Oğuz Savaş: “İlk Final-Four’un Parçası Olmak Çok Özeldi”

2006 ve 2015 yılları arasında formasını giydiği Fenerbahçe’mizde EuroLeague Final-Four’u dahil olmak üzere sayısız başarıda payı olan ve şu anda Basketbol Süper Ligi ekiplerinden Bahçeşehir Koleji’nde forma giyen eski basketbolcumuz Oğuz Savaş, kariyerini Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran’a anlattı.

Değerli Oğuz Bey, öncelikle merhaba. Salon Tribünü ekibi olarak, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederiz. 13 Temmuz 1987 tarihinde Balıkesir’de doğdunuz. Çocukluk ve gençlik yıllarınızı, basketbola başlama hikayenizi anlatabilir misiniz?

Tabii, söylediğin gibi 13 Temmuz 1987 tarihinde Balıkesir’de doğdum. Balıkesir’de basketbola başlangıcım, aslında çok da tesadüfi olmadı. Çünkü ben zaten küçükken de yaşıtlarımdan çok uzundum. Ağabeylerim de benim gibi olduğu için, onlar zaten benden önce basketbol oynamaya başlamışlardı. Benden altı yedi yaş büyük iki ağabeyim var, onların peşinden ben de daha ilkokulda basketbol oynamaya başladım. Boyum da uzun olduğu için severek oynamaya başladım. Sonra Balıkesir’de bir okul takımında ve Balıkesir Belediyespor’da oynamaya başladım. Daha sonra, 12-13 yaşına geldikçe baktık, boyum uzun, iyi gidiyorum, ağabeylerimin de yardımı ile İstanbul’a geldim, Ülker’de oynamaya başladım. Böylece Balıkesir’den İstanbul’a gelmiş oldum.

2004 ve 2006 yılları arası Ülkerspor’da forma giydiniz, bu sürecinizi bizlerle paylaşabilir misiniz?

Balıkesir’den geldikten sonra, 13 yaşında Ülkerspor’un küçük takımında başladım. Daha sonra A Takım’a kadar çıktım, bu da 2004 ile 2006 yılları arasına tekabül ediyor. 2004-05 sezonunda çok genç bir oyuncuydum, 17 yaşındaydım, sürekli takımla beraberdim ama fazla oynama şansım olmamıştı. Çok fark olan maçlarda oynamaya başladım, bir sonraki sezon olan 2005-06 sezonunda işler benim için biraz değişti. O zaman başantrenörümüz Ergin Ağabey’di (Ergin Ataman), sezon başında, hazırlık döneminde uzun yabancımız sakatlanmıştı, o da bana fırsat verdi. Ben de iyi değerlendirince, bana güvendi. O sezon, beni bir genç oyuncu için çok ciddi sayılabilecek sürelerde kullandı. Benim de gelişimimdeki, yukarılara çıkmamdaki en önemli etken, o sezon aldığım süre ve gösterdiğim performanstı. O yüzden 2004 ve 2006 yılları, benim için Ülkerspor’da çok güzel bir başlangıç ve çok güzel bir dönem oldu diyebiliriz.

Fenerbahçe – Lietuvos Rytas, 28 Şubat 2008. Fotoğraf: Vedat Danacı

Ülkerspor ile Yeşilyurt arasında yapılan pilot takım anlaşmasından dolayı, Genç Takım ile A Takım’da oynama şansını yakalamıştınız ve her iki ligde de ilgi çekici bir performans göstermiştiniz. Ayrıca Avrupa Şampiyonası’nda gelen ikincilik, kariyerinizde başka bir değerli köşe taşı oluşturmuştu. Bu günlerden aklınızda kalanlar neler?

