Salon Tribünü olarak, iki buçuk yıllık aranın ardından Fenerbahçe basketboluna iz bırakan eski oyuncularımızla yaptığımız röportajlara devam ediyoruz. 2005-2010 ve 2014-2015 yılları arasında formamızı giyen ve basketbolu geçtiğimiz günlerde bırakan milli basketbolcu Semih Erden, Fenerbahçe günlerini ve basketbol kariyerini ekibimizden Erdi Tiran ve Baran Arslan’a anlattı.
• Değerli Semih Bey, öncelikle merhaba. Salon Tribünü ekibi olarak, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederiz. 28 Temmuz 1986 tarihinde Bayrampaşa’da doğdunuz. Çocukluk ve gençlik yıllarınızı, basketbola başlama hikayenizi anlatabilir misiniz?

Basketbola Ülkerspor’da başladım, ağabeyimle beraber başladık. Yaklaşık dokuz buçuk yaşındaydım, Recep Türkoğlu sayesinde başladık basketbola, ondan sonra da hiç kopamadık, benim tüm hayatım oldu. Ondan sonra sırası ile Ülkerspor ve Darüşşafaka altyapı, tabii ki o arada milli takımlar, Genç Milli, Yıldız Milli, Ümit Milli… A Takım’a kadar serüvenim var, Darüşşafaka’dan sonraki ilk profesyonel hayatıma da Partizan takımında başladım.
• 2005-06 sezonu başında Fenerbahçe’mize transfer oldunuz. Bu ilk yılınızı bizlere anlatabilir misiniz?
Partizan’da, biliyorsun şampiyonluk yaşadım. Fenerbahçe’ye gelme serüvenim, aslında Aydın Örs’ün isteğiyle gerçekleşti. İyi ki de gerçekleşti. Çünkü Fenerbahçeli olduğum için kendi takımımda oynamanın heyecanı vardı. Güzel bir birliktelik oldu. 2005’te başlayan beş senelik süre zarfında hep Fenerbahçe’deydim, üç Lig şampiyonluğu, bir Türkiye kupası ve bir Cumhurbaşkanlığı kupası kazandım. Böyle bir hikayemiz var. Sonra da oradan NBA’e gittim.
Benim için dönüm noktalarından biri 2005-06 sezonuydu. Önümüzde Kaspars Kambala gibi çok deneyimli bir oyuncu vardı. Onun ayrılması ile, Aydın hocamızın bize verdiği süreler ve duyduğu güven sayesinde daha fazla oynamaya başladık. Bunun neticesinde de çok güzel işler yaptığımızı düşünüyorum. Tabii o sezon çok yoğun geçti ama dediğim gibi, gençlik yıllarımıza denk geldiği için o maçları çok ayrı oynadım, o sene çok büyük tecrübeler kazandım. Takım olgusu çok önemli bir detaydı, biz orada takım olmayı bildik. Bize genç olarak çok büyük bir sorumluluk yüklediler. Bu sorumluluğun da altından kalktık, çok şükür kupayı kaldırdık. Geriye dönüp baktığım zaman kendimle çok gurur duyuyorum ve mutluyum.
• 2006-07 sezonunda ve yüzüncü yılımızda çok değerli bir şampiyonluk kazandık. Bu şampiyonluğun sizin için anlamı nedir?
100. yılımızda, Fenerbahçe’mizin çok önemli bir senesinde şampiyon olmak, kupa kaldırmak herkese nasip olmaz. Bunun da mutluluğunu ve gururunu yaşıyorum. Hatta seninle az önce paylaştım, daha o sezonki tüm takım imzalı formamı yeni buldum. İnşallah evimin en güzel köşesine asacağım.
• 2006-07 sezonunun sonunda, efsane başantrenörümüz Aydın Örs ile yollarımız ayrılmıştı. Bu ayrılığı öğrendiğinizde neler hissetmiştiniz?
