Fenerbahçe Tribünlerinin Kimlik Sancısı

Görkemli geçmişine rağmen bugün büyük bir kan kaybı yaşayan Fenerbahçe tribünleri, endüstriyel sporun ve daralan özgürlük çemberinin gölgesinde eski günlerini arıyor. Konuk yazarımız Memduh (@baskancokfevri), tribünlerimizin yaşadığı sorunları, rant kavgasını ve geleceğe dair öngörülerini kaleme aldı.

Neler Olmuştu?

Aslında her şey Fenerbahçe Stadı’nın yeniden yapılmasıyla, yani 20 yıl evvel başladı. Yeniden yapılmış Fenerbahçe Stadı, Türkiye’nin en modern stadı olmuştu. Bu gelişme, amatör ruhun selasını okumuş ve Fenerbahçe tribünlerindeki büyük dönüşümün işaret fişeği olmuştu. Büyük bölümünü semt gruplarının oluşturduğu ve bu kadar büyük paraların dönmediği Fenerbahçe tribünleri, kendini bir anda büyük bir rant denizinin içinde buldu. Bu rant denizi, ilerleyen yıllarda büyük sürtüşmelere neden olacak, hatta bazı büyük adli olayların da sebebi olacaktı

Yıllar ilerledikçe başarı ve başarısızlık durumuna göre sevinçler, hüzünler, öfke patlamaları doğal olarak birbirini takip etti. Fenerbahçe yönetimi ile tribünün en güçlü grubu arasında yaşanan sürtüşmeler, artık yerini net bir düşmanlığa bırakmıştı. Tüm bunların ardından 3 Temmuz sürecinin başlaması, bazı iplerin kısa bir süreliğine de olsa gevşemesine sebep olmuştu. 2011 Temmuz ile 2012 Temmuz arasında Fenerbahçe tribünleri, bazı çatlaklara rağmen bir arada durmayı başarmıştı.

Gerçeklerden günbegün uzaklaşmasını üzülerek izlediğimiz bir pankart. Fotoğraf: Tolga Ferhatoğlu

Ekim 2012’de Alex de Souza’nın gönderilmesinin ardından taraftarla yönetim arasındaki ipler bir anda gerilmiş, bu olay Fenerbahçe camiasının arasındaki ilk büyük hizipleşmeyi doğurmuştu. Artık “Alex’i sevenler” ve “az sevenler” yahut “hiç sevmeyenler” olarak iki tane net blok vardı. Bu gelişmelerin ardından Fenerbahçe, UEFA Avrupa Ligi’nde şampiyonluğa oynar hale gelmiş, ertesi sene de Nisan ayında tarihi bir şampiyonluk elde etmiş, bu şampiyonluğun kutlamasında dönemin başkanı Aziz Yıldırım “Alex” sloganı atan grubun bulunduğu tribüne dönerek hakaretler etmişti. İlk büyük hizipleşmenin üstü bir süre örtülse de Fenerbahçe, artık üzerinde kara bulutlar dolaşan bir camia haline gelmişti.
Kara bulutlar, yer yer ortasından bir yıldırım çıkarıp Fenerbahçelilerin üstüne gönderiyor, yer yer de gürleyip sel ve taşkınlara sebep oluyordu. Artık Fenerbahçe için değişim zamanı gelmişti ve taraftarın da yoğun desteğiyle Aziz Yıldırım dönemi kapanmış, Ali Koç dönemi başlamıştı.

Yukarıda özetini verdiğim olaylar silsilesi, aslında bir çürümenin hikayesidir. Sosyal medyanın, rant kavgasının, “En büyük benim!” iddiasının ortaya çıkardığı bir çürüme hikayesi… Bana göre bu hikâyenin başlangıcı, stadyumun yeniden inşasıyla başlamıştır. Stadyumun yeniden yapılması, beraberinde “arsa-borsa”, “taraftar-seyirci” çatışmalarını getirmiştir. Bu çatışmalar büyük çıkar gruplarını, hizipleşmeleri, hizipler arasındaki hizipleri doğurmuştur. Sosyal medya, insanlar arasındaki etkileşimi artırırken, tribünlerin çözülmesinde bir çarpan etkisi oluşturmuştur.