Evet, 2004’ten önce Genç Takım’da oynarken Ülker ile Yeşilyurt arasında bir anlaşma vardı. Yeşilyurt’ta, pilot takımda 2. Lig’de oynadım. Zaten Ülker’e, A Takım’a çıkmadan önce 2. Lig’de oynanam, benim için çok değerliydi ve orada hem özgüvenim geldi, hem de kendimi geliştirmem için önemli bir fırsattı. Tabii 2000 yılından başlayıp, A Takım’a çıkana kadarki bu süreçte altyapı milli takımlarında dört tane Avrupa ikinciliğim var. Bu da tabii benim için değerliydi, çünkü çok önemli bir jenerasyonun parçasıydım. Bir yandan bu 86-87 jenerasyonu, çok değer gören ve göz önünde olan bir jenerasyondu. O jenerasyonun bir parçası olmam da benim için önemliydi, çünkü göz önünde olduğumuz için, kendimizi göstermek için daha önemli fırsatlar vardı. Ben de Yeşilyurt’ta, 2. Lig’de başlayarak, bir sonraki sene Ülkerspor A Takımı’na çıkarak, gelen fırsatları iyi değerlendirip kendime yer bulmaya çalıştım.

Fenerbahçe ile Ülkerspor’un birleşmesi sonucunda, 2006-07 sezonunda takımımıza katıldınız ve yüzüncü yılımızda çok değerli bir şampiyonluk kazandık. Bu şampiyonluğu ve Efes Pilsen ile oynanan TBL final serisini bizlere anlatabilir misiniz?

Daha önce bir kaç yerde de söylemiştim, o seneki şampiyonluk, herhalde hayatımdaki en değerli anlardan biriydi. Yani o sene yaşadığım şampiyonluktan sonraki seri, gerçekten çok değerliydi. Sadece Erkek Basketbol Takımı olarak değil, o sene kulüp bütün takım branşlarında; kadın basketbol, erkek voleybol, kadın voleybol ve futbolda şampiyon olmuştu. Kulüp olarak çok değerli bir sezondu. Gerçekten o değerin, o sevincin bir parçası olmak benim için çok önemliydi Erdi.

Fenerbahçe’ye geçiş sürecim, benim için sancılı olmuştu, çünkü çok genç olduğum için ve Fenerbahçe’de çok değerli bir kadro olduğu için biraz tereddütteydim aslında. Ama orada sağ olsun, Alaattin Ağabey (Alaattin Yakan) ve Aydın Ağabey (Aydın Örs) benimle sabırlı bir şekilde konuştular, beni ikna ettiler. Benim için o ikisinin konuşmaları çok değerliydi. Onun sonunda da gelen bu şampiyonluk ve şampiyonlukta olan katkım, benim için çok değerliydi. Yüzüncü yıldaki şampiyonluk için, Fenerbahçe’de yaşadığım en değerli anlardan birisiydi diyebilirim.

Oğuz Savaş, Barcelona’dan Francisco Vazquez’e karşı mücadele veriyor, 23 Kasım 2006. Fotoğraf: Lluis Gene

Yine aynı sezonda EuroLeague’de mücadele ettik ve başarısız bir grafik sergiledik. Sizce o sezon Avrupa’da neler yanlış gitti?

O sezon Avrupa’da yanlış giden şey, bence biraz da kulüp olarak tecrübesizlik. Sonuçta Fenerbahçe olarak EuroLeague’de uzun yıllar sonra ilk sezonumuzdu. Bir yandan çok iyi bir kadromuz vardı, Türkiye Ligi’nde mücadele ederken Avrupa’da da mücadele etmeye çalışıyorduk. Ama EuroLeague, bambaşka dinamikleri olan bir ligdi. Türkiye Ligi’yle karşılaştırdığımızda tabii ki de çok farklı bir lig. O yüzden o sene o dinamiklere alışmak, EuroLeague’e alışmak bizim için biraz sıkıntılı oldu. Tabii bunun etkisiyle beraber, kötü oynadığımız maçlardan dolayı çok da iyi bir sezon geçirememiştik EuroLeague’de.

2006-07 sezonunun sonunda, efsane başantrenörümüz Aydın Örs ile yollarımız ayrılmıştı. Bu ayrılığı öğrendiğinizde neler hissetmiştiniz?