Aydın Hoca’nın ayrıldığını duyduğumda çok üzülmüştüm . Çünkü Aydın Hoca ile çok güzel bir sezon geçirmiştik, çok değerli bir sezon geçirmiştik. Kaspars Kambala’nın ceza aldığı bir süreç olmuştu, Aydın Ağabey, Oğuz Savaş ve bana güvendiğini gösterdi, bize ne kadar değer verdiğini gösterdi. O yüzden Aydın Hoca, bizim için çok değerliydi, tabii ki ayrıldığını duyduğumda çok üzülmüştüm.
• Bogdan Tanjević ile başladığımız 2007-08 sezonunu, TBL’de şampiyonlukla bitirmiştik. Bu sezon siz ve takım adına nasıldı?
2007-08 sezonu benim ve takım arkadaşlarım için gerçekten özel bir sezondu. Bogdan Tanjević gibi tecrübeli bir koçla çalışmak büyük bir şanstı. O sezon hem bireysel hem de takım olarak büyük bir gelişim kaydettik. Kadroda tecrübeli oyuncular vardı ama gençler olarak da çok sorumluluk aldık.
Sezon boyunca çok zorlu maçlar oynadık ama takım olarak çok iyi bir uyum yakaladık. Hem savunmada hem hücumda birbirimizi tamamlıyorduk. Final serisinde güçlü rakiplerimize karşı oynadık ama şampiyonluk kupasını kaldırmak tüm emeklerimizin karşılığıydı. Bu başarı benim için de çok önemliydi çünkü kariyerimdeki ilk büyük şampiyonluklardan biriydi. O sezon, basketbol kariyerimde bana büyük bir özgüven ve tecrübe kazandırdı.

• Yine aynı sezonda EuroLeague’de Montepaschi Siena ile play-off oynadık ve maalesef rakibimize 2-0 ile elendik. Bu seride sizce neleri doğru yapmalıydık?
Montepaschi Siena o dönem gerçekten çok güçlü bir takımdı. Fiziksel olarak sert oynayan, tempolu ve takım oyununu çok iyi oynayan bir ekipti. Biz de elimizden geleni yaptık ama bazı noktalarda eksik kaldık.
Bu seride en büyük sıkıntılarımızdan biri deplasmanda oynadığımız ilk maçtı. Siena gibi bir takıma karşı dış sahada hata yapma lüksünüz olmuyor. Tempolarına ayak uydurmak ve sertlik seviyemizi onlarla eşitlemek gerekiyordu. Hücumda bazen çok bireysel kaldık ve onların agresif savunmasına karşı yeterince iyi top paylaşımı yapamadık.
Özellikle ribaundlarda ve ikinci şans sayılarında daha iyi olmalıydık. Siena, ribaundlardan sonra çok hızlı hücuma çıkabilen bir takımdı ve bazı anlarda geriye koşmada aksadık. Savunmada ise adam değişmeli savunmalarda iletişimde eksiklikler yaşadık, bu da onlara kolay şut fırsatları verdi.
Eğer top kayıplarını daha aza indirip ribaundlarda daha etkili olabilseydik, seriyi 1-1 yapıp İstanbul’a avantajlı dönebilirdik. Ama ne olursa olsun, o sezon EuroLeague’de çeyrek finale kadar gelmek bizim için önemli bir deneyimdi ve bu seviyede oynamanın ne kadar yüksek konsantrasyon gerektirdiğini görmüş olduk.
• 2008-09 sezonunda EuroLeague’de başarısız bir sezon geçirmekle beraber, ligde ise tartışmalı geçen bir final serisinde rakibimiz Efes Pilsen’e 2-0 öne geçmemize rağmen seriyi ve şampiyonluğu kaybetmiştik, bu sezonla dair görüşünüz nedir?
2008-09 sezonu iniş çıkışlarla dolu bir sezon oldu. EuroLeague’de beklentileri karşılayamadık ama ligde iyi bir ritim yakalamıştık. Özellikle play-off döneminde çok formdaydık ve final serisinde Anadolu Efes’e karşı 2-0 öne geçmemiz, aslında ne kadar iyi bir takım olduğumuzu gösteriyordu. Ancak final serisinde bazı kırılma anları yaşadık. 2-0’dan sonra üçüncü maçta üstünlüğümüzü koruyamadık ve serinin momentumunu kaybettik. Anadolu Efes gibi tecrübeli bir takıma karşı oynarken böyle kritik anlarda hata yapma lüksünüz olmuyor. Onlar seride geri döndükçe bizde mental olarak biraz yıpranma oldu.
