Larry Richard: “Türkiye’nin En Büyük Takımında Oynamayı Es Geçemezdim”

Click for the English version of the interview.

Türkiye’de geçirdiği uzun yıllar ve Fenerbahçe’de geçirdiği üç sezonda lige damgasını vurdu, pota altında rakiplere göz açtırmadı; mücadelesi, karakteri ve sıcakkanlılığıyla Fenerbahçe tribünlerinin sevgilisi oldu. 1989-1992 yılları arasında çubuklu formayı terleterek unutulmazlar arasına giren Larry Richard, Salon Tribünü ekibinden Baran Arslan ve Erdi Tiran’ın sıradaki konuğu oldu. (Çeviri: Osman Talha Sümer)

Sayın Richard, öncelikle hoşgeldiniz. “Salon Tribünü” ekibi olarak röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. 1965 yılında California’da doğdunuz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Basketbola başlamanız nasıl gerçekleşti?

Okula gittiğimizden, notlarımızı yüksek tuttuğumuzdan ve başımızın belaya girmediğinden emin olan, iyi ve çalışkan ebeveynlerim vardı. Annem de babam da Mississippili fakat ben Los Angeles, California’da doğdum ve burada her zaman spor yapmayı seven çocuklarla beraber yaşadım. Amerikan futbolu ve basketbol oynardık ve bu ikisi bizim favori sporlarımızdı. Evimizde bir basketbol sahası vardı, bu nedenle tüm arkadaşlarım basketbol oynamak için hep bize gelirdi. 

• Kolej yıllarınızı 1985’ten 1987’ye kadar Texas Christian Üniversitesi’nde geçirdiniz, 1987’deki NBA Draft’ında aradığınızı bulamadınız. Buradan sonraki özel hikayeyi ise Yiğiter Uluğ, 2003 yılındaki bir yazısında belirtmişti: Avrupa’nın birçok yerinden basketbol adamları Loyola Marymount Üniversitesi’nin bahçesinde düzenlenen etkinlikte kendileri için uygun oyuncu arıyordu. Katılacak oyuncuların 150 dolar vermesi isteniyordu ve maalesef yeterli paranız yoktu, neyse ki o etkinlikte Fenerbahçe ile anlaşacak olan yakın arkadaşınız Pete Williams size yardım etmişti. Siz de Eczacıbaşı yöneticileri ile anlaşmaya vararak Türkiye’nin yolunu tutmuştunuz. Bu anıyı bir de sizin açınızdan dinlemek isteriz.

Texas Christian Üniversitesi’nde iki yıl forma giydim. Bu iki sezonda da takımımız çok iyiydi. Her maçta forma giydim ve ilk beşte başladım. Oradaki koçlarım benden sadece ribaund almamı ve savunma yapmamı istiyorlardı, ben de bunu layığıyla yerine getiriyordum. Texas’ta iyi oynuyordum fakat çok daha iyisini yapabileceğimi de biliyordum. Hücum planımız genelde topu gardlarımıza getirip onların şut atmalarını sağlamak üzerineydi. Ben daha çok boş kaldığımda şutu ve sayıyı düşünüyordum. Daha çok dış şut tercih ediyordum ve tabi ki ribaundlara odaklanıyordum.

O zamanlar Pete ve ben çok yakın arkadaştık. Yazları birlikte çalışırdık. Pete o zaman Denver Nuggets’ta forma giyiyordu. Texas’taki son sezonumun ardından yazın yine bir araya geldik ve çalışmaya başladık. NBA Draft’ında seçilmemiştim, bu yüzden Pete birlikte NBA Yaz Ligi’nde oynamayı önerdi. Orada oynayabilmek için yeterli param yoktu ve ailemden de para almak istemedim, bu nedenle Pete benim yerime gerekli miktarı ödeyebileceğini söyledi. Biraz şaşırmıştım çünkü birisinden borç almayı çok seven bir insan değilim. Ona parayı geri ödemek şartıyla teklifini kabul ettim ve en nihayetinde ödedim de. NBA Yaz Ligi’nde aynı takımda oynadık. İlk maçta Pete herkesi öldürdü adeta. Bloklar, herkesin üzerinden smaçlar, ribaundlar… Maçtan sonra Fenerbahçe koçu ve idari menajeri, Pete ile görüşmek istediler. Dodo (Doğan Hakyemez), koç Rıza Erverdi ve Halil Abi (Halil Dağlı) oradaydılar. Pete’i Türkiye’ye götürmekte ısrarcıydılar. Pete bana dedi ki, “İlgilendikleri oyuncular listesinde benden sonra sen varsın.”. Pete o zamanlar her takımda iki Amerikalı oyuncu olabileceğini düşünüyordu, ancak sadece bir tane vardı.

