Levent Topsakal: “Spor Sergi Benim İçin ‘Basketbol’ Demekti”

Fenerbahçe formasını üç dönemde toplam dört sezon giyen ve Türk basketbolunda 90’lı yılların en önemli oyun kurucularından olan Levent Topsakal, Salon Tribünü’nün konuğu oldu. Topsakal, ekibimizden Baran Arslan ve Erdi Tiran’ın Fenerbahçe yıllarına, kariyerine ve ülke basketbolunun problemlerine dair sorduğu soruları yanıtladı.

• Levent Abi, öncelikle röportaj talebimizi kabul etmenizden dolayı Salon Tribünü ekibi adına sizlere teşekkür ederiz. 1966 doğumlu bir oyuncu olarak basketbola 11 yaşında başladınız. Futbola daha yakın bir fiziğiniz olmasına rağmen iki sporda da yeteneğinizin yüksek seviyede olduğu söyleniyor. Futbol ve basketbol arasında seçim yapma süreciniz nasıl gerçekleşti? Ayrıca basketbola başlama serüveninizi ve parkelere hangi kulüpte adım attığınızı bize anlatmanız mümkün müdür?

Futbol oynuyordum, futbol oynarken Fransa’dan ağabeyim geldi ve beni zorla Eczacıbaşı’nın basketbol seçmelerine yolladı. Eczacıbaşı seçmelerine gittim, seçmeyi kazandım ama “Fiziğinden dolayı senden basketbolcu olmaz” dediler. Ben de hırs yaptım, devam ettim, olan oldu işte.

Kaynak: TBLStat

• 1983’ten 1988’e kadar İTÜ, 1988’den 1990’a kadar ise Efes Pilsen’de oynadınız. İnternette edindiğimiz bilgilerde 1987-88 sezonunda İTÜ forması giyerken bir maçta 81 sayı atarak Türkiye Basketbol Ligi rekorunu kırdığınız yazıyor. Bu maçtan bir hafta sonra, 12 Mart 1988’de ise o dönem Fenerbahçe forması giyen Erman Kunter, Hilalspor’a karşı oynanan meşhur maçta 153 sayı atarak rekoru kırılması neredeyse imkansız hale getirmişti. 81 sayılık performansınıza dair bilgi doğru mu? Doğruysa, bu rekorun yalnızca bir hafta sonra kırılması size neler hissettirdi?

Bu uzun bir konu, gereksiz de bir konu. Şöyle ki, ben o maça kadar, yani Hilalspor maçı haricinde uzak ara sayı kralıydım. Hilalspor çok zayıf bir takımla sahaya çıkıyordu, dolayısıyla normal bir maç oldu. “Bütün sayıları ben atayım” diye bir şey yoktu, hatta ben oyundan çıkmak da istedim. Daha sonra Fenerbahçe’nin, Erman Kunter’in sayı krallığını alması için bütün pasları ona vermesi garip bir hadise. Bizde böyle bir şey yoktu.

• 1990 yazında, o dönem iddialı bir kadro kuran ve Metin Aşık’ın başkanlığını yaptığı Fenerbahçe’ye transfer oldunuz. Efes Pilsen’den kulübümüze transfer süreciniz nasıl gerçekleşti?

Bu soru derin bir soru. Şöyle özetleyeyim: Efes Pilsen’le bir sene önce tatsız bir durum yaşandı. Kontratım iki senelikti, o tatsız durumdan dolayı Efes Pilsen’de bir sene çok başarılı oynamadım. Efes Pilsen benimle devam etmek istedi ama ben o tatsız durumu unutmadım. Dolayısıyla başkan Metin Aşık’ın teklifini kabul ettim.

• Fenerbahçe basketbolunun yıllardır verdiği emeklerin meyvesi, nihayet 1990-91 sezonunda alınmıştı ve tarihimizin ilk TBL, dördüncü Türkiye şampiyonluğunu kazanmıştık. Başarılı performansınızla sezonun en değerli oyuncusu seçilmiştiniz. Hem Antalya’da oynanan maçta Tofaş SAS’ı mağlup etmemizle gelen şampiyonluk, hem kişisel başarınız, hem de hemen sonra yine Tofaş SAS’a karşı kazanılan Cumhurbaşkanlığı Kupası size neler hissettirdi?

