Alp Bacıoğlu ile Fenerbahçe Basketbolu Üzerine

İÇERİĞİ PODCAST OLARAK DİNLEMEK İÇİN: Spotify / YouTube

Uzun yıllardır tribünlerde olan ve Spor Sergi’li yıllara tanıklık eden değerli ağabeyimiz, Fenerbahçe Spor Kulübü Müzesi Müdürü Alp Bacıoğlu; Fenerbahçe Basketbol Şubesi’nin kuruluşunu, bugünlere gelişini ve tribün anılarını Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran’a anlattı. (Yayına hazırlayan: Baran Arslan, Osman Talha Sümer)

Fenerbahçe Basketbolunun Doğuşu

Fenerbahçe Spor Kulübü’nün basketbol şubesinin kapanmamak üzere açıldığı tarih, 1944 yılının Kasım ayıdır. Ancak Fenerbahçe’de basketbol daha eskilere dayanmaktadır. 1919 yılında kulübümüzde Fikir ve Sahne Şubesi isminde, sosyal etkinlikler yapan bir kol vardı. Onların çıkarttığı “Fenerbahçe” isminde, 15 günde bir yayınlanan bir dergi vardı. O derginin ikinci sayısında der ki: “Kulübümüzde bugünlerde bir Amerikalı muallim nezaretinde basketbol sporu oynanmaktadır”. Yani üyeler kendi aralarında basketbol oynamaya başlamışlar ama bu, hiçbir zaman bir takıma dönüşmemiş. Daha sonra, 1925 yılında Robert Koleji’nden bazı gençler bir basketbol takımı kurulması için Fenerbahçe’ye öneri getiriyorlar. Antrenmanlarını Robert Koleji’nde, yani bugünkü Boğaziçi Üniversitesi’nin salonunda yapıyorlar. Orada bir iki maç yaptıktan sonra salonsuzluktan dolayı, bazı basketçilerin Kadıköy Yakası’ndan karşıya geçip Hisarüstü’ne gitmesi zor olacağından, ömrü fazla sürmüyor. Üç dört maç ancak yapabiliyorlar. Bu iş, 1925’te de atıl kalıyor.

En sonunda, 1944 yılında rahmetli Muhtar Sencer -ki Fenerbahçe aşığıdır, Haydarpaşa Lisesi’nin müdür yardımcısıydı, 1982 yılında vefat etti- yakın arkadaşlarına diyor ki, “Bizde bir basketbol takımı yok, ben bir takım kurmaya karar verdim”. Bunun nedeni de çok enteresandır: Esasında Muhtar Sencer daha önce Haydarpaşa Lisesi’nden bazı gençlerle birlikte Fenerbahçe Hentbol Şubesi’ni kurmuş. Bu şube iki sene üst üste İstanbul şampiyonu oldu ve Türkiye Şampiyonası’na gitmeye hak kazandı. Fakat üçüncü yılda yeniden İstanbul şampiyonu olunacakken, Fenerbahçe her zaman kıskanılmıştır, tarihte başarılı kulüplerin kaderidir, aynı şeyler Fenerbahçe’nin başına geliyor ve İstanbul şampiyonası maçı berabere bitmişken “Maçın hakemi gelmedi, yedek hakem geldi, asıl hakemle Cuma günü oynanacak” deniyor, ayak oyunları yapıyorlar. Fenerbahçe’nin Cuma günü maça gitme olanağı yok, çünkü bunların çoğu öğrenci. Şampiyonluk Galatasaray’a veriliyor. Bunun üzerine Muhtar Sencer kızıyor ve bir daha açılmamak üzere hentbol şubesini kapatıyor.

