Hüsnü Çakırgil: “Ben Üçlük Attığımda Taraftar Bir Başka Coşuyordu”

RÖPORTAJI PODCAST OLARAK DİNLEMEK İÇİN: Spotify / YouTube

Fenerbahçe basketbolunun efsaneleriyle yaptığımız röportajlarda sıradaki konuğumuz, 1990-1995 yılları arasında çubuklu formayı terleten ve mesafe tanımadan attığı üçlüklerle unutulmazlaşan Hüsnü Çakırgil. Eski milli basketbolcumuz, Salon Tribünü ekibinden Baran Arslan ve Erdi Tiran’ın sorularını içtenlikle cevapladı.

• Merhaba Hüsnü Ağabey, bizleri kırmadığınız ve röportaj talebimizi geri çevirmediğiniz için Salon Tribünü ekibi adına size teşekkür ederiz. 1965 doğumlu bir basketbolcu olarak, spora Adana’da hentbol oynayarak başlamıştınız. 18 gibi geç sayılabilecek bir yaşta, Güney Sanayi’nin antrenörlüğünü yapan Murat Didin tarafından keşfedildiniz ve kısa sürede A takıma yükseldiniz. Keşfedilmeniz nasıl gerçekleşti?

Merhaba, bu röportaj benim için büyük bir keyif ve zevk olacaktır. 1982 yılında Güney Sanayi hentbol takımı oyuncusuyken, antrenmanlar öncesi veya sonrasında kulüp başkanı ve diğer çalışanlarla keyfine tek pota basketbol oynardık. Yine bir antrenman sonrası tek pota maçımızı yaptık, daha sonra öğrendik ki oynadığımız kişilerden birisi de basketbol takımının antrenörü olan Murat Didin. İlk başta oynarken bunu bilmiyordum. Yine başka bir gün Güney Sanayi basketbol takımının antrenmanını izlerken Murat Didin beni sahaya çağırdı ve ısınma bölümüne katılmamı istedi. Sonrası hızlı şekilde ilerledi.

• Ailenizde profesyonel ve amatör olarak futbol, yüzme, sutopu gibi branşlarda spor yapmış birçok isim var. Sporcu bir aileden gelmeniz, spor yaşamınıza nasıl bir katkı sağladı?

Aslında soruya basketbol ve hentbolu da eklemek gerekir. Çünkü Suat ağabeyim basketbol ve su topu, Ferhat ağabeyim de hentbol oynardı, bunları profesyonel olarak da oynamışlardır. Nihat ağabeyim, rahmetli Ali amcam ve rahmetli amca oğlu Gültekin ağabeyim futbol; diğer amca oğullarım Haydar ve Zafer ağabeylerim de sutopu ve yüzmede birçok başarıya imza atmıştı. Dolayısıyla böyle bir aileden gelince, tabii bunu çok kimse bilmez, hentboldan önce altyapılarda 7 sene futbol oynamışlığım da vardır. Ondan sonra hentbol ve daha sonra basketbol… Sporun içinde doğup büyüdük diyebiliriz. Dolayısıyla daldan dala geçişler benim için biraz daha kolay oldu.

Hüsnü Çakırgil, Beslen formasıyla. (Kaynak: Hüsnü Çakırgil Arşivi)

• Hayatta olanlara Allah uzun ömür versin, aramızdan ayrılanların ise mekanı cennet olsun. 1984-86 yıllarında Yenişehir Hortaş’ta yıldızlaşmaya başladınız, 1986’da tüm takımla birlikte Gaziantep’teki Beslen takımına geçtiniz, 1989’da Nasaş’a transfer oldunuz, tüm bu süreçte yaşadığınız sakatlıklara rağmen oynadığınız takımlara büyük katkı verdiniz. 1990 yazında ise şampiyonluk hedefiyle bir kadro kuran Fenerbahçe’ye transfer oldunuz. Transfer süreci sizin için nasıl geçti?