Çok güzel günler, çok güzel bir takım, sonu şampiyonlukla biten müthiş güzel günler, müthiş bir şampiyonluk. Size nasıl söyleyeyim, arkadaşlık güzel ve keyifliydi. Çok maç kazandık, çok az maç kaybettik, dolayısıyla harika bir sezondu. Bir de sonu şampiyonlukla bitince bambaşka bir şey oldu. Fenerbahçe’nin ilk lig şampiyonluğuydu, bu da bize nasip oldu. Daha sonraki şampiyonluklar Ülker’le olan birleşme sonrasında geldi.

Kaynak: twitter.com/FBTarihiOrg

• Çubuklu formayı giydiğiniz süre zarfında Ali Limoncuoğlu, Harun Erdenay, Larry Richard, Henry Turner, Dallas Comegys, Conrad McRae gibi isimlerle birlikte oynamıştınız. Özellikle Erdenay, McRae, Hüsnü Çakırgil ve Ömer Büyükaycan ile oluşturduğunuz ilk beş, unutulmayan kadrolar arasında. Fenerbahçe’de beraber oynamaktan en keyif aldığınız oyuncu kimdi?

Hüsnü Çakırgil ve Larry Richard.

• Conrad McRae demişken, kesinlikle bir parantez açmamız gerektiğini düşünüyoruz. McRae, 2000 yılında Orlando Magic’teyken yaptığı antrenman sırasında kalp spazmı geçirerek hayatını kaybetmişti. Bu vesileyle, kendisini saygı ve sevgiyle anmış olalım. Fenerbahçe’deki iki döneminde de onunla beraber oynayan bir isim olarak, hakkında neler söylemek istersiniz?

İlk döneminden sonra bir daha geldi. Canımdı, ciğerimdi. Hayatımda emek verdiğim bir sürü kardeşimin yapmadığını bana o yaptı. Ölümü benim için büyük bir kayıp. Çok özel bir insandı, çok müthiş bir arkadaştı. Burada emek verdiğim bir sürü arkadaşımdan çok daha müthiş bir insandı. Ben Fenerbahçe’den atıldıktan sonra, sarı formasına lacivert renkle “LT” yazıp ceza almayı göze alacak kadar büyük bir adamdı. Kaybı benim için çok derin. Çok özel bir arkadaş ve çok büyük bir delikanlıydı. Brooklyn’den gelip kaptanı için formasına kocaman “LT” yazan tek adamdı, atılmayı ve 500 bin doları yakmayı göze alarak. Düğününe gidecektim, düğününden önce öldü. Benim için çok acı, çok büyük kayıp.

• Fenerbahçe formasını giydiğiniz üç dönemde ve toplam dört sezonda oynadığınız en unutulmaz maç hangisiydi?

Tabii, maçları çok rahat kazanıyorduk. Aslında unutulmaz olması gereken maç, şampiyonluk kazandığımız son maçtı ancak başladığı gibi 30 oldu. Finalin tadı olmadı. Dolayısıyla şu olabilir: Barcelona ile Şampiyon Kulüpler Kupası’nda burada oynadık. Kaybettik ama Barcelona o zaman çok büyük bir takımdı. Herhalde hatıramda kalan en güzel maç oydu.

• Galatasaray ve Efes Pilsen ile oynanan maçların takım ve taraftar için önemi neydi?

Efes maçlarını bilmiyorum, ben hiç özel bir şey hissetmedim. Ama Fenerbahçe – Galatasaray maçları çok enteresandır. Hangi takım daha kuvvetli gözükürse gözüksün, maçı kimin kazanacağı belli olmaz. Çok değişik bir atmosferdi, ben bunu oyuncularda hep hissederim. Kendi açımdan herhalde 13 maçta 12 galibiyetim vardı. Dolayısıyla benim için çok bir şey ifade etmezdi ama oyunculardan genel olarak o kokuyu alırdım. Şampiyonluktan daha değişik bir hava vardı, “Biz bugün kazanırsak her şey hallolur, bu maçı kazanmak şart” gibi. Değişik bir duygu ama bende o duygu hiç olmadı.

1990-91 sezonunun başında Fenerbahçe Basketbol Takımı. Levent Topsakal 11 numaralı formasıyla alt sıranın ortasında. (Kaynak: twitter.com/FBTarihiOrg)

• Kulübümüzde geçirdiğiniz süre zarfında saha dışında yaşadığınız en ilginç, unutulmaz olay nedir?

Fenerbahçe’den atılmam.

• 1990’dan 1992’ye kadar Fenerbahçe formasını giydiniz, 1992 yazında Kocaeli temsilcisi Nasaş’a transfer oldunuz ve 1993’te ikinci döneminizi geçirmek üzere Fenerbahçe’ye geri döndünüz. Fenerbahçe’den ayrılmanıza ve geri dönmenize sebep olan şeyler nelerdi?

