Murat Yosmaoğlu: “Spor Sergi’ye Hala Geri Dönülebilir”

Salon Tribünü olarak, yaklaşık iki haftalık aranın ardından röportaj serimize yeniden hız veriyoruz. 1979’dan 1982’ye kadar formamızı giyen, uzun yıllar boyunca basketbol şubemizde idarecilik yapan ve şu anda Türkiye Basketbol Federasyonu’nda Başkan Danışmanlığı görevini yapan “Forty” lakaplı Murat Yosmaoğlu, Baran Arslan ve Erdi Tiran’ın sıradaki konuğu oldu.

• Murat Bey, ilk olarak hoşgeldiniz. Bizleri kırmadığınız için Salon Tribünü ekibi adına sizlere teşekkür etmek isteriz. Eski bir sporcumuz olarak basketbola kaç yaşında, hangi kulüpte başladığınızı ve bunun hikayesini anlatmanız mümkün müdür?

İlk önce hem yayın hayatınızda, hem de sosyal medya hayatınızda sizlere başarılar dilerim. Çok iyi bir görev üstleniyorsunuz. Özellikle Fenerbahçeli eski basketbolcuları odak almanızın, sizi daha da iyi kılacağını ve başarılı olacağınızı düşünüyorum.

Ben basketbola çok geç yaşta başladım. Benim ağabeyim üst düzey bir basketbolcuydu. Ona rağmen basketbola 18 buçuk yaşında başladım. 19 yaşında lisansiye oldum. O dönemki genç takım şimdikinden bir dönem daha yaşlıydı. Ondan dolayı genç takımda bir sene, altı maç oynadım. Mahalli Birinci Küme’de Muradiye diye bir takımdaydım. O sene maçlar biter bitmez beni A Takım kadrosuna aldılar. Tabii ki A Takım’da oynayamadım, o sene İkinci Küme’ye düştük. İkinci senemizde Muradiye A Takımı’nda, İkinci Küme’de oynadım. Orada çok iyi bir performans gösterdik.

Mahalli Küme’nin iddialı, geleneksel takımlarından İstanbul Üniversitesi Erkek Basketbol Takımı’na transfer oldum, oradan da 1977-78 senesinde Efes Pilsen A Takımı’na geçtim. Efes Pilsen’de rahmetli Doğan Abi (Doğan Hakyemez), Şeytan Billy (Billy Lewis), Aytek Gürkan, Ömürden Kısagün, Kara Mehmet (Mehmet Döğüşken), Cengiz Kayatürk gibi oyuncularla takım arkadaşı oldum. Genç oyuncu statüsünde olduğum için, geç başladığımdan dolayı o sene çok süre alamadım fakat onlarla arkadaşlıklarım kalıcıdır, hala devam eder. Basketbolda en sevdiğim, çok değer verdiğim insanlarla tanışmam orada başladı. Basketbol camiası beni orada tanımaya başladı.

• 1979-80 sezonunun başında, 22 yaşında Mehmet Baturalp yönetimindeki Fenerbahçe Basketbol A Takımı kadrosuna dahil oldunuz. Bu olaydan önce nasıl bir kariyer süreci geçirdiniz? Kadroya dahil olma hikayenizi bizlere anlatabilir misiniz?

Bir sene sonra da çocukluğumun takımı olan, 11 yaşından beri maçlarını seyrettiğim, hakikaten kendimi bir taraftarı olarak hissettiğim, kendisine çok şeyler borçlu olduğum, çok şeyler verdiğim çubuklu formayla tanıştım. Batur Abi (Mehmet Baturalp) beni transfer etti, Allah gani gani rahmet eylesin. Batur Abi benim baba yarımdı. Türk basketbolunun en önemli figürlerinden birisiydi. Filmi yapılması gereken birisi diyebilirim. Babacanlığı, hoşgörüsü, sertliği, disiplini, karizması… Her yönüyle, iyi ve bazı eksik taraflarıyla bir belgeselinin, bir filminin yapılması lazım. Batur Abi için hala geç değil, böyle bir projemiz var.