Evet, oynadığım takımları saydınız. Nasaş’a kadar transferler gayet doğal olarak ilerledi. Nasaş’tan Fenerbahçe’ye transferim biraz sıkıntılı oldu. Benim açımdan değil ama Nasaş Kulübü açısından biraz sıkıntılı oldu. Kısaca anlatayım:

Nasaş’a ilk transfer olduğumda büyük beklentilerle gelmiştim. Sezon öncesi kamplar ve hazırlık maçları çok iyi gidiyordu. Sezonun ilk maçında Galatasaray ile oynuyorduk. Maça çok iyi başlamıştım ama sadece 7 dakika oynayabildim ve sakatlandım. O yedi dakika içerisinde 15-6 öndeydik, 13 sayıyı ben atmıştım. Hakikaten çok iyi oynuyordum ama oyun dışı kaldım. Ancak sezonun ikinci yarısının ikinci maçında sahalara dönebildim. Bu dönemde ilk dört için en büyük adaylardan biri olarak gösterilirken bir anda küme düşmeye aday bir takım olmuştuk. Ama ben döndükten sonra üst üste maçlar kazanarak play-off’u bir maçla kaçırdık. Dolayısıyla Nasaş’a bir borcum olduğunu düşündüm, önceki sene aldığım ücretle oynamaya hazır olduğumu yöneticilere bildirdim ve haber beklemeye başladım.

Bu arada Çukurova ve Fenerbahçe beni transfer etmek için birbiriyle yarışıyordu. Özellikle Çukurova Spor Kulübü, benim Nasaş’tan istediğim paranın üç katını nakit olarak ödemeyi kabul ettiğini defalarca bildirdi. Ama ben ilk sözümü Nasaş’a verdiğimi, o olmazsa Fenerbahçe’ye transfer olacağımı söyledim, Nasaş’tan hiçbir cevap alamadım ve Fenerbahçe’ye transfer oldum.

Hüsnü Çakırgil, ALBA Berlin’le oynanan maçta bir top kapma mücadelesinde. (Kaynak: Hüsnü Çakırgil Arşivi)

• Fenerbahçe’deki ilk yılınız olan 1990-91 sezonunun final serisinde Tofaş SAS’ı Antalya’da oynanan son maçta 3-2 ile geçmiştik ve uzun yıllar sonra ilk defa Türkiye Şampiyonu olmuştuk. Bu sezonda toplam 641 sayı üreterek “Play-off’un süperi” ödülünü kazanmıştınız. Siz ve takım için nasıl bir sezondu? Bu şampiyonluk ve hemen ardından gelen Cumhurbaşkanlığı Kupası şampiyonluğu size neler hissettirdi?

İlk önce şunu belirteyim: Fenerbahçe basketbol tarihinin -ligler kurulduktan sonra- ilk şampiyonluğuydu. Gönül verdiğiniz bir takıma transfer olup, ilk senede şampiyon olup, üstüne Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı alınca tabii ki mutluluktan uçuyorsunuz. Bir de Play-off’lar boyunca çok iyi performans gösterip “Play-off’un süper oyuncusu” oluyorsanız keyfinize keyif katılıyor ve müthiş bir mutlulukla tatile gidiliyor.

• 1990-1995 yılları arasında formasını giydiğiniz ve kaptanlığını yaptığınız Fenerbahçe’mizde Ali Limoncuoğlu, Larry Richard, İbrahim Kutluay, Altar Tunçkol, Conrad McRae gibi isimlerle birlikte oynadınız. Beraber oynamaktan en keyif aldığınız isim kimdi?

Bu isimlere Levent Topsakal ve Orhun Ene’yi de eklemek gerek. Rahmetli Conrad’ı saygıyla, sevgiyle anıyorum. İbrahim’le ancak bir sezon oynayabildim, çünkü artık benim son senemdi. Onun da ilk senesiydi. Bu oyuncular içerisinde Levent Topsakal ve Larry Richard ile oynamak ayrı bir keyifti.

• Çubuklu formayla oynadığınız en unutulmaz maçınız hangisiydi?

Kazanılan tüm maçlar benim için unutulmazdır ama Antalya’daki son maçın ayrı bir yeri vardır. Bir de Avrupa Kupası’nda Panionios’la İstanbul’da oynadığımız maç.