Ayrıca, serinin bazı anlarında hakem kararları da çok konuşuldu. Tartışmalı pozisyonlar ve maç içinde verilen bazı kararlar bizim konsantrasyonumuzu etkiledi. Ama sonuçta şampiyonluğu kaybetmemizin tek sebebi bu değildi. Kendi hatalarımız da vardı. 2-0’dan sonra seriyi koparamamamız, rakibin temposuna ayak uyduramamamız ve hücumda yeterince üretken olamamamız sonucu belirledi. Bu sezon benim için büyük bir tecrübeydi. Play-off atmosferini, bir final serisinin ne kadar kırılgan olabileceğini ve 2-0 önde olmanın hiçbir şey garanti etmediğini yaşayarak öğrendik. O kayıp, kariyerimde bana mental dayanıklılık anlamında çok şey kattı.

• 2009-10 sezonunun TBL final serisinde, bir önceki sezonda şampiyonluğu kaybettiğimiz Efes Pilsen ile karşılaştık ve 4-2 ile şampiyonluğa ulaştık. Özellikle 85-79 kazandığımız maçı, tribün ortamını ve bu sezonu bizlere anlatabilir misiniz?
2009-10 sezonu, bir önceki yılın rövanşı gibiydi. Finalde yine Anadolu Efes ile karşılaştık ve bu kez işi bitirmeyi bildik. Seriyi 4-2 kazanarak şampiyon olduk, bu da bizim için büyük bir motivasyon kaynağıydı.
Özellikle 85-79 kazandığımız maç unutulmazdı. Tribün atmosferi inanılmazdı, taraftarımızın desteği bize ekstra enerji verdi. O maçta takım olarak çok iyi oynadık, özellikle kritik anlarda soğukkanlı kaldık. Bu sezon benim için de çok özeldi çünkü hem bireysel hem de takım olarak çok olgunlaşmıştık. O şampiyonluk, emeğimizin karşılığını aldığımız bir zaferdi.
• Yine aynı sezonda, EuroLeague’de grupların son maçında dramatik bir şekilde Žalgiris Kaunas’a kaybettik ve Top 16’ya kalamadık. Bu maçta neler oldu?
Žalgiris Kaunas maçı bizim için tam anlamıyla bir hayal kırıklığıydı. Kazanırsak Top 16’ya kalacaktık ama son anlarda kontrolü kaybettik ve dramatik bir şekilde elendik. Maç boyunca iniş çıkışlar yaşadık, özellikle savunmada bazı kritik anlarda hata yaptık. Son çeyrekte rakibin geri dönüşüne engel olamadık ve hücumda yeterince iyi kararlar veremedik. O maçtan sonra takım olarak büyük bir üzüntü yaşadık çünkü EuroLeague’de daha ileri gitmek istiyorduk. Ama bu da bize, Avrupa’da her maçın ne kadar kritik olduğunu gösteren önemli bir ders oldu.
• 2010 yılına gelmisken A Milli Erkek Basketbol Takımımiz ile 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda tarihi bir ikinciliğimiz var. Bu başarıyı ve unutulmaz Sırbistan maçını, o son topta yaptığınız bloğu bizlere anlatabilir misiniz?
2010 Dünya Basketbol Şampiyonası, benim ve takım arkadaşlarım için unutulmaz bir turnuvaydı. Ülkemizde oynadığımız bu turnuvada inanılmaz bir atmosfer vardı ve her maçta taraftarımızın desteğini sonuna kadar hissettik. Finale kadar müthiş bir mücadele verdik ve tarihimizin en büyük başarılarından birini elde ettik. Sırbistan maçı ise tam anlamıyla bir efsaneydi. Son saniyeye kadar büyük bir çekişme vardı. Kerem Tunçeri’nin o efsane turnikesinden sonra ben de… O an tamamen içgüdüsel bir hareketti, sadece topu durdurmaya odaklanmıştım.
