaklaşık 200 seyirciye ev sahipliği yaptı. Özellikle sezonun başlarında salona alınacak seyircilerin dışarıya kapalı bir şekilde belirlenmesi ve kulübün davetiye dağıtım politikası, birçok taraftarca eleştirilen bir konu oldu. Sonraki maçlarda kulübe e-posta gönderen taraftarların sıraya konularak içeri alınması, eleştirileri hafifletti.

İçinde bulunduğumuz ve Aleksandar Djordjević’in takımın başında bulunduğu 2021-22 sezonu öncesinde, pandemi tedbirlerinin hafifletilmesiyle taraftarların %50 kapasite, aşı olma şartı ve maske takma zorunluluğu ile salonlara alınması, yüzleri güldürdü. Hazırlık döneminde efsane başantrenörümüz Željko Obradović’in Partizan’ın başında, salonumuzda düzenlenen Istanball Cup hazırlık turnuvasında boş tribünlerin önüne çıkması, kan kaybının geldiği noktayı gösteriyordu.

Fotoğraf: fenerbahce.org

Kapasite sınırlaması nedeniyle kombine satışının yapılmadığı ve içeriye girişlerin yalnızca biletle sağlandığı sezon başında yüksek bilet fiyatları, şube yönetimindeki başarısızlıklar ve takımın kan kaybı, tribünlerin boş kalmasına sebep oldu. Öyle ki, UNICS Kazan ile oynadığımız EuroLeague maçı, yaklaşık 2000 taraftara oynandı.

Kombine satışları, tribünlerin %100 kapasiteye geçiş yaptığı sezon ortasında başlasa da, ne yazık ki salonda tribün kültürü namına bir şeyin kaldığını söylemek güç. 1907 ÜNİFEB, bazı maçlarda yaptıkları organizasyonlarla salona gelse de, ne yazık ki pota arkası tribünlerinde devamlılığı sağlayamadı. Senelerce salonun yükünü çeken Sarı Tribün ise, kan kaybına dayanamadı ve artık tamamen pes etmiş durumda. Salonun uzun süre ruhsuz olmakla eleştirdiğimiz kemik seyirci kitlesi bile, kombinelerin çeşitli sebeplerle yenilenmemesi sonucunda büyük oranda kan kaybetti ve yerlerini alışılagelmişin dışında, büyük oranda davetiyelerle salona giren bir seyirci kitlesine bıraktı.

Fotoğraf: fenerbahce.org

Bu sezonun tribün adına en üzücü anı ise, oynanan bir iç saha maçında anonsör Mertcan Bilici’nin tribünlere Amerikanvari bir şekilde “Defence” diye tempo tutturması olmuştu. Salona birkaç maçta getirilen bando ise, tribünlerden zaman zaman girilen bestelere engel olması nedeniyle gelen tepki üzerine tribünlerde yer almamaya başladı.

Ülker Sports Arena, siyasi baskı nedeniyle değiştirilen ismiyle Ülker Spor ve Etkinlik Salonu artık, belki de istendiği gibi, yalnızca NBA tarzı basketbol seyircisine ev sahipliği yapıyor.

Acı Veren Bir Atmosfer

Fenerbahçe’nin her zaman dolu olmasa da birçok kez coşkulu ve baskılı atmosferler yaratan basketbol tribünleri, salonun açılmasının ardından geçen 10 senede yerini adeta “ölü” bir seyirci profiline bırakmış durumda. Senelerdir eleştirilen bu vaziyet, belki de Fenerbahçe basketbolunun en büyük problemi haline geldi. Yönetimin birçok kez vurgu yaptığı “Halkın takımı” kavramıyla taban tabana zıtlık gösteren, Fenerbahçe’ye yakışmayan bu taraftar profiline biraz değinmek gerekiyor.

Salonun alt katında, ortalamanın üzerinde gelir seviyesi olan ve birçoğu Fenerbahçe maçlarını sosyal etkinlikten ibaret gören bir kitle mevcut. Bu kişiler zaman zaman “elit” olmakla, basketbolu bilmekle, “arabesk” takılmak yerine pozisyonlara aktif tepki vermekle övünse de, Fenerbahçe tribününün daha farklı bir taraftar kitlesine ihtiyaç duyduğu ortada.

Fotoğraf: fenerbahce.org

Bu kitlenin yol açtığı olumsuzluklara birçok örnek vermek mümkün:

  • Önemli pozisyonlar ve güzel hareketler haricinde yerlerinden kalkmamaları, kalkmak isteyenleri deyim yerindeyse azarlamaları,
  • Salonda tezahürat yapıldığı zaman katılmamaları, katılsalar da sadece alkışla eşlik ederek tezahüratın duyulmamasına sebep olmaları,
  • Tüm bunlara rağmen sponsor tarafından dağıtılan 5 TL’lik hediyeleri almak için birbirleriyle yarışmaları,
  • Kombinelerin Passo üzerinden kolayca devredilebilmesine rağmen birçok kişinin gelmedikleri maçlarda devir işlemi yapmayarak salonun boş kalmasına sebep olması
  • Özellikle belli bir kitlenin kaybedilen birçok maçta “trafiğe kalmamak, son otobüsü kaçırmamak” gibi gerekçelerle maç sonunu beklemeden salonu terk etmesi, bazılarının kendilerine tepki gösteren tribüne el kol hareketleriyle ve küfürlerle yanıt vermesi,
  • Tribün kültürüne uzak oldukları gibi, birçoğunun bu kültüre saygı duymaması. 2018-19 sezonunda Žalgiris Kaunas’la oynanan play-off maçlarında koreografi için dağıtılan kağıtların sosisli altlığı olarak kullanıldığına, sopalı bayrakların ve kullanılan havalı kornaların “rahatsızlık verdiği” gerekçesiyle şikayet edildiğine şahit olmuştuk.
  • Birçok maçta yapılan “sarı giy” çağrılarının umursanmaması, hatta Fenerbahçeliliği şüpheli kimi şahısların inadına kırmızı renk giyerek salona gelmesi,
  • Bazı kişilerin sanki sosyal veya kültürel bir etkinliğe gelmişçesine maç boyu telefonla oynaması, yanındaki kız arkadaşıyla ilgilenmesi, etrafındakilerle sohbet etmesi,
  • Maç günleri binbir emek ve özveriyle asılan pankartların üzerine montların asılmasıyla görselliğin baltalanması.
Maçın bitmesini beklemeden çıkanlara bir örnek.