Fakat Muhtar Sencer de boş duracak bir adam değil; bir gün yakın arkadaşı, spor tarihçisi ve büyük Fenerbahçeli Cem Atabeyoğlu’na gidiyor (2012’de rahmetli olduğu zaman, 1949 yılından beri kulüp üyesiydi). Diyor ki, “Biz şubeyi kapattık ama boş durmayı Allah sevmez, basketbol şubesini faaliyete geçirme kararı aldım. Bana yardımcı olur musun?”. Cem Atabeyoğlu da “Muhtar’cığım, sen olduktan sonra seve seve” diyor ve ikisi kolları sıvıyorlar. Fakat takımın henüz bir kadrosu bile yok. İlk kadroyu şöyle oluşturuyorlar: Muhtar Sencer bir gün Tepebaşı tarafındaki bir açık hava sahasında basketbol oynayan gençleri görüyor. Onları hayranlıkla izlerken “Niye böyle bakıyorsun?” diyorlar. Muhtar Sencer “Siz nerede oynuyorsunuz?” diyor, gençler şu anda hiçbir yerde oynamadıklarını, Yahudi kökenli olduklarını, Barkoba kulübünün oyuncusu olduklarını ama kulübün kapandığını, toplu halde Galata Gençlik Kulübü’ne geçtiklerini ama kimsenin onlara ilgi göstermediğini, sadece kağıt üzerinde Galata’nın basketbolcusu olarak gözüktüklerini söylüyorlar. Sencer “Peki bizde oynar mısınız?” diyor. Gençler “Siz kimsiniz?” diye sorunca “Biz takımı yeni kuruyoruz, ismi de Fenerbahçe Basketbol Şubesi olacak” diyor. Öyle deyince gençler “Tabii, Fenerbahçe futbolda büyük bir isim” diyerek kabul ediyor. Bunun üzerine Aron Habib’in Azapkapı’daki evinde bir toplantı yapıyorlar ve 8-10 genç, lisanslarını alıyorlar ve Fenerbahçe’ye transfer oluyorlar. O zaman para falan yok tabii.

1944 yılında İstanbul’da iki küme var: İstanbul Basketbol Ligi (Birinci Küme) ve İkinci Küme. Fenerbahçe yeni kurulduğu için Birinci Küme’ye kafadan giremiyor, önce İkinci Küme’de şampiyon olması gerekiyor. İlk sezonunda çıkamıyor, ikinci sezonunda Birinci Küme’ye terfi ediyor. İlk iki yılında İstanbul Basketbol Ligi’nin demirbaş takımı oluyor. O yıllarda Galatasaray’ın adı “Yenilmez Armada”ya çıkmış, önüne geleni deviriyor. Son yıllarda 12 şampiyonluk varsa 10’unu Galatasaray kazanmış. Türkiye şampiyonlukları da almışlar, müthiş bir takım. Yalçın Granit’ler, şunlar, bunlar…

Fenerbahçe Tribünleri Basketbola Adım Atıyor

Fenerbahçe’nin henüz olmadığı yıllarda, İstanbul basketbolunda ilk maçlar, Gümüşsuyu’ndaki 800 kişilik İstanbul Teknik Üniversitesi Salonu’nda oynanıyordu. Üstte 500 kişilik balkon vardı, kenarlarla beraber toplam 800 kişi alırdı. Fakat 40’lı yılların ikinci yarısında Fenerbahçe lige çıkınca, Fenerbahçe – Galatasaray maçları ilgi çekmeye başladı. Fenerbahçe’nin 1944’teki ilk maçında bile tribünde olan, sonra ABD’de yıllarca doktorluk yapmış olan Atıf Arpad Bey vardı, şu anda kendisi -Allah ömür versin- 88 yaşında. Kendisiyle röportaj yapmıştım. “Fenerbahçe’nin maçlarını izleyen 5-6 kişiden birisi bendim, birisi gazeteci Mustafa Kefkep’ti, birisi Sabah Gazetesi’nin eski sahibi Tunç Bilgin’in amcasının oğluydu, altı yedi tane parmakla sayılacak adam vardı” diyor.

1940’lı ve 50’li yıllarda, İstanbul’daki 100 kişiden 60’ı Fenerbahçeliydi. Galatasaray’ın oranı ancak %15, bunu da anketlere dayanarak söylüyorum, kafadan atmıyorum. Yeni İstanbul Gazetesi’nin yaptığı “Hangi takımı tutuyorsunuz?” anketinde %55 Fener, %30 Beşiktaş, %15 Galatasaray çıkar. Neyse, Cem Atabeyoğlu’na “Bu hafta Galatasaray’la maçımız var, kaç zamandır yenemiyoruz bunları, bir taraftar desteği alalım.” diyorlar. Onun üzerine Cem Atabeyoğlu, Perşembe Pazarı’nın aşağısındaki Çeşme Meydanı’na gidiyor. Orada tribünde sözü geçen insanlar var, onlarla konuşuyor, “Ya basket maçlarına hiç gelmiyorsunuz” diyor. “Abi haberimiz yoktu” diyorlar, farkında değiller yani. Atabeyoğlu “Bu haftasonu Galatasaray maçımız var, bize destek lazım” diyor, “Abi ben 500-600 kişiyle gelirim, merak etmeyin” diyorlar.