Aydın Ağabey’in ayrıldığını duyduğumda çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Çünkü Aydın Ağabey’le çok güzel bir sezon geçirmiştik, çok değerli bir sezon geçirmiştik. Sezon sonunda Kaspars Kambala’nın ceza aldığı bir süreç olmuştu, Aydın Ağabey Semih Erden ve bana güvendiğini gösterdi, bize ne kadar değer verdiğini gösterdi. O yüzden Aydın Ağabey, bizim için çok değerliydi, tabii ki ayrıldığını duyduğumda çok üzülmüştüm.

Fenerbahçe – Montepaschi Siena, 11 Kasım 2009. Fotoğraf: Uğraş Özyurt

Bogdan Tanjević ile başladığımız 2007-08 sezonunu, TBL’de şampiyonlukla bitirmiştik. Bu sezon siz ve takım adına nasıldı?

O sezon bizim için kolay değildi. Şöyle kolay değildi: Aydın Ağabey’in ayrılmasından sonra, Tanjević’in gelişiyle farklı bir sistem, farklı bir düzen olmuştu. Bir yandan uyum sağlamak, bir yandan da… Sonuçta Fenerbahçe’de şampiyon olma yolunda bir takım kurulduğu için, onun getirdiği baskıyla oynamamız gereken bir sezondu. Çok kolay bir sezon olmadı. Hem Tanjević’e uyum sağlamak, hem sisteme düzene uyum sağlamak… Ama çok değerli ve kaliteli bir kadromuz vardı, şimdi hepsini tek tek saymaya lüzum yok. Çok değerli bir kadro olduğu için üstesinden gelip, tekrardan Türkiye Ligi’nde şampiyonluğa ulaşabildik. Ama kolay bir süreç değildi tabii ki de.

Yine aynı sezonda EuroLeague’de Montepaschi Siena ile play-off oynadık ve maalesef rakibimize 2-0 ile elendik. Bu seride sizce neleri doğru yapmalıydık?

Siena’nın, o dönemlerde Avrupa’da gerçekten çok değerli bir ekol takımı olduğunu söyleyebiliriz. O dönemlerde Final-Four’a kalmışlıkları oldu, çok değerli bir ekipti. Belki starları, yıldız oyuncuları çok barındıran bir kulüp değildi ama düzen olarak, sistem olarak oturmuş bir takımlardı. Çok sert, çok agresif oynayan, çok tempolu oynayan bir takımdı. Biz onların sertliğine ve temposuna ayak uyduramamıştık. Ve tabii ki de EuroLeague’e alışık olmaları, bizden biraz daha düzenli olmaları bize zorluk çıkaran taraflarıydı.

Oğuz Savaş, Devin Smith ile birlikte. Union Olimpija Ljubljana – Fenerbahçe, 8 Ocak 2009. Fotoğraf: Ales Fevzer

2009-10 sezonunun TBL final serisinde, bir önceki sezonda şampiyonluğu kaybettiğimiz Efes Pilsen ile karşılaştık ve 4-2 ile şampiyonluğa ulaştık. Özellikle 85-79 kazandığımız maçı, tribün ortamını ve bu sezonu bizlere anlatabilir misiniz?

Vallahi o sezon, çok keyifliydi ve güzeldi. Yanlış hatırlamıyorsam sezon sonunda Tanjević’in hastalığı olmuştu, sezonun en üzücü süreçlerinden biriydi. Ama Ertuğrul Ağabey (Ertuğrul Erdoğan) görevi devraldıktan sonra, artık herkes tecrübeli ve çok değerli oyuncular olduğu için, tüm takım ne yapması gerektiğini biliyordu. Ertuğrul Ağabey’in de önderliğinde o şampiyonluğu öyle kazanmak, bizim için değerliydi. Tanjević’in sezon sonunda hastalığından dolayı yarıda bırakması sonrasında Ertuğrul Ağabey ile devam ettiğimiz sezonu şampiyon olarak tamamlayabilmek, bizim için önemliydi. Keşke bir önceki sezon kaybetmeseydik, belki de dört sene, beş sene üst üste şampiyonluk yaşayabileceğimiz önemli bir süreç olabilirdi bizim için.