Bir hafta sonra Nur Gencer, Nuri Tan ile birlikte yaz ligindeydi. Nur Gencer Eczacıbaşı’nın menajeriydi. Benim oyun stilimi beğenmişti ancak Türkiye’de oynayabilecek kadar iyi olduğumdan emin değildi. Bir takım şüpheleri vardı, çünkü tecrübesiz bir oyuncuydum ve onun takımı da çok gençti. Bana güvendi ve bir şans verdi, bu nedenle ona her zaman minnettar olacağım. Türkiye’ye gittiğimde elimden gelenin en iyisini yapacağımı biliyordum. 

Kaynak: Fast Break Dergisi. Fotoğrafı bizlere ulaştıran twitter.com/TurnerFB9’a teşekkür ederiz.

• Eczacıbaşı’nda geçirdiğiniz iki sezonda bir Türkiye Ligi şampiyonluğu yaşadınız ve sezonun en iyi yabancısı olarak, 1989 yılında güçlü bir kadro kuran Fenerbahçe’ye transfer oldunuz. Kulübümüze transfer hikayeniz ve geldiğinizdeki beklentileriniz nasıldı?

Eczacıbaşı ile iki kez üst üste şampiyon olacak kadar şanslıydık diyebilirim. Pete, adını söylemek istemediğim diğer takıma gitmişti 🙂 (Galatasaray’dan bahsediyor) Eczacıbaşı ile çok iyi bir takım olma şansımız vardı. Takımda bir Amerikalı daha olsa, çok daha iyi bir gelişim gösterip Avrupa’da büyük başarılar elde edebilirdik. Ancak o dönemlerde Avrupa’da Türk takımlarından beklentiler düşüktü ve çoğu Türk takımı sadece Türkiye Ligi’nde başarıya odaklanmıştı.

Fenerbahçe’ye transfer oldum. Dürüst olmak gerekirse takımımızdan beklentiler çok yüksek değildi. Pete Williams gibi çok iyi ve taraftarlarca da çok sevilen bir oyuncuyu kaybetmişlerdi. Taraftarlar onu gerçekten çok seviyordu. Evet, Türkiye’den beni isteyen başka takımlar da vardı ama bu taraftarlar ve Türkiye’nin en büyük takımı için oynamanın getireceği meydan okumayı es geçemezdim. Bu nedenle Fenerbahçe’de oynamayı tercih ettim.

• Fenerbahçe’deki ilk sezonunuzda normal sezonu lider bitirdik, play-off yarı finalinde havlu attık ama Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı tarihimizde ilk defa kazandık. Siz ve takım için nasıl bir sezondu?

Dediğim gibi, takım Pete ve Erman Kunter gibi önemli oyuncuları kaybetmişti ve başarılı olmamız beklenmiyordu. Ama herkesin unuttuğu bir şey vardı: Erman ve Pete gibi yeteneklerimiz olmasa da yüreğimiz ve mücadelemiz vardı! Takım içinde herkes birbirini çok seviyordu ve kazanmak istiyordu. İlk yılımda ligde şampiyon olamadık ancak Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazandık. Bir sonraki sezon Hüsnü Çakırgil ve Levent Topsakal takıma katıldılar ve yine oyundan keyif alan bir takımdık. Kimse o takım ile şampiyon olabileceğimize inanmıyordu çünkü takımdaki herkese yetecek kadar top olmadığını söylüyorlardı. Fakat biz bir takımdık ve birlikte oynamayı benimsemiştik. Fenerbahçe ile şampiyon olmak harikaydı.