Allah razı olsun, Batur Abi bizi transfer etti. Batur Abi’nin çocukları vardır, Ömer ve Burak. Ben onların büyük abileri sayılırım. Ailenin üçüncü evladı gibiydim, belki benim gibi bir sürü insan Batur Abi’nin çocuğu gibidir. Muazzamdı. Fenerbahçe’de hem kaptanlık, hem antrenörlük yapmış, aynı zamanda milli takımda oyunculuk ve defalarca antrenörlük yapmış bir insandı. Fenerbahçe’nin Türk basketboluna armağanıydı. Teknik Üniversite’de, şampiyon takımda, Eczacıbaşı’nda, Galatasaray ve Beşiktaş’ta antrenörlük yapması, onun çok yönlü olduğunu gösteriyordu. Emeklilik döneminde hiçbir ayrım yapmadan, komplekse kapılmadan kız maçlarını anlattı. İki kişi de bulsa, yirmi kişi de bulsa aynı ciddiyetle antrenman yaptırırdı. O, basketbolun her şeyiydi. Son döneminde, tedavi olurken bile hasta yatağında o haftanın maçları ile ilgili notlar alıyordu, bana Ömer Baturalp gösterdi. 1936 doğumluydu, 11-12 yaşında Darüşşafaka’dayken başlayan basketbol aşkı, kesintisiz şekilde görkemli başarılarla devam etti. Batur Abi benim için çok özeldir, onun için uzun uzun bahsediyorum.

Mehmet Baturalp, ortada. Kaynak: Bursa Olay Gazetesi

Benim Fenerbahçe A Takım kadrosunda arkadaşlarım vardı, Coşkun Teziş ve Arif Derbent. Onlara gittim, o zaman da ayağımızda bir tane Converse var. Batur Abi beni gördü, “Ne yapıyorsun?” dedi, “Hiç abi, seyretmeye geldim” dedim. “Antrenmana gir” dedi, antrenmana girdim ve o antrenmanda bütün hepsini kestim, doğradım, attım, tuttum… Batur Abi bana hemen haber göndermiş, “Gelsin, bizimle antrenmana çıksın, transfer edelim” demiş. Batur Abi beni daha önce de seyretmiş. O zaman menajerler falan yok. Batur Abi’nin teklifi bir emirdi ve hayatımda aldığım en iyi tekliflerden birisiydi. Hala da unutamam, bir Ağustos günüydü. Ondan sonra Batur Abi ile Fenerbahçe’de çok güzel günler geçirdik.

O dönem kurallar gereği çubuklu yoktu, sarı-lacivert formayı giydik. O formayı giyerek, bütün Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar ve Karşıyakalılar için de konuşuyorum, taraftarı olduğunuz takımda oynayarak bir evliya mertebesine ulaşıyorsun. Bunun çok kutsal bir şey olduğunu düşünüyorum ve o şerefe nail olan adamlardan birisiydim. Çok kuvvetli bir takımımız yoktu. Bir sene önce takım, Galatasaray ile beraber küme düşmüştü. Gencay Şaylan bizi emir komuta zinciri içerisinde, “Fenerbahçe ve Galatasaray’sız lig olmaz” diye yeniden Birinci Lig’e aldı. Hatta ondan sonra iyi de oldu, takımın kapasitesinin üzerinde iş yaptık. Takım kaptanımız Halil Dağlı hocaydı.