Finalde ABD’ye karşı elimizden geleni yaptık ama sonuçta gümüş madalya kazandık. O turnuva, Türk basketbolunun en büyük başarılarından biri olarak tarihe geçti ve benim için de unutulmaz bir deneyim oldu.

• Fenerbahçe’mizden ayrıldıktan sonra, NBA hikayeniz başladı, Boston Celtics ve Cleveland Cavaliers’ta forma giydiniz. NBA size neler kattı, ayrıca NBA ile Avrupa basketbolu arasındaki farklar neler?
NBA, benim için hem büyük bir hayal hem de çok önemli bir tecrübeydi. Boston Celtics ve Cleveland Cavaliers gibi köklü takımlarda oynama şansı buldum. Fiziksel olarak kendimi geliştirdim, oyunun hızına ve temposuna alışmaya çalıştım. NBA’de her gün en üst seviyede rekabet ediyorsunuz, bu da sizi hem mental hem de fiziksel olarak daha güçlü hale getiriyor.
NBA ile Avrupa basketbolu arasındaki en büyük fark, oyunun temposu ve fiziksel seviyesi. NBA’de bireysel yetenek ve atletizm ön planda, saha daha geniş ve oyun çok daha hızlı. Avrupa’da ise takım oyunu, set hücumları ve savunma organizasyonu daha önemli. NBA’deki tecrübem, Avrupa basketboluna döndüğümde bana büyük bir avantaj sağladı.
• NBA sonrası Anadolu Efes’te 2 sezon forma giydiniz, Anadolu Efes döneminiz nasıl geçti?
Anadolu Efes’te geçirdiğim iki sezon benim için inişli çıkışlı geçti. NBA’den döndükten sonra yeniden Avrupa basketboluna adapte olmaya çalıştım. Takım olarak zaman zaman iyi performanslar sergilesek de, istikrarlı bir şekilde hedeflediğimiz noktalara ulaşamadık.
Özellikle EuroLeague’de daha başarılı olmayı istiyorduk ama beklediğimiz sonuçları alamadık. Yine de Anadolu Efes’te forma giymek ve tecrübemi takıma yansıtmak benim için değerliydi. Hem bireysel olarak hem de takım içinde farklı roller üstlenerek gelişmeye devam ettim.

• Anadolu Efes döneminden sonra 2014-15 sezonunda ise yuvanıza geri döndünüz ve bu sezonda tarihimizde ilk kez EuroLeague’de Final-Four’a çıktık. Maccabi Tel-Aviv serisini, özellikle yıldızı olduğunuz ikinci maçı ve üçüncü maçtan sonra orada yaşananları bizlere anlatabilir misiniz?
2014-15 sezonu, Fenerbahçe için tarihi bir sezondu. EuroLeague’de Final-Four’a yükselmek, kulüp tarihinin en önemli başarılarından biriydi. Maccabi Tel-Aviv serisi çok zorlu geçti, özellikle ilk maçta biraz şanssızdık ama ikinci maçta müthiş bir geri dönüş yaparak seriyi dengeledik. O maçta gerçekten çok iyi oynadım, kritik anlarda takımımı taşıdım ve büyük bir moral kaynağı olduk.
Üçüncü maçtan sonra ise büyük bir sevinç yaşadık çünkü tarihi bir başarıya imza atarak Final-Four’a çıkmıştık. O atmosfer unutulmazdı, taraftarımızla birlikte büyük bir coşku vardı. Tüm takım, uzun yıllar sonra bu başarıyı elde etmenin verdiği gururu paylaştı. Ancak Final-Four’daki mücadelelerde beklentimizden daha iyi bir sonuç alamadık ama yine de bu başarı, bizim için çok kıymetli bir kilometre taşıydı.