Cem Ağabey bana anlatmıştı: Maçın başlamasına 10 dakika kala gelen giden yok. “Allah Allah, bizi yine mi salladılar, taraftarlar basketbolu sevmeyecek galiba” diyorlar. Öyle demeye kalmadan bir patırtı gürültü oluyor, kapılar kırılıyor, 500 kişi salona doluyor. Hepsi futbol seyircisi. Fenerbahçe’nin ilk seyircili maçı odur. 28 Mart 1954’te 71-61, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı yendiği ilk maç odur, taraftarın salonu basmasıyla birlikte. O günden sonra taraftarlar bu işi seviyor, basketbol heyecanlı olduğu için. Top bir o potada, bir bu potada, bayağı hoşlarına gidiyor. Ve salonlar dolup taşmaya başlıyor. Onun üzerine, yanlış hatırlamıyorsam 1954-55 yılında, federasyon basket maçlarını İstanbul’da yeni yapılmış olan Spor ve Sergi Sarayı’na almaya karar veriyor.

Kaynak: fenerleaks.wordpress.com

Spor Sergi’den Anılar

Ben İTÜ Salonu’ndaki günlere yetişemedim ama 1965-66 sezonundan itibaren basketbol maçlarına gitmeye başladım. Zaten Etiler’de oturuyordum. Etiler’den Elmadağ’a bir otobüsle gidiyordum, oradan salona 3 dakikada yürüyordum. Hiç maç kaçırmayan bir taraftar olmuştum. Çok enteresan tezahüratlar vardı, Sergi Sarayı üst katıyla beraber 5500 kişilikti. Fenerbahçe – Galatasaray maçlarına dönecek olursak, o zamanlar Galatasaraylılar bazen üst katta, bazen pota arkasında 700-800 kişi olurlardı, diğer 4000 kişi Fenerbahçeli olurdu. Yine de her zaman -üzülmemem gerekir ama üzülerek söylüyorum- yarı yarıya taraftarın olması iyidir. 80 ve 90’lı yıllarda Galatasaray’ın taraftarı artınca salonlar daha da renklendi. 1960’lar ve 70’lerde çok eziktiler, bir avuçtular.

Hatta şöyle de bir anım vardır: Bir Fenerbahçe – Galatasaray maçı vardı. Fenerbahçe Galatasaray’ı yenerse, şampiyon olacak. Gerçi maçın sonunda yenildik ama… Orada o gün, Sergi Sarayı’nı bilenler, yaşı biraz büyük olanlar iyi hatırlar: Pota altında “Moda tribünü” denilen bir tribün vardı. Yani girişin tam karşısındaki tribün. Hiç unutmuyorum, elimle saymıştım, orada 70-80 Galatasaraylı vardı, haydi 100 olsun. Salon tam dolmamıştı ama 4000 kişi vardı. Tüm tribünler komple Fenerliydi. Buna rağmen Galatasaraylılar büyük bir cesaret örneği göstererek Fener’e küfürlü tezahürat yaptılar. Tabii bütün tribünler ayağa kalktı. Geçenlerde, 6-7 ay önce rahmetli olan Semih Gölge vardı, Fenerbahçe tribünlerinin renkli siması. Millet ayağa kalkıp üzerlerine yürümeye kalkınca “Bir dakika arkadaşlar” dedi, bunları susturdu. Halbuki Semih de iyi bir Fenerbahçeliydi. “Bir dakika beni dinler misiniz? Yahu gerek yok, üzerlerine yürüyeceksiniz de ne olacak? Bunlar 80-90 kişi varlar yoklar, bana bırakın” dedi. Kalktı, üzerindeki kaşkolunu çıkartmadan onların yanına gitti, sert bir konuşma yaptı, ondan sonra sesler kesildi. Semih Gölge demiş ki, biraz amiyane tabirle söyleyeceğim, “Bakın, tribün üzerinize gelecek, ben engel oldum. Bir daha Fenerbahçe’ye ‘i…’ derseniz, en ufak küfürlü bir şey duyarsam, tribünü üzerinize salarım, buradan 3-4 ölü çıkar”. Onun üzerine bunlar korkudan sustular. Bu da böyle çok güzel bir anımdır.