Rahmetli Erdim Öztokat ağabeyimiz vardı, onun için de bir bölüm açmak isterim. Biz Batur Abi’den kaçsak Erdim Abi’ye yakalanıyorduk. O dönemlerde haşarıydık, basketbolcu dediğin haşarı ve hınzır olur. Antrenmanları en ufak şekilde suistimal etmenin ihtimali yoktu, çok çalışırdık ve çok disiplinliydik. Saha dışında ise gerçek bir aile demokrasisi vardı. Gezersin, tozarsın, oturursun, her konuyu konuşursun, tartışırsın, yemeklere gidersin… Batur Abi’nin eşi Ülkü Abla’nın yaptığı yemekler, Erdim Abi’nin antrenman sonrası otomobiliyle bizi evlere bırakması, o arabadaki sohbetler bizim olgunlaşmamızda önemli yer tuttu. O insanlarla karşılaşmak, eğitimimizin çok önemli bir enstrümanıydı. Bize çok şey kattı. Basketbol yalnızca sahada basket atmak, ribaund almak değil. Bütün basketbolcular adına konuşuyorum, hangi takım olursa olsun, bizi verdikleri disiplinden dolayı hayata çok iyi hazırladılar.

• Fenerbahçe’de geçirdiğiniz süre boyunca Halil Dağlı, Ömer Dulak, Erdim Öztokat gibi isimlerle beraber forma giydiniz. Birlikte oynamaktan ve takım arkadaşlığı yapmaktan en keyif aldığınız isim kimdi?

Vallahi benim keyif almadığım bir oyuncu vardı: Dul Kadir (Kadir Gürkan) (gülüyor). Hiç pas vermezdi. Şaka, şaka, yazın ama bunu. Tabii, Halil Hoca (Halil Dağlı) Türk basketbolunun fenomeniydi. Oynadığım oyuncuların hepsinden keyif aldım. Mesela Engin Domaniç vardı, şimdiki modern basketbolu oynardı. Fensal Gürkan vardı, tüm basketbolcuların örnek alması gereken bir kişiydi. Ne zıplayabilirdi, ne koşabilirdi, ne de çok hızlıydı ama müthiş akıllıydı ve çok çalışarak, basketbola aykırı fiziği ve ağırlığına rağmen sayı krallığında ikinci, üçüncü oluyordu. Müthiş ribaund alırdı, basketler atardı, şutlar sokardı, insanların çalışarak Türk basketbolunda nerelere gelebileceğini gösteren bir oyuncuydu. Benim çocukluk arkadaşımdır, basketbolda takdir ettiğim iki üç insandan birisidir. Basketbol ömrü uzun olmadı ama müthiş bir basketbolcuydu. Oynadığım basketbolculardan çok şey öğrendim ve takım arkadaşı olup da görüşmediğim yoktur. Oynadığımız takımlar, özellikle Fenerbahçe kutsaldı. Antrenman sahalarımız da kutsal yerlerimizdi.

• Çubuklu forma altında oynadığınız en unutulmaz maç hangisiydi?

Bir tane var, tartışmasız Türk basketbol tarihinin en önemli maçıdır. Fenerbahçe – Galatasaray maçıdır. Onlar sekizinci, dokuzuncu; biz yedinciyiz, sekizinciyiz falan… Altunizade’de, Burhan Felek’te maçı yapıyoruz, maçın bitmesine bir saniye var. Ben sahanın içindeyim, Erdal da karşı tarafta. Sahadaki beşi sayıyorum: Kadir Gürkan, Engin Domaniç, ben, Halil Dağlı, Ömer Dulak. Son iki dakika kala herkes beş faul aldı, oyuna girdim, Nusret Abi’ye (Nusret Işıldaksoy) bir blok yaptım. Maçın bitmesine bir saniye kala üç sayıyla mağlubuz. Ömer Dulak’a faul yaptılar. Üç sayı kuralı yok ve Ömer faul atıyor. Birincisini attı, iki sayıya düştü. Döndü ve Batur Abi’ye baktı, “Atayım mı?” dedi, Batur Abi “At” dedi. İkinciyi de soktu, bitime bir saniye var ve bir sayı gerideyiz.

Yıldıray Aygören potanın altında topu aldı, heyecanla fırlattı. Top karşı sahaya gitti, hiç kimseye değmedi. Bitime yine bir saniye var, top bizde ve yandan çıkartıyoruz. Kadri koşarak yan tarafa geldi ve topu aldı, ben orta sahanın ucundayım. Kadri bana doğru pası attı, Engin Domaniç arkadan “Bırak!” diye bağırdı. Benim zaten şutum yok, o topu tutamam, tutmak istemiyorum. Topu bıraktım, Engin Domaniç yedi buçuk sekiz metreden topu aldı, attı, havadayken süre bitti ve top girdi. Bir saniye kala o maçı kazandık.