Ayrılmamın sebebi şu: Antrenör ve menajer ekibinin benimle oynamayacağını, benimle beraber olmak istemediğini hissettim. Rahmetli canım başkanımla (Metin Aşık) oturduk, “Durum böyle, bana bir sürü teklif var, buraya seninle geldik, sen ne diyorsun?” diye sordum. “Levent, keyfine bak, sen git.” dedi. “Tamam başkanım” dedim ve gittim. Nasaş’ta çok şükür, yine başarılı bir sezon geçirdim. Dönüşümde ise yönetim değişmişti. Galiba şube yönetimini 1907 Fenerbahçe Derneği almıştı. 1907 Derneği teklif yaptı, ben de birkaç teklifi geri çevirip Fenerbahçe’ye geri döndüm.

• 1907 Fenerbahçe Derneği’nin desteğiyle girdiğimiz 1993-94 sezonunda ligde istediğimizi alamamıştık ama Koraç Kupası’nda çeyrek final grubuna yükselmeyi başarmıştık. Bu başarı ve Avrupa kupalarındaki genel performansımız hakkında neler anlatmak istersiniz?

Başarılı bir sezon değildi, olması gereken olmadı. Bunda yönetimdeki, yani 1907’deki arkadaşların çok istekli, fakat bir o kadar da acemi olmalarının etkisi vardı.

• Söz konusu sezonun sonunda Galatasaray’a geçmiş ve ikinci Fenerbahçe döneminizi noktalamıştınız. Kulüpten ayrılmanızda hangi faktörler etkili oldu?

Fenerbahçe Kulübü başarılı bir sezon geçirdiğim için, daha Nisan ayında benimle beyaz bir dosya kağıdına sonraki sezon için anlaşma imzaladı. Benimle erkenden anlaşmak istediklerini söylediler, ben de kabul ettim. Daha sonra Mayıs ve Haziran’da ses çıkmadı. Haziran’da menajer Kemal Dinçer’di, Murat Didin antrenör oldu ve beni istemediği aşikardı. Kemal Dinçer’i aradım ve “Hayırdır, ne oluyor Kemal’ciğim? Bir telefon açacaksın” dedim. “Ya Levent, bir bir şey yazıp çizdik ama biz seninle olmuyoruz. Haklısın, arayamadım.” dedi. Zaten alacağım yoktu ve sezon bitmişti, ondan sonra transfer teklifi bekledim. Sağolsun Faruk Süren başkanım bir teklif yaptı, ben de Galatasaray’a transfer oldum.

1992’de Türkiye Basketbol A Milli Takımı. Levent Topsakal, 11 numaralı formasıyla alt sırada soldan üçüncü. (Kaynak: ayaktakileroturanlar.com, Fast Break Dergisi)

• Üç senelik Galatasaray ve Tofaş SAS maceranızın ardından 1997-98 sezonunda Fenerbahçe’ye bir kez daha geri döndünüz. Söz konusu sezonda TBL yolculuğumuz, yarı finalde Ülkerspor’a elenmemizle noktalanmıştı. Fenerbahçe’mizdeki üçüncü döneminiz hakkında neler söylemek istersiniz?

Ayak bağlarım kopmasaydı şampiyonduk. O kadar.

• Kariyeriniz boyunca İTÜ, Efes Pilsen, Nasaş, Galatasaray, Tofaş SAS, Beşiktaş ve Ülkerspor’da da oynadınız. Üç büyük camiada da bulunmuş bir oyuncu olarak, sizce Fenerbahçe’yi özel hale getiren faktörler nelerdi?

Bir sürü kulüpte oynadım, benim için Fenerbahçe’nin özelliği şampiyonluğu orada yaşamamdı.

• Oyunundan en çok etkilendiğiniz basketbolcu kimdir?

Çok fazla takımda oynadığım için bir sürü takım arkadaşım var. Bir sürü özel oyuncu var ama takım arkadaşı olarak iki kişi var: Basketbola çok geç bir zamanda, 18 yaşında başlayan ve 22 yaşında A milli olan çok özel bir adam, Hüsnü Çakırgil. Diğeri de bir sürü handikapına rağmen yüreğiyle, parmak hassasiyetiyle, top takibiyle, sezgisiyle, savaşçılığıyla Larry Richard.

• Kariyeriniz boyunca birçok antrenörle çalıştınız. Yıldız bir basketbolcu olarak size en çok şey katan antrenör kimdi?