Yıllar sonra Fenerbahçe, basketbolda küme düşmemeye oynuyordu. Ali Şen de Fenerbahçe’nin başkanı olmuştu. O sene hatta şampiyon olduk, 82-83’te. “Yeniden aday olacağım, bu sefer futboldakinin aynısını basketbolda taraftara yaşatmak istiyorum, çok güzel bir kadro kuracağız” dedi. Ve hakikaten de, o sezon başında transferde, hiç unutmam, bir yaz günü, sabahleyin gazeteyi elime aldım, gözüme inanamamıştım: “Milli Takım kaptanı Efe Aydan Fenerbahçe’de”. Bunun gibi; Ali Limoncuoğlu, Hakan Artış gibi 5-6 transfer yapılmıştı. Amerika’dan Calvin Roberts getirildi, ki o zaman büyük paralar yoktu. Roberts’i -yanlış hatırlamıyorsam- en fazla 30-40 bin dolara getirdik. Şimdi 400-500 bin, 1 milyon dolar alıyorlar. Ve bu kadroyla salonlar bir anda yeniden dolmaya başladı. Çünkü Fenerbahçe son 5-6 yılda çok kötüydü, Sergi Sarayı’ndaki bir lig maçında ancak 1500 taraftar olurdu. Salon bomboş kalıyordu. Ali Şen’in hamlesinden sonra Sergi Sarayı’nın önünden Harbiye Orduevi’ne doğru, kuyruklar uzardı. 100-150 metre kuyruk olurdu.

O sezonda bir tezahürat çıkarmıştık, tribünleri dönerek söyleniyordu. Önce biz başlardık: “Neler oluyor hayatta / Bir de şu rüya gerçek olsa olsa / Sabah olup uyanınca / Her şey yine aynı kalsa / Onun sesi, ta kendisi / Geri gelmiş demek / Sensiz diyor, yaşanmıyor / Aşk bu olsa gerek / Beni arıyor / Beni soruyor / Hayırdır inşallah”. Böyle bütün tribünler, döne döne salonu inletirdik. Onu da hiç unutmam, çok güzel tezahürattı. Yine Galatasaray maçlarında güzel bir tezahürat vardı: “Bir zamanlar kral idi Mısır’a / Şimdi kaldı çarık ile hasıra / Suyumuzu kaynatalım / Cimbombom’u oynatalım / Sen oyna Cimbom sen oyna” diye. Bunlar şu anda aklıma gelenler, bir de “Bombalasi” vardı, çok ünlüdür, aslında İTÜ’nündür: “Bombalasi bombalasi bom bom bom / Sarı-lacivert güm güm güm / Şanlı Fener geliyor, potaları deliyor / Baskette de kupalar hep Fener’e gidiyor”. Böyle enteresan, basketbola özgü tezahüratlar vardı.

Kaynak: kulturenvanteri.com

2000’li Yıllar ve Fenerbahçe – Galatasaray Rekabeti

Fenerbahçe, Ülker ile birleştikten sonra hemen şampiyonluğa oynayacak bir kadro kurdu ve iki yıl arka arkaya TBL şampiyonu oldu. Arkasından bir sene yine finale çıktık, Efes Pilsen ile oynadık. Daha sonra Efes’in doping yaptığı ortaya çıkmasına rağmen nüfuzu kuvvetli bir camia olduğu için bunun üzeri örtüldü ve Fenerbahçe’nin hakkı olan şampiyonluk, Efes’e gitmiş oldu. Bunun üzerine arkasından gelen iki yıl, yine Fenerbahçe şampiyonluğu… Yani birleşmeden sonra ilk beş yılda dört defa -bir tanesi elinden çalınma diyelim- dört defa şampiyon oldu. O günden sonra Fenerbahçe, hep şampiyonluğa oynayan kadrolar kurdu. Bu işlerin taçlandırılması da, Avrupa’nın en iyi hocası kabul edilen Željko Obradović’in Fenerbahçe’ye geldiği sezondur. Obradović geldikten sonra, Fenerbahçe sürekli olarak EuroLeague Final-Four’larda. Futbolda Şampiyonlar Ligi neyse, basketbolda da Euroleague odur. EuroLeague’de arka arkaya Final-Four’lar oynadık. İlk finalimizi Berlin’de 2016’da oynadık, az kalsın alabileceğimiz bir maçı kıl payı yitirdik. Daha sonra bunun taçlandırılmasını gururla müzemizde sergiliyoruz. 2017’de İstanbul Sinan Erdem Spor Salonu’nda yapılan Final-Four’da, Yunanistan’ın Olympiacos takımını 80-64 yenerek EuroLeague kupasını Fenerbahçe Müzesi’ne getirdik. “Müessese takımları” denen bir kavram vardı eskiden beri, bunların içinde birçok kapananlar da olmuştur Eczacıbaşı gibi… Eskiden Eczacıbaşı basketbolda çok iyi bir kulüptü, bir sürü şampiyonluğu vardı ama şimdi sadece kadın voleybol takımı kuruyorlar. Diğer branşlarda faaliyetlerini durdurdular. Şu anda müessese kulübü olan Anadolu Efes, bizim en birinci rakibimiz durumunda. Efes ile sürekli çekişiyoruz, hatta tahmin ediyorum ki 2020-2021 sezonunda Türkiye Basketbol Ligi finalini Anadolu Efes ile Fenerbahçe oynayacaktır.