Aynı sezonda, 43 yıl sonra Türkiye Kupası’nı müzemize götürdük. Mersin Büyükşehir Belediyespor’la oynanan finalde neler oldu?

Mersin’e karşı oynadığımız finalde Türkiye Kupası çok önemliydi. O zamanlar bizde şöyle bir inanç vardı: Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı alan ligi kazanıyor, kupayı alan ligi kazanamıyor gibi bir şey vardı kafamızda. Ama o sene yanlış hatırlamıyorsam hem kupayı, hem de ligi kazandık, zaten finale gelene kadar çok önemli maçlar oynamıştık. Finalde de Mersin’e karşı oynadık. Sonuçta ne olursa olsun, bir Türkiye Kupası finali ve rakibin ne olduğunun önemi yoktu. O yüzden çıkıp işimizi yapmamız gerekiyordu ve kupayı kazanmak da bizim için çok önemliydi. Çünkü Fenerbahçe için çok uzun yıllar sonra gelen bir kupaydı, onu da yıllar sonra Fenerbahçe forması altında yaşamak tabii ki çok mutluluk ve gurur vericiydi.

Oğuz Savaş, Zoran Planinić’i savunuyor. CSKA Moskova – Fenerbahçe, 4 Mart 2009. Fotoğraf: Natalia Kolesnikova

Yine aynı sezonda, EuroLeague’de grupların son maçında dramatik bir şekilde Žalgiris Kaunas’a kaybettik ve Top 16’ya kalamadık. Bu maçta neler oldu?

2009-10 sezonu bizim için güzel gidiyordu Erdi, söylediğin gibi, kupa, şampiyonluk… Ama Avrupa Ligi’nde, yani EuroLeague’de istediğimiz şeyleri bir türlü yakalayamadık. Söylediğin gibi Tanjević’le 2007-08 sezonunun play-off’unda Siena’ya elenmemiz vardı. Ama onun dışında EuroLeague’de biz, şu andaki Fenerbahçe gibi iddialı olabilecek, yukarıya oynayabilecek seviyeye gelemedik. Bence onun da etkisi vardı. O maçta da Marcus Brown zaten önemli bir oyuncuydu, demek ki iyi savunamamışız ki (gülüyor) o üçlüğü atmış.

A Milli Erkek Basketbol Takımı ile 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda tarihi bir ikinciliğimiz var. Bu başarıyı ve unutulmaz Sırbistan maçını anlatabilir misiniz?

Milli Takım forması giymek çok önemli bir şey, çok gurur verici bir şey. Bu forma altında Dünya ikinciliği yaşamak, Sırbistan’a son saniye basketinin atılması, finale kalmamızın sevincini orada yaşamak, bu başarıda bir pay sahibi olmak gerçekten çok değerli. Yaşadığımız şeyler, gerçekten tarifi olmayan duygular. Biz yarı finali kazandıktan sonra salondan otele, beş dakikalık mesafeyi bir iki saatte gittik, o kadar ilgi vardı. Bunu görmek çok değerli bir şey. Milli takım forması altında bunları yaşamak, Türkiye bayrağı ile bunları yaşamak çok değerliydi. O süreci yaşayıp, o başarıya katkı verebildiğim için kendimi çok gururlu hissediyorum.

Türkiye – Rusya, 29 Ağustos 2010. Fotoğraf: Roman Kruchinin

2010-11 sezonunda ise TBL final serisinde Galatasaray’ı 4-2 yenerek şampiyonluğa ulaştık, EuroLeague’de ise Top 16’ya üçte ile başladık, sonraki maçlarda maalesef üçte sıfır yaptık. Lig şampiyonluğumuzu ve EuroLeague’deki dramatik sonu bizlere anlatabilir misiniz, özellikle Avrupa’da neler yanlış gitti?