Mazide kalan Efsane Maraton’un son yılları.

Çıkar Grupları ve Hizipler

Tribünler, kitlelerin kolaylıkla örgütlenebildiği ve sosyalleşebildiği devasa alanlardır. Bazı kirli insanlar, bu örgütlü gücü ve sosyal ortamı kendi lehlerine yıllarca kullanmışlardır. Belki de bu durum hala devam etmektedir. Bahsettiğim çıkar grupları, bazı kirli odaklarla kurdukları bağlar sayesinde tribünleri kendi geçim kaynakları haline getirmişlerdir. Tribünler, artık kirli odakların at koşturduğu bir yer haline gelmiş, huzursuzluğun ve gerginliğin sembolü olmuştur.

Tüm bunları engelleyeceği iddia edilen 6222 Sayılı Kanun, e-bilet denen bir sistemin doğmasına neden olmuş, çıkar grupları da kısa bir sürede bu sistemin üzerine eklemlenmeyi başarmıştır.Özellikle e-bilet düzeninin tüm spor komplekslerine tamamen yerleşmesinin ardından, çıkar grupları kayıt dışı ticaretlerini online ortama taşımışlardır. Yani artık karaborsa stadyumların ve salonların önünde değil, online ortamda yapılır hale gelmiştir. Karaborsanın tribünlerin geçim kaynağı haline gelmesi yozlaşmayı artırırken, bir yandan da grupların artmasına neden olmuştur.

Tribünlerin geçim kaynağı haline gelmesi, bazı insanların zihninde “Hani bana?” sorusunun belirmesine neden olmuştur. “Hani bana?” diyenler isyan etmiş, yeni hizipler yaratmış ve nihayetinde yeni ittifaklarla bağımsızlığını ilan etmiştir. Artık Fenerbahçe Stadı’nda, her tribünde “başkasının borusu” öter haline gelmiştir. 

Taraftar Mıyız, Seyirci Mi?

Kombine alan, dekoder alan, mağazadan alışveriş yapan bir insandan taraftar gibi davranmasını beklemenin ya da maksimum derecede bağlılık talep etmenin, hayatın doğal akışına uygun olmadığını düşünüyorum. “Bilet al, alışveriş yap ama hep destekle” denildiğinde “Tamam ama…” diyecek insanların sayısı hayli fazladır.
Stadyumlara gelip seyrettiğimiz, peşinden tezahürat tutturduğumuz şov, artık yüksek ücretlere satılan bir ürün. Bu ürün, diğer ürünlerden farklı olarak iade edilemeyen, edilemediğinde de beraberinde krizler doğuran bir ürün. Yani “Ben bu oyunu beğenmedim, tekrar oyna!” diyemiyorsun. Bu noktada Fenerbahçeliler, bir kimlik sancısı (taraftar-seyirci) yaşamaya başlıyor. Bu sancılar da krizleri tetikliyor.

“Taraftar-seyirci” karmaşasının en yoğun yaşandığı alanlardan birisi olan Ülker Sports Arena’da, tribün kültürünü yaşatmaya çalışan Sarı Tribün. Fotoğraf: twitter.com/sensiblex

Tribünlerin Deplasman Otobüsüne Dönüşmesi

Fenerbahçeliler, maç öncesini stadyumun çevresinde geçirirken maç saatine doğru stadyuma giriş yapmaktadır. Maç öncesi yoğun bir şekilde alkol tüketen bazı Fenerbahçeliler, aynı anda hep bir ağızdan şarkılar türküler söylemektedir. Maç öncesi ortaya çıkan bu görüntüye, deplasman otobüslerinde de sıkça rastlamaktayız. Asıl problem, Fenerbahçe tribününün maçın başlama düdüğüyle beraber yorgunluğun etkisiyle yalpalaması ve maçın büyük bir bölümünde arabesk şarkılar söylemesidir. Bunlardan ötürü maç anında büyük bir kakofoni oluşmakta, tribünler ses birliğine ulaşamamaktadır. Tüm bunlar, öncesinde anlattığım şeylerin neden olduğu sonuçlardır. Sahada gerçekleşen şey ile tribünde bağırılan şeyin aynı frekansta buluşmaması, arabesk şarkıların ısrarla söylenmesi, tribünlerin etkisini sıfıra indirmektedir. Tribünler, ne yazık ki içinde arabesk besteler söylenen kocaman bir deplasman otobüsü izlenimi vermektedir.