Bizim zamanımızda spor antrenörlüğü eğitimi ve teknoloji eksikti. Tuğrul Selçuk Spor Akademisi’ni bitirmiş, basketbolu oynamamış olan ama basketbolu seven bir antrenördü. Basketbolu çok bilmese de Teknik Üniversite’de (İTÜ) yaptığı şey şuydu: Gençleri ve çocukları çok seviyordu ve onları özgür bırakıyordu. Disiplinli bir şekilde, kendine göre antrenman yaptırıyordu. Çocukları ve gençleri sevmek, onları özgür bırakmak, yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlamak çok önemli. Öncelikle Tuğrul Abi’ye teşekkürler. Sonra Kemal Erdenay, çok büyük bir basketbolcuydu, efsaneydi, müthiş bir birikimi vardı. Bana çok şey kattı. Beraber çok güzel günler yaşadık.

Sonra Nikolić (Aleksandar Nikolić). Nikolić eski Yugoslavya’da basketbolcuydu ve önemli bir antrenördü. Burası çok önemli: Hiç unutmam, 16 yaşındayım ve A Takım’da oynuyorum, kendime göre yeteneklerim var, uzun pas atıyorum, güzel atıyorum ama son saniyede kaptırıyorum. O topun kaybolmasına rağmen bana şunu söyledi: “Levent, güzel atıyorsun, devam et”. Aradan 6 ay geçti, benim uzun paslarımı hiçbir insan oğlu kapamadı. Demek istediğim şu: Çocukları sevin, özgür bırakın, hata yapmalarına müsaade edin, yeteneklerini doğru tespit edin ve o yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayın. Bu da özgürlük ve pozitif motivasyon ile alakalı. Zor bir şey istediğim, tabii antrenör eğitimi de lazım.

Levent Topsakal, basketbol kariyerinin son yılı olan 2001-2002 sezonunda İTÜ formasıyla, Orhun Ene ile birlikte. (Kaynak: RedBull, Fanatik)

• Basketbolu 2002 yılında İTÜ’de bırakmanızın ardından hayatınızı nasıl şekillendirdiniz? Aynı zamanda at sahibi olarak yarış camiasında da yer alıyorsunuz, bu hobinize değinmek ister misiniz?

Atçılık babamdan kalma. Babam sayesinde çok küçük yaştan beri, Veliefendi’de hayatımın önemli bir kısmı geçti. Allah rahmet eylesin, çok özel bir adamdı. Atçılığın hayatımda hala çok büyük bir yeri var, iyi ki var. Herkese tavsiye ederim. Bana göre imkanı olan herkes ev alacağına, arsa alacağına, arabasını yenileyeceğine at alsın. Belki hayatlarına heyecan gelir ve yeni bir şeyler öğrenirler.

• Fenerbahçe’miz, sizin yıllarınızda maçlarını Spor ve Sergi Sarayı ile Abdi İpekçi Spor Salonu’nun ev sahipliğinde oynuyordu. Özellikle o yılları yaşamış taraftarlar, bu dönemleri hala özlemle anmakta. Spor Sergi’nin kendine has havası ve kültürü ile iki salonda da oluşan tribün desteği, bir sporcu olarak sizin için neler ifade ediyor?

Spor ve Sergi Sarayı benim için bambaşka bir anlam taşıyor. Abdi İpekçi bütün Avrupa’da gezdiğimiz gibi, bir basketbol sahası. Ama Spor Sergi çocukluğumuzu geçirdiğimiz, tarihi bir bina. Parkeleri, kokusu, her şeyi farklıydı. Spor Sergi’yi yaşayan bir insan için Abdi İpekçi, sanal ortam gibiydi. Spor Sergi bambaşka bir yer, arada çok büyük bir uçurum var ve bu anlatılabilecek bir şey değil, size de anlatamam. Spor Sergi benim için “basketbol” demekti, Abdi İpekçi ise bir basketbol sahası.

Spor ve Sergi Sarayı. (Kaynak: Pera Mezat)

• Kulübümüz, 2000’li yılların başında basketbolda büyük bir atılıma geçti ve sonuç olarak 2017’de EuroLeague kupasını kazandı. “Türk basketbolunun lokomotifi” olmaya gidilen bu yolun sinyalleri, aslında 90’ların sonunda verilmişti. Bu süreci ve takımın bu sezonki durumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Tabii ki EuroLeague şampiyonu olmak ve Final-Four oynamak, önce final oynamak ve daha sonra şampiyon olmak çok önemli şeyler. Bu şampiyonlukların ülkemize spor ve gençlik adına ne kadar katkısı olduğunu bilmiyorum. İnşallah gençleri basketbola ve spora daha çok yönlendirmiştir, öyle bir katkısı olabilir. Yalnız çok büyük paralar harcandı, bu çok büyük paraların karşılığında kademe kademe bir şeyler alındı. Hayırlısı olsun, başka bir şey diyemeyeceğim.