O sezon, yanlış hatırlamıyorsam Neven Spahija’nın geldiği ilk sezondu, Tanjević’ten sonraydı. Sezona gerçekten çok iyi başlamıştık, Dünya Şampiyonası’yla birlikte Sinan Erdem Spor Salonu kullanıma geçtiği için Sinan Erdem’de maçlarımızı oynamaya başlamıştık. Gerçekten çok iyi top oynadığımızı hatırlıyorum, o sene EuroLeague’de seyirci ortalamamız 16-17 bin kişi falandı. Çok iyi bir atmosferde maçlarımızı oynuyorduk.

O sezon Türkiye Ligi’ni zaten domine ederek kazanmıştık, 20-30 fark olan maçlarımız vardı, gerçekten çok ciddi ağırlık koymuştuk oynadığımız oyunla. EuroLeague’de Top 16’ya üçte üç ile başlamıştık, sonrasında kötü bir gidişat olmuştu. Evimizde Olympiakos’a yenildik, sonra deplasmanda Žalgiris’e yenildik, o maçtan bir gün önce Roko Ukić hastalanmıştı, başka birisi sakattı falan… Yine orada kötü bir mağlubiyet almıştık.

Hakemler de etki etmişti.

Tabii Žalgiris ligin önemli değerlerinden birisi. Kötü olmuştu yani, aslında çok da kötü oynamadık ama… Üçte üç yapıp sonrasında üçte sıfırla ile play-off şansımızı kaybetmek kötü olmuştu. Aslında o sezonun hakkı, en azından EuroLeague’de play-off’a kalabilmekti. Belki de Top 8’e kalsak, ilk Final-Four’u o zaman da yaşayabilirdik. Çünkü o seviyede oynuyorduk o dönemde, ama kısmet olmadı.

Atmosfer de inanılmazdı. Daha önce de dediğim gibi, o sezonda gerçekten çok iyi bir atmosferde oynadık. Sadece EuroLeague maçları da değil, Türkiye Ligi maçlarında da hatırlıyorum, çok iyi tribün, seyirci… Bizim için çok güzel bir sezondu, EuroLeague’in son üç maçı tabii ki.

Galatasaray serisine gelirsek, 4-2 aldık. Ama içeride oynadığımız maçların birisinde, Josh Shipp’ti sanırım, son saniyede basket yemiştik ve 4-1 kazanacağımız seriyi uzatmıştık. Yanlış hatırlamıyorsam deplasmanda kazanmıştık, hatta evimizde kutlayacaktık, salon da süslenmişti falan, çok talihsiz bir maçtı. O final serisine dair acı şekilde hatırladığım bir o var, ama şampiyonluğu kazanmıştık. Söylediğim gibi çok iyi bir kadroya sahiptik, Galatasaray takımına göre de daha iyi kadromuz vardı. Daha iyi oynuyorduk zaten, hak ettiğimiz bir şampiyonluğu biraz uzatarak kazanmıştık.

Oğuz Savaş, Vassilis Spanoulis’i savunuyor. Fenerbahçe – Olympiacos, 24 Şubat 2011. Fotoğraf: Mustafa Özer

2011-12 ve 2012-13 sezonlarında, ligde ve EuroLeague’de başarısız iki sezon geçirdik, bu iki sezonda neler oldu?

O iki sezon, bizim için gerçekten zorlu oldu Erdi. 2010-11 sezonunu geçirdikten sonra, bir sonraki sezon düşüşe geçtik. Yani gerçekten garip bir şekilde kötü oynamaya başlamıştık Neven Spajija ile birlikte. Zaten bir sonraki sezon Simone Pianigiani geldi, o zaman da çok inişli çıkışlı bir sezon geçirmiştik. Senin de söylediğin gibi Erdi, bir tek 2012-13 sezonunda Türkiye Kupası’nı kazandık.