Panionios’a karşı oynanan maçta Hüsnü Çakırgil. (Kaynak: Hüsnü Çakırgil Arşivi)

• Kulübümüzde geçirdiğiniz beş sene boyunca saha dışında yaşanan, unutulmaz veya ilginç bir anınız var mı?

Anılar çok tabii, ama en ilginci 1990-91 sezonunda play-off’lar öncesi ligi birinci bitirmeyi uzak ara garantilemişken, İstanbul’daki bir maçta, rakibi tam hatırlamıyorum, kaybettik. Ertesi gün mahalledeki bakkaldan alışveriş yaparken bakkal bize hesap sormuştu: “Ya nasıl yenilirsiniz?”. “İşte böyle böyle, birincilik garantiydi, sakatlanmamak için çok sıkmadık, haftaya play-off’lar başlıyor” desek de anlatamamıştık. Bu anıyı hiç unutamam.

• Fenerbahçe’deki sezonlarınızda Türkiye Ligi’nin yanısıra Avrupa kupalarında da iyi bir grafik çizdik. 1992-93 ve 93-94 sezonlarında Koraç Kupası’nda çeyrek final grubuna, 1994-95 sezonunda ise Kupa Galipleri Kupası’nda yarı final grubuna yükselmiştik. Bu başarılara dair neler söylemek istersiniz?

Gönül isterdi ki daha çok başarı elde edelim ama o zamanki şartlar, özellikle bütçe olarak Avrupa takımlarıyla aramızda uçurumlar vardı. Ama biz yine de takım olarak hangi senede hangi takımla oynarsak oynayalım, bütün arkadaşlarımız olarak Fenerbahçe’mizi elimizden geldiğince iyi şekilde temsil etmeye çalıştık.

• 1992-93 sezonunda Beşiktaş’a 6 yıl sonra 83-78 yenilerek Türkiye Kupası’na veda etmiştik. Takımın maçtaki kötü performansının ardından Fenerbahçe Basketbol Şubesi Sorumlusu Mesut Dizdar; siz, Orhun Ene ve Ferhat Oktay’ı takımı baltalamakla suçlamıştı. Başkan Metin Aşık’ın araya girmesiyle sorun çözülmüştü. Olayın iç yüzünü bize anlatmanız mümkün müdür? 

Baltalamak gibi bir şey söz konusu değil. Madem soruyu sordunuz, bu bende çok uzun süredir gizli kalmıştı: Takım kaptanı olarak yaklaşık 6 aydır ödeme alamayan oyuncular adına gittim ve bu işin düzeltilmesi gerektiğini, gerekirse antrenmanlara çıkmayacağımızı, takım halinde karar aldığımızı söyledim. Bunu ben bildirmiştim, takım kaptanı olarak olay bana kaldı. Sahaya çıktığımızda da elimizden gelen her şeyi yaptığımıza inanıyorum. Belli ki moral bozukluğundan dolayı böyle bir sıkıntı oldu. Biz ama bunu daha sonra söyledik, bazı isimler bende kalsın ama biz ödeme alamazken bir sene sonra kurulacak olan Ülkerspor’a transfer olan bazı idarecilerimiz ve oyuncularımız ödemelerini oradan alıp oynuyordu. Bu ortaya çıkınca benim üzüntüm bir kat daha arttı. Ama dediğim gibi, ben sahaya çıktığımda kanımın son damlasına kadar savaşırım ve savaştım da.

Bir ekleme yapmak istiyorum: O sene için Fenerbahçe ile anlaştığım ücretin ancak yarısını alabilmiştim. Kalan yarısı hala kulüpte alacağım olarak duruyor. Bu konuda hiçbir adli işlem yapmadım. Bunu da herkes bilsin.

Efes Pilsen’e karşı oynanan bir maçtan. (Kaynak: Hüsnü Çakırgil Arşivi)

• Başta Fenerbahçeliler olmak üzere tüm basketbolseverlerin aklında mesafe tanımadan attığınız isabetli üçlüklerle yer etmiş bir oyuncusunuz. Yüksek üçlük yüzdenizin sırrı, antrenmanlarda bu atışları çok sık atmanız mıydı? Türkiye’de şu an forma giyen oyuncular arasında kendinizle kıyaslayabileceğiniz bir şutör var mı?