Larry Richard, Karşıyaka’dan Mitch Smith’e karşı. Kaynak: twitter.com/sporsergi

• 1990-91 sezonunda ise Fenerbahçe’nin ilk lig, dördüncü Türkiye şampiyonluğunun kazanılmasındaki en büyük pay sahiplerinden biriydiniz. Final serisinin Antalya’daki son maçına iki gün kala kendinizi kötü hissetmeye başlamıştınız ve tedaviler sonucu sahaya çıkabilmiştiniz. O maç ve kazanılan şampiyonluk, sizin için ne ifade ediyor?

Taraftarlar muazzamdı. Bu hiçbir zaman unutamayacağım bir şey. Şampiyon olmak kolay değildi. Uzun bir sezondu ve şampiyonluk beklentisi olduğundan oldukça stresliydi de tabi ki. Ancak her şeye rağmen başarmıştık! Muhteşem bir takım başarısıydı bu. Çetin Yılmaz gibi genç ama çok iyi bir koçumuz ve Dodo gibi bir idari menajerimiz vardı. Fenerbahçe’nin şampiyon olan ilk oyuncularından biri olmak benim için çok özeldir.

• Fenerbahçe’de üç sezon boyunca Ali Limoncuoğlu (Aliço), Levent Topsakal, Hüsnü Çakırgil, Can Sonat, İbrahim Kutluay gibi oyuncularla aynı takımda oynadınız. Beraber oynamaktan en keyif aldığınız oyuncu kimdi? Takım arkadaşlarınızla ve koç Çetin Yılmaz ile ilişkileriniz nasıldı?

Tüm takım arkadaşlarımı çok seviyordum, hepsiyle çok yakındım. Aliço, Baba Necdet (Necdet Ronabar), Can Sonat, Levent, Hüsnü, Ferhat (Ferhat Oktay), Hakan (Hakan Artış), Serdar (Serdar Susmuş), Fatih (Fatih Özal), Güray (Güray Kanan), İbo (İbrahim Kutluay)… Harika günlerdi!

• Türk basketbol tarihinde iyi bir pivot olmanızın yanı sıra, tek elle attığınız serbest atışlarla yer etmiş bir oyuncusunuz. Bu sıradışı stili benimsemenizin sebebi neydi?

Serbest atışlarımla ilgili soru… Şöyle ki, Fenerbahçe’ye geldiğimde pozisyonumu değiştirmek zorundaydım. Eczacıbaşı’nda daha çok forvet pozisyonunda oynuyordum. Top sürerek potaya giderdim, dışarıdan şut atardım ve içeriden de sayı üretirdim. Fenerbahçe’ye geldiğimde sadece pivot olarak oynadım. O zamanlar pivot oynamak için fiziksel olarak yeterince güçlü değildim çünkü kariyerimde hiç pivot oynamak zorunda kalmamıştım. Bu nedenle ağırlık çalışmalarına başladım.

Savunmada ve hücumda daha güçlü olabilmek için haftanın beş günü ağırlık çalışıyordum. Bir süre sonra, omuzumdan sorunlar yaşamaya başladım. Bu sorun nedeniyle de serbest atışlarımı farklı bir tarzda kullanmaya başladım. Efes Pilsen’e gittim ve omuzum daha da kötüleşti. Omuzumdan birkaç ameliyat geçirdim ancak hiçbir iyileşme olmadı, bu nedenle de basketbolu bırakma kararı aldım. Harika bir kariyerim vardı ve birçok yeni arkadaş da edindim bu sayede. Her şey buna değerdi diyebilirim.

Kaynak: Fast Break Dergisi. Fotoğrafı bizlere ulaştıran twitter.com/TurnerFB9’a teşekkür ederiz.

• Renkli bir kişilik olarak, Türkiye’de geçirdiğiniz yıllarda ülkemizle sıkı bağlar kurdunuz. Türkçe öğrendiniz, futbol maçlarına gittiniz, hatta Rizespor’u desteklemeye başladınız. Bu ilginiz ve sevginiz nasıl başladı?