O Türkiye Kupası çok değerliydi, bizim gerçekten kenetlendiğimiz bir kupaydı, çok net hatırlıyorum. Çünkü o sezonun çok sıkıntılı geçtiğini hatırlıyorum, o kupa da bizim için önemli olduğu için, çok kenetlendiğimiz bir süreçti. Orada da Pianigiani hasta olduğu için kupaya gelememişti, hastanede kalmıştı. Yine Ertuğrul Ağabey ve yardımcısı Luca Dalmonte vardı. Onlarla birlikte kenetlenip kupayı kazanmıştık, o iki sezonun en değerli şeyi oydu. Ama bir şekilde, o iki sezonun bizim için çok iyi geçtiğini söyleyemeyeceğim.

3 Temmuz Kumpası’nın etkisi oldu mu?

Muhakkak etkisi vardı, çünkü sonuçta her şeyi çok etkiledi. İster istemez herkesin psikolojisi etkilendi. Bu süreçler konuşulurken, bir yandan da sezonu oynamaya çalışıyoruz, az da olsa etkisi olmuştur.

2013-14 sezonunda, bir diğer efsane başantrenörümüz Željko Obradović’in takımımızın başına gelmesiyle ligde şampiyonluğa ulaştık. EuroLeague’de ise Top 16’dan sonra istediğimizi maalesef alamamıştık. Obradović’in ilk sezonunda neler olmuştu?

Željko’nun ilk senesiydi, oturtmaya çalıştığı bir düzen vardı. Söylediğin gibi, hani nasıl Tanjević geldiğinde bir şeyler yapmaya çalıştıysa, Željko da geldiğinde bir düzen oturmaya çalıştı. Bahsettiğim düzen sadece basketbol, teknik, taktik olarak değil… Sonuçta bir organizasyonu komple baştan yapmaya çalıştı ve bunun getirdiği bir zorluk tabii ki vardı.

Željko ile çalışmak kolay değildi ama sizi çok geliştiren bir kişiydi. O yüzden de o sene, o gelir gelmez Türkiye Ligi’nde tekrardan şampiyon olduk. EuroLeague’de de top 16’ya kaldık. Top 16’da da son iki senenin getirdiği mental yorgunluk mu diyeyim, işte o biraz gözükmeye başladı. Ama onun gelişiyle yine de yavaş yavaş, ilerisi için belli temeller atılıyordu.

2014-15 ise sezonunda ise, tarihimizde ilk kez EuroLeague’de Final-Four’a çıktık. Maccabi Tel-Aviv serisini, orada yaşananları bizlere anlatabilir misiniz?

Nasıl röportajımızın başında yüzüncü yıl şampiyonluğu için söyledim ya “Fenerbahçe’deki en önemli anlarımdan biriydi” diye, Maccabi serisi için de önemli anlarımdan diğeri diyebilirim. Çünkü Final-Four’a kalmıştık ve Fenerbahçe formasıyla… Zaten benim en büyük hayalim, hedefim Fenerbahçe ile Final-Four oynayabilmek, yani Fenerbahçe’de, bir Türk takımıyla o başarıyı yakalayabilmek, yaşayabilmekti. Hayalime ulaştığım bir andı.

Maccabi serisi zaten çok güzel başlamıştı. Burada ev sahibi avantajımız da vardı, müthiş bir atmosfer vardı. Zaten Ülker Arena’da o atmosferin de avantajı ile 2-0 öne geçmiştik, sonuçta Obradović’in ikinci senesiydi ve belli başlı düzenler, her şey oturmaya başlamıştı. O da meyvesini Final-Four’a kalarak verdi diyebiliriz.

Nizhny Novgorod – Fenerbahçe, 9 Ocak 2015. Fotoğraf: Gregory Sokolov

Final-Four’da kaybettiğimiz Real Madrid yarı finalinde neleri yapamamıştık?