Tabii ki çalışmak, şut atmak. “Ben çok iyi şutörüm” diyerek çalışmazsan hiçbir şey olmaz. Çok çalışmak, mümkün olan her pozisyon ve şartta şut çalışmak, bunların yanında yetenek olması gerek. Ne kadar çok çalışırsanız çalışın, bir yere kadar gelirsiniz, yetenek olmazsa tıkanıp kalırsınız. Herkes üçlük atıyordu ama ben attığımda taraftar bir başka coşuyordu. Bu da taraftar ve benim aramda olan bir şeydi. Onlar coştukça ben daha çok atmaya çalışıyordum. Bu böyle gitti.

Bence şu an için kıyaslama yapmak doğru olmaz. Çünkü o zamanki basketbol farklı oynanıyordu, şimdiki basketbol farklı oynanıyor. Belki bugün oynasam farklı oynayacaktım, belki şu anki iyi oyuncular bizim dönemimizde oynasa farklı oynayacaktı. Dolayısıyla bir kıyaslamak yapmak istemem.

• Günümüzde Avrupa ve NBA’de beğendiğiniz şutörler kimlerdir?

NBA’de Stephen Curry, Avrupa’da da Real Madrid’de oynayan Jaycee Carroll.

• 1997 yılında aktif sporculuğu Beşiktaş’ta bırakmanızın ardından basketbola ve hayatınıza dair neler yaptığınızı bizlere anlatmanız mümkün müdür?

Tabii ki. Basketboldan kopma şansımız yok, çeşitli kulüplerde çalıştım. Bunların içinde en uzun süre olanı Fenerbahçe’ydi, altyapı ve A takımlar seviyesinde antrenörlük yaptım. Şu anda da İzmir’de bir basketbol okulum var. Talep geldiği sürece, genç sporculara ara ara birebir özel dersler vermekteyim.

Çakırgil’in idarecilik yıllarından: Reha Öz, Ermal Kuqo ve Mustafa Abi ile. (Kaynak: Hüsnü Çakırgil Arşivi)

• Fenerbahçe’miz, sizin döneminizde maçlarını Spor ve Sergi Sarayı ile yeni açılan Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynuyordu. Özellikle Spor Sergi, basketbolla ilgilenen herkesin özlemle andığı bir salon. Bizler de o günlere ışık tutma uğraşı içerisindeyiz. O dönemin tribün atmosferini sporcu gözüyle tarif edebilir misiniz? Bugünkü tribünlerle aradaki farklar nelerdi? Ayrıca sizin taraftarla ilişkiniz nasıldı?

Avrupa’da, Amerika’da ve birçok şehrimizde bulunan spor salonlarında maçlar oynadım. Hiçbirisi Spor ve Sergi Sarayı’nın yerini tutamaz. Çünkü biz orada oynarken, topu kenardan oyuna sokarken veya çizgi tarafında hücum ederken sanki taraftarla yan yanaydık. Onlar senin kulağına fısıldar gibi destek veriyordu. Müthiş bir atmosfer yaratıyorlardı, sanki uzansalar topa müdahale edecek gibilerdi. Müthiş bir salondu. Seyirci daima maçın içindeydi, inanılmaz bir destek vardı.

Önceki sorularda da belirttim: Taraftarla ilişkilerim hem oynarken, hem de bıraktıktan sonra her zaman iyi olmuştur. Bıraktıktan sonra bile, beni yolda gördüklerinde takımın durumu hakkında serzenişte bulunanlar oluyor. Özellikle bu sezon takım EuroLeague’de kötü giderken “Ne olacak bu takımın hali?” diye soruyorlardı.

• Efes Pilsen ve Galatasaray’a karşı oynanan maçların takım ve taraftar için önemi neydi?