Maçı televizyon da veriyordu, fakat tüm araştırmalarıma rağmen, benim bir araştırmacı tarafım da vardır, TRT’de üzerine film çekildiği için görüntülere ulaşamadık. Tarihin derinliklerinde kaybolup gitti. Bu arada enteresan bir şey var: Galatasaray seyircisi tribünde “Nasıl yendik Fenerbahçe’yi” diye bağırıyor, Fenerbahçe seyircisi çıkmış, biz beş dakika sonra o kadar sevindik ki Fenerbahçeliler içeri girdi, tekrar kutlama yaptık. 1979-80 sezonu.

• Kulübümüzde oyuncu ve menajer olarak bulunduğunuz süre zarfında yaşadığınız en ilginç, unutulmaz olay ne idi?

Vallahi hem Bayan Basketbol Takımının menajerliğini yaptım, hem de altyapılardan sorumlu menajerlik yaptım. Bana üç kere Erkek Basketbol A Takım menajerliği teklif edildi, üçünde de işimden dolayı, o zamanki konjonktürden dolayı “Hayır” dedim. O zaman profesyonel değildim, şimdi böyle bir şey teklif edilse “Hayır” diyene şaşırırım.

O kadar çok olay yaşadık ki, birini birinden ayırt edemeyiz. Çok kuvvetli olmadığımız dönemlerde aldığımız mağlubiyetler sonrasındaki üzüntülerimizden tutun, şampiyon olduğumuz, sabahlara kadar eğlendiğimiz, üç gün uyku uyumadığımız anlara kadar… Bugünkü Fenerbahçe – Galatasaray rekabetinin yaratılmasındaki, Türk basketbolunun bir yerlere gelmesindeki katkısından dolayı Aziz Yıldırım’ı söylemek durumundayız. Kendisiyle anlaşırsın, anlaşamazsın, yönetim tarzı doğruydu, yanlıştı, bunların hepsi geride kaldı. Bayan basketbolunda yarı finaller ve finaller oynanıyorsa, Avrupa şampiyonluğu kovalanıyorsa Aziz Yıldırım’ın çok önemli katkısı olduğunu düşünüyorum.

Çok hikayeler var, onların hepsini anlatmıyorum ama… Bayan basketboldan bahsetmişken, rakiplerimize gönderme yapmak istiyorum: Bir dönem Galatasaray ile, bir dönem BOTAŞ ile, bir dönem Beşiktaş ile rekabet ettik. Türk bayan basketbolunu yukarı taşıdılar, onlara da takdirlerimi iletiyorum. Çünkü tek başına büyük olamazsın. Mustafa Kemal’in söylediği gibi, rakibin ne kadar büyük ve kahraman olursa sen de o kadar iyi olursun. Ben klasik taraftar gibi düşünmüyorum, rakiplerime çok saygı duyuyorum ve onlara değer veriyorum. Yendiğimiz zaman seviniyoruz, yenildiğimiz zaman üzülüyoruz, o ayrı bir konu. Bu, çok önemli. İlk önce basketbol ve arkadaşlık vardır, sonra kulüp gelir.

Efes Pilsen A Takımı, 1978-1979 sezonu. Murat Yosmaoğlu, alt sıranın sol başında. Kaynak: ayaktakileroturanlar.com

• Basketbol takımımızın sizin döneminizde sahip olduğu fiziki şartlar, yani antrenman sahaları veya soyunma odaları gibi imkanlar nasıldı? Bu şartları şu anki imkanlarla karşılaştıracak olsanız neler söylersiniz?