• Final-Four’da kaybettiğimiz Real Madrid yarı finalinde neleri yapamamıştık?
Real Madrid yarı finali, bizim için büyük bir fırsattı ama maalesef istediğimiz gibi bir oyun sergileyemedik. Real Madrid çok deneyimli ve kaliteli bir takımdı, özellikle savunma ve hücumda çok düzenliydiler.
Maçın başından itibaren onların tempo oyununa ayak uydurmakta zorlandık. Hücumda çok top kaybı yaptık ve onların hızlı hücumlarına engel olamadık. Savunmada ise iletişim eksiklikleri yaşadık, özellikle dış şutlara karşı yeterince sert duramadık. Ayrıca, onların yıldız oyuncuları, özellikle Sergio Llull ve Rudy Fernandez, büyük anlarda fark yarattılar.
Final-Four gibi büyük bir organizasyonda bu tip hatalar çok pahalıya mal olabiliyor. Ancak o maç, bize EuroLeague’in ne kadar yüksek bir seviye olduğunu ve her detaya ne kadar dikkat edilmesi gerektiğini öğretti.

• Fenerbahçe basketbolunda dönüm noktaları yaratan efsane iki antrenörle, Aydın Örs ve Željko Obradović ile çalışmış bir oyuncusunuz. Bu iki isme, benzerliklerine ve farklılıklarına dair neler söylersiniz? Ve bu iki efsane isim sizlere neler kattı?
Aydın Örs ve Željko Obradović, Türk basketbolunun ve Fenerbahçe’nin tarihindeki en önemli antrenörlerden ikisi. Her ikisi de farklı stillere sahip olsa da, her biri takımın başarısı için benzersiz katkılar sundu.
Aydın Örs, genellikle daha sakin ve stratejik bir yaklaşımı olan bir koçtu. Savunma odaklı bir oyun anlayışı ve takım düzeni ön plandaydı. Onun döneminde disiplin, sabır ve doğru zamanlama çok önemliydi. Takım kimyasını çok iyi yönetirdi ve her oyuncuya rol vererek onları en iyi şekilde kullanırdı. Benden çok şey öğrendiğim dönemlerden biriydi, özellikle oyun disiplini ve mental dayanıklılık açısından.
Željko Obradović ise daha agresif, kazanma hırsıyla dolu bir koç. Onunla çalışmak, bir oyuncu olarak çok daha yüksek bir seviyeye çıkmanıza neden oluyordu. Her şeyin mükemmel olması gerektiği bir anlayışı vardı ve bu bizi sürekli zorladı. Oyuncunun fiziksel ve mental olarak en üst seviyede olmasını beklerdi. Bu yaklaşımıyla bana bireysel olarak çok şey kattı, özellikle büyük maçlarda soğukkanlı kalma ve liderlik özelliklerimi geliştirme konusunda.
Benzerlikleri ise her ikisinin de takımı çok iyi yöneten, organizasyonu güçlü antrenörler olmalarıydı. Farklılıkları ise Aydın Örs’ün daha sakin ve stratejik, Obradović’in ise daha duygusal ve motive edici bir yaklaşımı olmasıydı. Her ikisinden de öğrendiğim çok şey oldu ve her biri beni farklı yönlerden geliştirdi.
• Eski bir oyuncumuz olarak, Abdi İpekçi dönemindeki Fenerbahçe tribünlerini kendi gözünüzden bizlere anlatabilir misiniz?
Abdi İpekçi dönemi, Fenerbahçe tribünleri için efsanevi bir dönemdi. Taraftarın coşkusu ve desteği, maçları inanılmaz bir atmosfer haline getiriyordu. Her sayı, her blok büyük bir heyecanla karşılanıyordu. O ortamda oynamak, oyunculara büyük motivasyon sağlıyordu. Fenerbahçe taraftarları her zaman takımının arkasındaydı ve bu atmosfer, unutulmaz bir deneyim sundu.
• Fenerbahçe’mizde forma giydiğiniz süreçte, birçok değerli isimle sahada birlikte ter döktünüz. Beraber oynamaktan en çok keyif aldığınız isim kimdi?