Evet, Rizespor’u desteklemeye başladım. Karadeniz bölgesine her zaman ilgim vardı. Rize ile ilgili çok şey okudum ve fotoğraflar gördüm. Daha sonrasında da onların bazı futbol maçlarını, özellikle büyük takımlara karşı olan maçlarını izlemeye başladım. Her zaman daha küçük ve mütevazı takımlara ilgim olmuştur ve Rizespor da benim favorimdi. Önceden bazı oyuncuların isimlerini biliyordum ancak şimdi yaşlı bir adamım ve isimlerini unuttum. Yine de en büyük Rize 🙂

• Yakın dostunuz olan Pete Williams ile yollarınız birçok kez kesişti ama yabancı sınırının da etkisiyle, maalesef aynı takımda oynayamadınız. Bu durum içinizde bir ukte olarak kaldı mı? Birlikte forma giyme şansını bulabilseydiniz neler yapabilirdiniz?

Pete ve ben Türkiye’de olmaktan çok mutluyduk. O benim kardeşim. Daha dün öğle yemeğinde beraberdik. Hala birçok konu hakkında konuşuyoruz. Evet, birlikte aynı takım için oynamak güzel olabilirdi.

Kaynak: Fast Break Dergisi. Fotoğrafı bizlere ulaştıran twitter.com/TurnerFB9’a teşekkür ederiz.

• Sizin döneminizde İstanbul’da neredeyse tüm basketbol maçları, Spor ve Sergi Sarayı’nda oynanıyordu. Şu an kongre merkezi olarak kullanılan bu salon, büyük ve ihtişamlı olmasa da Türk taraftarların kalbinde özel bir yere sahip. Yabancı bir oyuncu olarak, orada yaşadığınız atmosfer ve Fenerbahçe taraftarlarının desteği nasıldı?

O salonda oynamak güzeldi. Aslına bakarsanız tüm İstanbul takımlarının orada oynaması güzel bir şeydi. Orada bazı maçları izlerdim. Taraftar ve takım arasındaki bağ ve etkileşim, görmeye değerdi ve harikaydı. Günümüzde devasa büyüklükte salonlar inşa ediliyor. Evet, bu salonlar göze güzel gözükebiliyor ama Spor ve Sergi Sarayı’nın yerini tutamaz. Bazen salonda oturup diğer oyuncuları izler, onlara karşı nasıl savunma yapmalıyım veya nasıl hücum etmeliyim diye kafamda analiz yapardım.

• Türkiye ve İstanbul’da uzun yıllar geçirmiş bir Amerikalı olarak; Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yaşadıklarınız, Türk insanının size olan ilgisi ve ülkemiz hakkında neler düşünüyorsunuz? Türkiye ile şu anki ilişkiniz nasıl, son yıllarda buraya gelme fırsatınız oldu mu?

Öncelikle, Türkiye’de yaşamak ve oynamak benim için bir onurdu ve hayatım boyunca asla unutmayacağım. Oradaki insanlar bana her zaman çok iyi davrandılar. İnsanları, taraftarları, takım arkadaşlarımı, diğer arkadaşlarımı ve hatta bazı komşularımı bile hep hatırlarım. Ülke, ülkenin tarihi ve insanların nezaketi her şeyi çok daha güzelleştiriyordu. Türkiye’de çok şey öğrendim ve orada oynama fırsatı bulduğum için çok mutluyum.

2019’da Türkiye’ye geldim. Pete ile birlikte gelmiştik. Güzel bir deneyimdi bizim için. Koronavirüs bittikten sonra belki de birkaç yıl içinde Türkiye’ye tekrar gelebilmeyi umut ediyorum.

Larry Richard ve Pete Williams, 2019’da Türkiye’de. Fotoğraf: TBF / Kaan Verdioğlu

Larry Richard: “Türkiye’nin En Büyük Takımında Oynamayı Es Geçemezdim”” için bir yorum

Yorum bırakın