Oynadığımız oyunun ismi basketbol, ama apayrı, fizikler apayrı, saha şartları ayrı. Sergi Sarayı’na gidersin, sezonda 70 tane antrenman yaparsın, ya ikisinde, ya üçünde sıcak su olur. Soğuktur, saha bulamazsın. Fiziklere geldiğinde, bizim dönemimizde şöyle bir slogan vardır: “Ya, Yugoslavları görüyor musun, herkes iki metre”. Ben 1.85 boyumla pivot oynardım. Şimdi bütün takımlar iki metre. Fizik değişti, basketbol süratlendi. Aynı yemek gibi düşünüyorum: Bir yerde çok güzel bir yemek yemişsindir, tadı damağında kalmıştır, o güzeldir. Sonrasında da başka yemekler yemişsindir. O dönemde oynanan basketbolun kendine göre bir güzelliği ve hoşluğu vardı, bugün de kendine göre bir hoşluğu, güzelliği var. İkisini karıştırmamak ve hiç karşılaştırmamak gerekir. Bu büyük bir yanılgı. O, o dönemde güzeldir.

• Galatasaray derbileri, branş ve zaman fark etmeksizin her zaman özeldir. Bu derbilerin sizin döneminizdeki atmosferini anlatabilir misiniz?

Bunlar zaten büyük. Bunları farklı kılan, eşsiz kılan o rekabet. Çok iyi bir takım değildik, Sergi Sarayı’nda beş bin kişiye oynuyorduk. Galatasaray’da oynayan arkadaşlarımızla ertesi gün okulda beraberdik. Onlar da rekabetin ne kadar iyi olduğunun bilincindeydi. Zaten kurulurken şampiyonluk değil, birbirlerini yenmeleri önemliydi. Çok değerlidir, hala da çok değerli olduğunu düşünüyorum. Seveceksin, saygı duyacaksın, herkes yenmek için çalışıyor. Bütün takımlar için söylüyorum: Dışarıdan konuşmayla veya karşı tarafı küçük düşürmekle olmuyor. Hepimiz aynı gemideyiz.

Efes Pilsen maçları için de şunu söyleyebilirim: Efes tabii ki Türk basketbolu için çok önemli bir değer. Fakat Efes’in yapamadığı bir şey var. Efes bir ailenin takımı. Efes çok önemli başarılar elde etti, Türk basketbolundaki herkesin gönlüne girdi fakat o “network”ü (sosyalliği) yapamadı, herkesi kucaklayamadı. Fenerbahçe – Efes rekabetini Fenerbahçe – Galatasaray rekabeti gibi görmüyorum. Şu an Avrupa’nın en iyi basketbolunu oynuyorlar, kırk senedir yaptıkları işler çok önemli. Tek eleştirdiğim nokta, daha sempatik, kucaklayıcı olmaları gerektiği.

Şu anda sahada Türk oyuncular yerine yabancıların oluşu ise bir “fact” (gerçek). Bu doğru bir şey. Erdal’ı yaralıyor, Osman’ı yaralıyor, beni yaralıyor. Üst düzey rekabette Türk oyuncuların olmayışı, Türk basketbolunu seven insanları yaralıyor. Şimdi hem Efes’te, hem Fenerbahçe’de, hem Galatasaray’da bir Türk oyuncu iyi oynadığında, veya Milli Takım’da bir oyuncu iyi oynadığında, NBA’e veya Avrupa’ya oyuncu gönderdiğimizde çok seviniyoruz. Burada anlaşalım. Ama dünya öyle bir yere geldi ki, Kızılyıldız’da bir Sırp oyuncu var, bildiğiniz gibi Sırplar şovendir, dört tane de siyahi var. İyi bir Sırp basketbol adamıyla konuştuğun zaman, kendi basketbolunun Amerikan basketbolundan daha iyi olduğunu savunur. Ama onlar bile yeni basketbol düzenine yenilmiş vaziyette. FIBA ve EuroLeague’in getirmiş olduğu kurallar gereği, dünya oraya gidiyor. Bir basketbol seyircisi, sahadaki oyuncunun rengine bakmıyor, oynanan basketbola bakıyor. Bu durum futbolda da böyle. İngilizler futbolu bulmuşlar ama Premier League’de İngiliz oyuncu yok. Bu, benim veya basketbol adamlarının çözebileceği bir şey değil. Dünya değişiyor. Doğru mu? Yanlış mı? Onu da bilmiyorum. Buna bir cevap veremezsin. Kısıtlama getirirsen liginin marka değeri düşecek, sponsor gelmeyecek. Kosova Ligi gibi olursun. Hakemler Türk, antrenörlerinden biri Türk, menajer yabancı, tabii ki hoş değil. Daha çok salon yapacaksın, gençlere daha çok spor yaptıracaksın, onları daha çok eğiteceksin ve üst düzeye çıkaracaksın. Yunanistan 10 milyonluk bir basketbol ülkesi, onlar da geriye düşmüş. 6-7 milyonluk İsrail’de basketbol ata sporlarından biridir, onlar da oyuncu çıkaramıyorlar.