Tribün Grupları ve Yönetim İlişkisi

Tribün gruplarıyla yönetimin ilişkisi, çok hassas bir denge içinde yürür. Taraflar, birbirlerinin sınırlarını aşınca orada sorunlar meydana gelir. Nitekim özellikle deplasman maçlarında gruplara pay edilen bilet sayısı, bazı grupları tatmin etmeyince büyük gerginlikler ortaya çıkmaktadır. Yönetim, tribün gruplarına imtiyaz tanıyıp işlerini kolaylaştırırken, bir anda kendisini bir krizin içinde bulmaktadır.

Öte yandan kulüp siyasetinde etkin olmak isteyenler de tribün gruplarını kendi ajandasına göre yönlendirmektedir. Gruplar, birileri güdümünde hareket etmeye başlayınca Fenerbahçelilik kavramı zayıflarken “Şahısbahçelilik” kavramı ortaya çıkmaktadır. 

Çarpan Etkisi Olarak Sosyal Medya  

Sosyal medya – özellikle Twitter- Fenerbahçe tribünlerinin ve camiasının kimlik sancısı yaşamasına neden olan en önemli faktördür. Etkileşim ve haberleşme kolaylığı bazı şeylerin tartışmaya açılmasını sağlıyor, tartışmalar yeni fikirleri doğuruyor, yeni fikirler de mıknatıs gibi insanları çekerek kümeler haline getiriyor… Kümeler tarafları oluşturuyor ve Fenerbahçe çatısı, insanların çatışma alanı haline geliyor.  Haberleşme kolaylığı, teoride iyi bir şey gibi gözükse de sevginin yoğun yaşandığı yerlerde asla iyi bir şey değildir. Bu durum, insanları kendi Fenerbahçe’sini tutar hale getirmiştir.  Artık insanlar takımı değil, oyuncuları ya da teknik direktörleri tutmaktadır, bu durum tribünlerin de ruhani birliğine engel olmaktadır.

Öte yandan futbol veya basketbol maçlarını seyretmek için tribünlere gelenlerin yarısı, ellerinden telefonu düşürmemektedir. Bazısı sürekli hikâye atarken, bazısı canlı yayın yapmakta, bazısı ise YouTube kanalı için video çekmektedir. Bunca sorun ve sıkıntılarla boğuşan tribünlere, bir de sosyal medya için var olan insanlar eklenince tribünlerin sorunları iyice çözümsüzlüğe doğru gitmektedir.

Sosyal medyada Fenerbahçe taraftarlarının iyi niyetini kullanan ve yasadışı bahis sitesi reklamları ile gelir elde eden kişiler, camianın rahatsız olduğu konulardan birisi.

“Peki, Ya Ne Olacak?”

Geldiğimiz bu noktada büyük bir endüstri haline gelen futbol, kendi taraftar türünü yaratmıştır.  Artık taraftarlar ürününü alan, biletini alan ve en iyisini talep eden kişilerdir. Artık tribün kültürü, yavaş yavaş “futbol kültürü” haline gelmektedir. Kırıntılarını takip ettiğimiz tribün kültürü, muhtemelen 15-20 yıl içinde tamamen yok olup yerini futbol kültürüne bırakacaktır. Tahminimce Fenerbahçe, bu dönüşümü en çabuk tamamlayan kulüp olacaktır. Bunu en çabuk tamamlayacak olmamızın nedeni ise, bu sürece en erken giren kulüp olmamızdan kaynaklanmaktadır. Tribünlerimizin kimlik sancısı, bir doğumun habercisidir. Doğmakta olan ise, köklerini endüstriyelleşmeden alan futbol kültürüdür. Futbol kültürü… Yani elinde sosisli sandviçiyle hop oturup hop kalkan, takımının lisanslı ürününü giyen biri… 

2009 yılından, Kadıköy’de bir “bilet fiyatı” protestosu.

Yorum bırakın