• Türk basketbolunun son yıllarda, özellikle milli takım seviyesinde yeni bir jenerasyon oluşturma konusunda sıkıntı yaşadığı biliniyor. Siz de altyapılarda yaşanan sıkıntılara zaman zaman değinen bir spor adamısınız. Ülke basketbolunun altyapı konusundaki olumlu ve olumsuz yanlarına dair neler söylemek istersiniz?

Ülke basketbolunun altyapısında olumlu bir şey yok. Olumsuz olarak adı üstünde, maalesef “altyapı”. Bu altyapının ismini değiştirmek lazım. İsmi ne? Alt, aşağıda, ilgilenmiyoruz. Çok az bütçeler ayrılıyor. Eğitmen kalitesi çok kötü, planlı ve programlı çalışmalar yapılamıyor. Dolayısıyla çocuklarımız özgür bırakılmıyor. Antrenörler çok az para aldığı için bir an önce çok maç kazanıp kendilerini ispat etme çabasına giriyorlar. Onlar da haklı. Geçinmek ve kendi hayatlarını daha iyi şartlarda yaşamak için ister istemez maç kazanma odaklı oynuyorlar. Bilgileri de az. Dolayısıyla bu bütçeler olduğu sürece bu problemler devam edecek. Şu anda Türkiye’de basketbol altyapısı, olması gerekenin çok altında. Çok yetenekli bir ırkız, basketbola çok yetenekli gençlerimiz var ama bunlar doğru değerlendirilmiyor. Bunun sebebi de altyapılara ayrılan bütçenin azlığı.

1996-1997 sezonunda TOFAŞ SAS. Levent Topsakal en önde, sağdan üçüncü. (Kaynak: ayaktakileroturanlar.com)

• İleride basketbolcu olmayı hedefleyen gençlere ne tavsiye edersiniz?

Öncelikle basketbol benim için hayatın ta kendisidir ve hızlısıdır. Her spor değerlidir ama basketbol çok hızlı karar vermeniz, çok özel yeteneklere sahip olmanız gereken ve paylaşımı öğreten, anlık kazanma ve kaybetmenin hayattan daha hızlı olduğu, gençleri hayata hazırlayan çok değerli bir spor. Ben öyle görüyorum. Genç kardeşlerimize şunu söylüyorum: Ne kadar handikap olursa olsun, ne olursa olsun, basketbolu seviyorsanız basketbol oynamaya devam edin. Bunu sadece bir oyun olarak görün. Bir sürü handikap olabilir, bir sürü zorluk olabilir. Bu zorlukları gözardı edin ve basketbol oynayabildiğiniz sürece basketbol oynayın, ta ki basketbol sizi bırakana kadar. Bu size çok şey katacaktır. Eğer çok özel bir yetenekseniz ne kadar engel varsa aşarsınız ve bir yere gelirsiniz.

İşin özü şu: Lütfen basketbolu bir oyun olarak görün. Bu güzel oyunu sizi geliştiren bir oyun olarak görün. Bu oyuna, oyun sizi bırakana kadar devam edin. Sonra iş hayatı olabilir, yine oynayın, yine oynayın, yine oynayın. Basketbol size hep bir şeyler katacaktır. Eğer özel bir yetenekseniz basketbolda bir yere geleceksiniz. Ama “basketbolda bir yere geleceğim” diye baskı altına girmeyin. Çocuklarınızı basketbolda bir yere gelmesi için baskı altına sokmayın. Bu bir oyundur, çocuklarınız küçük yaştan itibaren bu oyunu oynasınlar, basketbol onların hayatlarına çok şey katacak.

• Son olarak, bu röportajı okuyan biz Fenerbahçelilere mesajınız nedir?

Fenerbahçelilere mesajım şu: Fenerbahçe’nin ve bütün kulüplerin kurtuluşu, her branşta çocuklara ve gençlere, “altyapı” demiyorum, “sporcu eğitim bilimi”ne maksimum yatırım yapmalarını sağlamasıdır.

• Röportajımıza katıldığınız için çok teşekkürler Levent Abi; sevgi, saygı ve hürmetlerimizle.

Sağ olun kardeşim.

Yorum bırakın