• 1983, Fenerbahçe’de oyuncu olarak geçirdiğiniz son yıl olmuştu. Kulüpten ayrılmanızın sebebi neydi? Sonraki süreçte hangi kulüplerde oynadınız ve aktif sporculuğu kaç yaşında bıraktınız?

O sene Ali Şen başkan oldu, Batur Abi ayrıldı, Önder Abi (Önder Okan) geldi, Aliço (Ali Limoncuoğlu) transfer oldu. Calvin Roberts ve Efes Pilsen’den Hakan Artış geldi, şampiyonluğa oynayacak bir takım kuruldu. Alttan da Kemal Dinçer ve Ali Sile gibi iyi oyuncular gelmişlerdi. Bizim zamanımız dolmuştu, orada oynayacak kapasitede değildik, dolayısıyla ayıklandık, doğal seleksiyon. Bir şey olmadı yani. Ayrılırken de mutluydum, biliyorduk, görüyorduk. Sen orada, şampiyonluğa oynayacak takımda Calvin ve Efe’nin (Efe Aydan) yanında antrenman bile veremezsin.

• 1993’ten 2005 yılına kadar kulübümüzde idarecilik yaptınız. Sizin için nasıl bir deneyim olmuştu?

Söylemiştim, Erkek Basketbol Takımı menajerliği bana üç defa teklif edildi. En son Aziz Yıldırım zamanında Mahmut Abi (Mahmut Uslu) teklif etti, “İki ayda beni kovarsınız, istemiyorum, benim işim gücüm var. İşimi yaparken bayan basketbolu idare ediyorum ama orası zor” dedim. Çünkü A Takım başka bir yerdi. Altyapılarda önemli antrenörleri delege ettik. Menajerlik yaptığım dönemde yalnızca sadece altyapılar ve bayan basketboldan sorumlu değildim, bir sürü şeyi bana sorarlardı.

Murat Yosmaoğlu. Fotoğraf: basketdergisi.com

• Murat Yosmaoğlu denince belki de akla gelen ilk şey, “Forty” lakabınız. Bu lakabınızın hikayesi nedir?

Kısaca anlatayım: Genç takımda çok geç yaşta başlamıştım. Ataköy takımına karşı bir maç yaptık. Veliefendi Hipodromu Ataköy’e yakın olduğundan dolayı, jokeyler çocukları için bir takım kurmuşlardı. Ben de basketbola yeni başlamıştım. Jokeyler kısa boylu olduklarından çocukları da kısa boyluydu. Bir maçta hücum ribaundları aldım, attım, falan… Soyunma odasında “Bu Amerikalıya benziyor” dediler. “Ulan, kaç attım?” dedim, bir tanesi de “Bu zenci gibi, fourty points (kırk sayı)” dedi. Oradan ismimiz “Forty” kaldı. Rahmetli Samim Amasya, bana o lakabı taktı.

• Döneminizde maçların oynandığı Spor ve Sergi Sarayı, tüm konuklarımıza sorduğumuz bir konu başlığı. Spor Sergi sizin için ne ifade ediyor?