Fenerbahçe – Galatasaray ezeli rekabeti… Birinci Küme’ye çıkmadan önce bir İstanbul Kupası maçı vardı. Orada Galatasaray bizi yenmişti, ilk on yedi maçta Fenerbahçe, Galatasaray’ı hiç yenemedi. İlk defa 1954 yılında İstanbul Ligi’nde, o sene Galatasaray şampiyon oldu, ikinci devre maçında Fenerbahçe Galatasaray’ı yendi. Yine İstanbul şampiyonu Galatasaray oldu ama bu bir milat. O günden sonra zaman zaman Fenerbahçe, zaman zaman Galatasaray yenerek bugünlere geldiler. Şu anda Fenerbahçe, tam olarak belleğimde yok ama, 3-4 maç öne geçti galibiyet sayıları bakımından.

Basketbolun ilk yılları sancılıdır Fenerbahçe’de: Birinci Lig’e çıktıktan sonra, üçüncü veya dördüncü bitirdiği bir sezon vardır. O sezonda federasyon ile ters düştüğü için bazı maçlara çıkmıyor ve tekrardan ikinci lige düşürülüyor. Sekiz takımlı ligde dördüncü olmak küme düşmeyi gerektirmiyor ama federasyon ile ters düştüğü için iki tane maça çıkmıyor ve federasyon Fenerbahçe’yi düşürüyor. Yani Fenerbahçe’nin ilk on yılı sancılıdır, çünkü kulüp de gereken ilgiyi göstermiyor. Bütçesi ilk defa 1954 yılında Galatasaray’ı yendiğimiz sezon yükseltildi, yaklaşık 5000 lira bütçe. Koskoca Fenerbahçe, o zamanın 4000-5000 lirası tabi ama yine de bugünün parasıyla belki de 100000’dir. Zaten o zamanlar basketbolda hiçbir profesyonel sporcu Fenerbahçe’ye transfer olurken “Yok ben ayda on bin lira isterim, yılda iki yüz bin lira isterim” gibi bir şey demiyordu. O daha sonra, 60’lı yıllarda olan bir durumdu. Hatta bugün bile basketbola milyonlar dökmemize rağmen, “amatör branş” olarak geçer. Hatta Başkan Ali Koç da “Bu işe biz olimpik branşlar diyeceğiz” dedi. Çünkü o da “amatör branş” denmesinden rahatsız oldu. Yirmi milyon euro veya dolar bütçesi olan takımın basketbolcularına “amatör branş” demek biraz komik kaçıyor.

İlk yıllarda Fenerbahçe basketbolu çok da iyi durumda değildi. Galatasaray’ı yenmeye başlamıştı ara sıra, ama yine Galatasaray güçlüydü. Ancak 60’lı yıllara gelindiği zaman, hatta Türkiye Basketbol Ligi falan kurulmadan önceki son dört-beş sezonda dört kere İstanbul şampiyonu oldu. Üç defa da Türkiye şampiyonluğu var Fenerbahçe’nin 1953, 1957, 1965 yıllarında. O zaman İstanbul, Ankara, İzmir şampiyonlarından dört beş takım, Ankara veya İstanbul’da Türkiye basketbol birinciliği için maçlar yaparlardı. Bunlarda üç defa şampiyon oldu Fenerbahçe. Dört tanesinde averaj farkıyla falan kaçırdı, esasen altı yedi defa şampiyon olabilecek yüzde vardı ama maalesef olamadı.

Şu anda Fenerbahçe’nin altın devirlerini söyleyecek olursak… 2005 yılına geldiğimizde bir şampiyonluğumuz vardı, 1990-1991’de Tofaş’ı finalde yendik ve Türkiye Basketbol Ligi şampiyonu olduk. Başka bir başarı yoktu elle tutulan. İlk defa Ülker ile, sayın Aziz Yıldırım zamanında sponsorluk anlaşması yapıldı ve takımın ismi Fenerbahçe Ülker oldu. Büyük bir Fenerbahçeli olan Murat Ülker, bize salon da hediye eden kişidir. Fenerbahçe Spor Kulübü’ne masraf çıkartmadan, olduğu gibi Ülker Spor ve Etkinlik Salonu’nu kendi imkanlarıyla, kulübe beş kuruş yük olmadan yapıp Fenerbahçe Spor Kulübü’ne hediye etti. Böyle bir Fenerbahçelidir kendisi. Murat Ülker sponsor olduktan sonra, Fenerbahçe altın yıllarını yaşadı.

Fotoğraf: Sabah

Yorum bırakın