Tüm isimler benim için çok değerli. Bu yüzden tek bir isim vermem doğru olmaz. “Hepsi” şıkkı (gülüyor).

• Fenerbahçe basketbolu sizin için ne ifade ediyor? Kulübümüzü diğer takımlara göre farklı kılan yanlar neler?
Fenerbahçe basketbolu, benim için her zaman çok özel bir yere sahipti. Hem kulübün tarihine hem de taraftarının desteğine olan bağlılık, beni her zaman motive etti. Fenerbahçe, sadece bir spor kulübü değil, bir aile gibi hissettiren bir yer. Sahada gösterdiğimiz her mücadele, taraftarlarımızla birlikte bir bütün oluyor ve bu da bizi daha güçlü kılıyor.
Fenerbahçe’yi diğer takımlardan farklı kılan en büyük özellik, kulübün her branşta sahip olduğu büyük vizyon ve tarihsel başarısıdır. Bu, sadece basketbol değil, futbol ve diğer spor dallarında da geçerlidir. Ayrıca, Fenerbahçe taraftarları her zaman takımın arkasında, bu da basketbolcunun sahada kendini daha güçlü hissetmesini sağlıyor. Fenerbahçe’nin kültürü, birlik ve beraberlik içinde olmak, her zaman en iyisini hedeflemek, diğer kulüplerden ayıran temel unsurlardan biri.
• Sizin de bildiğiniz gibi Fenerbahçe’miz, son yirmi yılda büyük bir atılım yaparak EuroLeague kupasını müzemize taşıdı ve Avrupa’nın devlerinden birisi haline geldi. 2018 sonrası takımımızın inişli çıkışlı dönemlerini ve bu sezonki sürecini, durumunu ve genel performansını nasıl görüyorsunuz?
Fenerbahçe, son yıllarda EuroLeague’de büyük bir atılım yaparak Avrupa’nın devlerinden biri haline geldi. 2018 sonrası inişli çıkışlı dönemler olsa da, takımın potansiyeli yüksek. Bu sezon, performansları zaman zaman dalgalansa da, yine de güçlü bir yapı ve yüksek hedefler var. Gelecek için umut verici bir durum söz konusu.
• Geçtiğimiz günlerde basketbolu bıraktığınızı açıkladınız, bundan sonraki kariyerinizde basketbolun içerisinde kalacak mısınız?
Evet, basketbolu bırakma kararı benim için zor bir süreçti, ama artık yeni bir döneme adım atıyorum. Basketbolu bırakmış olsam da, bu sporla iç içe kalmaya devam edeceğim. Basketbol her zaman hayatımın bir parçası olacak ve deneyimlerimi genç oyuncularla paylaşmak da benim için önemli.

• Son olarak, bu röportajı okuyan Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?
Fenerbahçe taraftarlarına söylemek istediğim en önemli şey, her zaman takımın yanında oldukları için onlara ne kadar teşekkür etsem azdır. Sizlerin desteği, sahada her zaman bizi daha güçlü kıldı. Zor zamanlarda bile tribünlerdeki coşkunuzu hissettik ve bu, bize çok büyük motivasyon sağladı. Fenerbahçe’nin bir parçası olmak benim için gurur kaynağıydı. Gelecek için umutluyum ve her zaman yanımızda olan sizlere minnettarım. Fenerbahçe’nin başarısı için her zaman birlikte olacağız.
• Bizlere vakit ayırdığınız için size çok teşekkür ederim Semih Ağabey, bize yaşattıklarınız, o güzel günler ve o güzel anılar için sağ olun, var olun.
Ben teşekkür ederim, gerçekten çok anlamlı bir konuşma oldu. Bütün bu güzel anılar ve yaşadığımız heyecanlar, siz değerli taraftarlarımız sayesinde daha da özel hale geldi. Fenerbahçe’nin bir parçası olmak, hayatımın en gurur verici dönemlerinden biriydi. Her zaman yanımda olduğunuz için size minnettarım. Sağ olun, var olun!