Çok önemli bir konu. Spor Sergi, hala kanayan bir yaradır. İstanbul’un kalbinde yer alıyordu. Bu aralar Spor Sergi üzerine çalışıyorum, önümüzdeki dönemlerde ona dair bir röportaj vereceğim. Dışarıdan baktığın zaman çok iyi bir mimarisi vardı, fakat 1950’lerin sonunda yapılması sebebiyle içerisi çok kullanışlı değildi. Fakat biz bunu o dönemde göremiyorduk. 70 ve 80’li yıllarda Türkiye dünyaya çok açık olmadığı için, Avrupa’daki yeni salonları bilmediğimiz için bizim için en iyi salonlar Sergi Sarayı ve Atatürk Spor Salonu’ydu. Sergi Sarayı iç mimari olarak çok hoş bir yer değildi. Fakat karşılaştırma yapmadığımız için çok sevdiğimiz bir yerdi. Basketbolun kalbi orada attı.

Hatırlıyorum, çocuktum, rahmetli annem ve babam beni Medrano Sirki’ne götürdüler. Sonrasında, 16-17 yaşında güzellik yarışmasına gittik. Üniversiteler Güreş Şampiyonası vardı, ona gittik. Sporla çok ilgilendik, Spor Akademisi döneminde Türkiye Boks Şampiyonası’nı seyrettik. Bir sürü derneğin kongreleri, her şeyleri orada yapılıyordu. Çok önemli bir yerdi. Bence politikacıların spora faydasının olması lazım, o dönemde burayı kapatan Nurettin Sözen (dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı) ihanet etmiştir. Biz bu konuda gösteri de yaptık, el ele tutuştuk…

Oraya gittiğimizde günde 2-3 maç izlerdik. Sabah girer, akşam çıkardık. Türkiye’nin, İstanbul’un kültürel ve entelektüel düzeyini yukarıya çıkartan bir yerdi. İstanbul’un bir arterinin üzerindeydi. Tiyatroların, restoranların, eğlence yerlerinin yanındaydı. Her yere yakındı. İskeleye yakındı, tramvaya yakındı, otobüse yakındı. Şıklığın, inceliğin, zerafetin temsiliydi. Çok önemli bir şey söyleyeceğim, belki benim boyumu biraz aşabilir ama hala geriye dönülebilir. Aynı şeyi söylüyorum. Bu röportajın en önemli kısmı. Oranın sorumlusu kimse, belediye ise, devlet ise orayı kongre merkezinden spor salonuna hala rahatça dönüştürebilir. Yan tarafında tiyatro, ön tarafında Harbiye Açık Hava Sahnesi, hemen yanında oteller, metro ve restoranlar… Hala 3000 kişilik, herkesin koşarak gideceği, oradan çıkıp yemeğini yiyebileceği, sosyalleşeceği müthiş bir yer olabilir. Geriye dönülebilir, bu cesur politikacılar ve karar verenlerin işidir. Burayı çevirenin küçük bir büstünün, ölümünden sonra oraya konulacağını düşünüyorum.

Önde Harbiye Açık Hava Sahnesi, arkada Spor ve Sergi Sarayı. Kaynak: modamuzayede.com

• Fenerbahçe’miz, basketbolda son 15 yılda büyük bir atılıma geçti ve herkesin malumu olduğu üzere, 2017’de Avrupa’nın en büyüğü oldu. Bu süreci ve takımın bu sezonki durumunu nasıl görüyorsunuz?

Şahane, şahane. Bu işlerde Aziz Yıldırım ve Mahmut Uslu’ya teşekkür etmek lazım. Hemen peşinden Ali Koç’a, Murat Ülker’e, Ferit Şahenk’e teşekkür etmek lazım. Birbirlerinden ayırt etmeden, bu işi Aziz Yıldırım ve Mahmut Uslu başlatmıştır, Ali Koç devam ettirmiştir. Murat Ülker A lisansını alıp ismini vermiştir, salonu yaptırmıştır, unutulmazlar arasına girmiştir. Peşinden bayrağı Ferit Bey almıştır ve devam ettirmiştir.