Fenerbahçe taraftarı gibi davranmak yerine tıpkı NBA salonlarındaki seyirciler gibi davranan bu kitlenin oluşmasında önceki yönetimin, salon planlamasının, pahalı bilet fiyatlarının ve bu düzeni korumakta ısrar eden mevcut yönetimin çok büyük payı var. Fenerbahçe basketbol takımı 10 sene öncesinde cüzi rakamlara izlenebilirken, bugün dar gelirlilerin ve öğrencilerin alt katta maç izlemesi zorlaştı.

Ek olarak maç içi organizasyonlara ve anonslara dair bir konuya parantez açmak gerek: Özellikle coşkuyla girilen molalarda sponsorlar tarafından yüksek sesli anonslarla yapılan etkinlikler, atmosfere büyük zarar veriyor. Bu organizasyonların daha esnek ve tribünü göz önüne alacak şekilde planlanması, maç içinde taraftarı coşturmaya yönelik yapılan anonsların arttırılması gerek.

Yapımına emek verdiği koreografiyi üst kattan izlemek zorunda kalışını mizahi dille anlatan bir taraftar.

Bu ortamda özveri gösteren Sarı Tribün’e çıkarılan zorluklar, bu sezonda görülmüyor, zira ortada artık tribün kalmadı. Kapı önlerinde arama yapan bazı güvenlik görevlileri ve amirlerin taraftarlara “potansiyel suçlu” muamelesi yapması, 2017-2018 sezonundan itibaren alt kat-üst kat girişlerinin ayrılması, merdivenlere Berlin Duvarı’nı andıran engeller konulması, Sarı Tribün’e girmek isteyenlerin alt kata inişini engellemek için yangın merdivenlerine güvenlik görevlilerinin dizilmesi Fenerbahçe için utanç vericiydi. Ayrıca basketbol kültürünün bir parçası olan ve Euroleague’de birçok takımın tribünlerinde kullanılan havalı kornaların çeşitli gerekçelerle salona alınmaması, Fenerbahçe’mize sirayet eden yasakçı zihniyetin bir örneği niteliğindeydi.

Ne Yapılmalı?

Ülker Spor ve Etkinlik Salonu’ndaki atmosferi tamamen eskisi gibi yapmak mümkün olmasa da, yönetimin yapabileceği birkaç basit değişiklik büyük fark yaratacaktır:

  • Bilet ve kombine fiyatlarında, ekonomik fayda yerine taraftar desteği göz önünde bulundurulmalı. Yönetim, birçok oyuncunun maaşından daha düşük bir rakamı feda ederek fiyatlarda en az %50 indirim yapabilir. Coşkulu tribünler Fenerbahçe’nin marka değeri ve izlenilebilirliğine katkıda bulunacağı gibi, sponsorluk ve ürün gelirlerini de arttıracaktır.
  • Öğrencilerin salona girmesi kolaylaştırılabilir. Üst kattaki az sayıda koltuk yerine, alt katta bir öğrenci tribünü oluşturulabilir.
  • Sarı Tribün Fenerbahçe tribünleri için önemli ve özel bir topluluk olsa da, şu anda tamamen etkisiz bir durumda. Pota arkasındaki “taraftar tribünü” yeniden oluşturularak, çeşitli tribün gruplarından kişilere ve münferit taraftarlara uygun fiyatlara kombine kart satılmalı.
  • Tüm gruplara olabildiğince özgürlük tanınmalı. Kurallara aykırı olmayan tribün materyalleri, sudan sebeplerle reddedilmemeli.

Fenerbahçe basketbol tribünlerinin, dünyada endüstriyelleşen sporun da etkisiyle, belki de kaçınılmaz olarak seneler içinde yaşadığı değişimi, fanatik taraftarın “basketbol seyircisi”ne evrilmesini, salonda yaşanan zorlukları kendimizce anlatmaya çalıştık. Saydığımız tüm bu olumsuzluklara rağmen Ataşehir’de tribün kültürünü yaşatmak için senelerdir elinden geleni yapmış olan ağabeylerimize ve kardeşlerimize selam ediyoruz. “Sürç-ü lisan ettiysek affola” diyor, binlerce kişinin hep bir ağızdan bağırdığı gerçek bir tribün atmosferinde, “Spor Sergi, Caferağa, Abdi İpekçi ruhuyla” buluşmayı diliyoruz.

Ataşehir’de 10 Yıl: Tribün Kültürüne Elveda” için bir yorum

  1. harika bir yazı olmuş emeğinize sağlık. bu durum için artık öğrenciler mi gfb mi taraftar grupları mı kimse yönetimle konuşup pota arkalarının bir gruba verilmesi gerekiyor ve bilet fiyatlarının biraz daha indirime girmesi gerek.

    Beğen

Yorum bırakın