Oynadığımız dönemden cevap verebilirim: Galatasaray derbileri nerede, hangi şartlarda, hangi branşta oynanırsa oynansın, Fenerbahçe için ayrı bir yere sahiptir. Efes Pilsen’e gelirsek, onlar bizim son 2-3 senemizde ortaya çıkmaya başladı. Şu an için çok büyük bir derbi olarak devam ediyor ve en büyük rakip durumunda.

• Sizin dönemlerinizde tribünde bulunmuş büyüklerimizle konuşurken Hüsnü Çakırgil ismi geçtiğinde, hepsinin yüzünde tebessüm oluşuyor. Kariyeriniz boyunca Güney Sanayi, Hortaş Yenişehir, Beslen, Nasaş gibi takımlarda ve Fenerbahçe, Beşiktaş gibi büyük camialarda basketbol oynadınız. Fenerbahçe’yi diğer kulüplerden ayıran, sizin için özel kılan şey ne idi?

Birincisi ve en önemlisi, Fenerbahçe sonuçta benim gönül verdiğim ve taraftarı olduğum kulüp. Fenerbahçe adına oynamak çok heyecan vericiydi. Ama “İnsanın doyduğu yer evidir” derler, başka takımlarla oynarken de sahaya çıktığımda bütün enerjimi ve gücümü ortaya koyarak, elimden geldiğince formanın hakkını vermeye çalıştım. Tabii ki Fenerbahçe’de oynamak, başta da belirttiğim gibi müthiş bir heyecan veriyordu.

1990-91 sezonundaki bir PTT maçında burnu kırılan Çakırgil, Doğan Hakyemez’in kolunda kenara geliyor. (Kaynak: Hüsnü Çakırgil Arşivi)

• Fenerbahçe’miz, 2000’li yıllarda büyük bir atağa geçti, 2017 yılında EuroLeague kupasını müzesine götürdü ve Türk basketbolunda lokomotif kulüp haline geldi. Söz konusu süreci ve takımın bu sezonki durumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Söylediğiniz gibi, 2000’den itibaren müthiş bir planlama ve yatırım yapıldı. Bunun sonucunda da, tarihte ilk defa bir EuroLeague şampiyonluğu geldi. Ama bana göre bazı dış etkenler ve sakatlıklar, kazanılabilecek bir iki kupayı daha engelledi. Burada ufak bir sitemde bulunmak istiyorum: 2000 yılından beri basketbola ciddi bir yatırım yapan bir kulüp olarak maalesef İbrahim Kutluay’dan başka bir yerli oyuncu yetiştiremedik. Genelde yabancı oyunculara yatırım yapılıyor, buradan NBA’e bayağı bir oyuncu gönderdiğimiz herkes tarafından bilinen bir durum. Dolayısıyla bir Türk oyuncu ve bir Fenerbahçeli olarak, İbrahim Kutluay’dan sonra başka yerli oyuncular yetiştirmek gerekirdi diye düşünüyorum.

Bu seneki takım tamamen yeni bir oluşum içerisinde. Yeni bir koç, yeni oyuncular… Dolayısıyla başta birbirlerini tanıyana kadar, daha doğrusu takım olana kadar bayağı bir zorluk çektiler. Herkes birbirine yeni yeni alıştı ve iyi bir takım oldu diye düşünüyorum. Zaten ardı ardına iyi maçlar çıkarmaya başladılar.

• İlerleyen zamanlarda daha iyi bir takım olmak dileğiyle. Son olarak, bu röportajı okuyan ve dinleyen biz Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?

Fenerbahçe taraftarına söyleyeceğim tek şey var: Hep destek tam destek. İyi günde, kötü günde, hangi takım olursa olsun, hangi branş olursa olsun, işler her zaman çok iyi gitmez, zaman zaman kötü dönemler olabilir. Önemli olan bu kötü dönemlerde takımlarımızı tamamen desteklemek. Teşekkür ediyorum.

• Salon Tribünü ekibi adına size tekrar teşekkür ederiz, sevgi ve saygılarımızı sunarız Hüsnü Ağabey. “Her zaman, her yerde en büyük Fenerbahçe”.

Yorum bırakın