Müthiş bir şey yapılıyor, eksiğimiz var mı? Var. Demin konuştuğumuz gibi, Fenerbahçe bence altyapıya biraz daha önem vermeli. Fenerbahçe, Türk basketbolunun lokomotiflerinden bir tanesi. Real Madrid gibi, Barcelona gibi altyapıdan daha üst düzey oyuncular yetiştirilebilir. Luka Dončić nereli? Sloven. Senin de salonun ve tesisin var, sen de bul. Avrupa’nın en şık, en zarif, en lüks; işletmesi, aydınlatması ve seyircisi ile en hijyenik salonuna sahipsin. Harcanan paraya girmiyorum, o ayrı bir konu. Artıları ve eksileri var. Ama Fenerbahçe’nin muhakkak altyapıya yatırım yapmasını ve yetiştirdiği oyuncuları oynatamasa bile Türk basketboluna sunarak hizmet etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir kritik nokta daha var: Maurizio Gherardini’nin yanına, gittiğinde onun yerine gelecek güçlü bir Türk idareci getirilmeli. Fenerbahçe’de çok önemli bir potansiyeli var. Çağırdığında herkesi getirebilir. Bu, Beşiktaş ve Galatasaray için de geçerli. Onlar da yapabilirler.

Murat Yosmaoğlu, kulüp üyeliğinde 40. yıl plaketini başkan Ali Koç’un elinden alıyor, 26 Ekim 2019. Fotoğraf: fenerbahce.org

• Şu anda Türkiye Basketbol Federasyonu’nda Sosyal İşlerden Sorumlu Başkan Danışmanlığı görevini yürütüyorsunuz. Bu görevinizi anlatmanız mümkün müdür?

Herkes bana söylüyor, “İyi yapıyorsun” diyor, ben bu görevi tek başıma iyi şekilde yapamıyorum. Ben ne yapayım? Bana camia ve federasyon müthiş arka çıkıyor. Bizde şu var: “Abi ben şunu yapacaktım, mani oldular, bilmem ne”. Bana hiç mani olmuyorlar, devamlı yol açıyorlar. Federasyon Başkanı Hidayet Türkoğlu’na, Ömer Onan’a, federasyon yönetimine teşekkür ederim. Ben federasyonda çalışan güvenlikçi adına da iş yapıyorum. Türk basketbolu adına iş yapıyorum. Ayrıca eski basketbolculardan sorumlu olduğum için onların hepsi ile istediğim zaman konuşabiliyorum. Onlar da bana bu desteği veriyor. Yaptığımız nedir? Onun sağlığı, onun maç bileti, onun hakkının teslim edilmesi, onun plaketi… İnsanları onore ediyoruz. Benim yaptığım işte rekabet yok, karşılık yok, rakibim yok. Ben bu işi gönülden yapıyorum ama bana yardım da ediyorlar. Sevdiğim işi yapıyorum. Sevmemin nedeni de basketbol camiasındaki insanlar ve federasyon.

• Son olarak, bu röportajı okuyan Fenerbahçelilere mesajınız nedir?

“Kanaryalar, kadrolar.” Benim sloganım budur, bunu herkes bilir. Bu önemlidir. Fenerbahçe’yi seviyoruz. Takımı takip etmeye devam etsinler. Bu sporda kazanmak da var, kaybetmek de var. “Yenilsen de, yensen de, taraftarın seninle.” Bu bir aşk, bir yaşam şekli. Eleştirileri de bilinçli yapmalıyız. Nefes almalıyız, iki gün sonra yapmalıyız. Yöneticiler, herkes bu işi o kadar çok düşünerek yapıyor ki… Biz fevri bir şey yapmamalıyız. Taraftarlık dünyanın her yerinde böyledir. Zor iştir.

Yorum bırakın