Final-Four ortamı çok keyifli bir yer. Basketbolun dışında orada bulunmak, gerçekten çok güzel. Çok keyifli bir ortam vardı, tabii ki biz ilk defa gittiğimiz için böyle bir Final-Four’dan bahsediyoruz. Obradović’in tecrübesini zaten tartışmaya gerek yok ama takım olarak, oyuncular olarak o seviyede, o tecrübede değildik belki de. Real Madrid çok iyi bir takıma sahipti, ev sahibiydi de aynı zamanda. O yüzden kötü bir mağlubiyet almıştık, tabii ki hiçbir şey bunun bahanesi olamaz ama kötü bir mağlubiyet almıştık.

Sonraki üçüncülük maçında da CSKA Moskova ile oynamıştık. Madrid maçındaki moral bozukluğunun etkisiyle oynamak çok zordu, onun da üstesinden gelemedik ve o maçı da kaybetmiştik. Bizim için ilk Final-Four olması güzeldi ama tabii ki de ilk Final-Four’un böyle olmasını istemezdik. O Final-Four, ilerideki başarılarımızın başlangıcıydı, bunu da belirtmek lazım.

Fenerbahçe basketbolunda dönüm noktaları yaratan efsane iki antrenörle, Aydın Örs ve Željko Obradović ile çalışmış bir oyuncusunuz. Bu iki isme, benzerliklerine ve farklılıklarına dair neler söylersiniz?

Söylediğin gibi ikisi de çok değerli isimler, yani basketbol için çok değerli isimler. Aslında onların hakkında böyle yorum yapmak benim haddime değildir. Sonuçta ikisi de çok tecrübeli ve çok değerli isimler. Söyleyebileceğim şey şu olur: İkisinin de bence en ortak özelliği, çok disiplinli olmalarıydı, ikisi de kendini basketbola adamış insanlardı. “Basketbol için ne yapabilirim?”. Sürekli bu soru kafalarındaydı, ikisinin en büyük ortak özelliği oydu. Farklılıkları konusunda öyle detaylı bir şey söyleyemem ama ikisi de farklı ülkelerden ve farklı kültürlerden antrenörler, tabii ki de bazı ufak tefek farklılıkları vardı.

2014-15 sezonu Medya Günü etkinliğinden. Fotoğraf: Aykut Akıcı

Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra Darüşşafaka, Beşiktaş ve Bursaspor’da forma giydiniz, şu an ise Bahçeşehir Koleji takımında forma giymektesiniz. Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonraki sürecinizi bizlerle paylaşabilir misiniz? Diğer yandan Bahçeşehir Koleji olarak bu sezonki hedefleriniz neler?

Takımdan ayrıldıktan sonra, benim için çok kolay zamanlar olmadı. Dört sene Darüşşafaka’da oynadım, daha sonra Beşiktaş’ta bir sezon oynadım, Bursaspor’da bir sezon oynadım, şimdi de Bahçeşehir Koleji takımında oynuyorum. Darüşşafaka ile birlikte çok iyi geçmeyen birkaç sezondan sonra, tekrardan kendimi bulmaya çalıştığım bir süreçti.

Şu an Bahçeşehir Koleji’nde her şey yolunda gidiyor, her şey çok iyi gidiyor. Çok güzel bir ortamda, çok güzel bir atmosferdeyiz. Yöneticisinden oyuncusuna, staff’ına herkesin birbirine anlayışla davrandığı, herkesin elinden geleni yapmaya çalıştığı bir ortam var. Hedeflerimiz, tabii ki Bahçeşehir Koleji olarak, öncelikle ligde girebileceğimiz en yukarı sıradan play-off’a girmek.

FIBA Europe Cup’ta da kupayı almak, neden olmasın? Ama şu an “kupa” demek, tabii ki de çok gerçekçi olmaz. O kupayı alabilecek potansiyelimiz var. Gidebileceğimiz en yukarıya gitmek diyeyim, artı olarak kupa neden olmasın?

Kaynak: Eurohoops

Eski bir oyuncumuz olarak, Abdi İpekçi ve Sinan Erdem salonlarındaki Fenerbahçe tribünlerini kendi gözünüzden bizlere anlatabilir misiniz?

Vallahi anlatabilmem mümkün müdür, bilmiyorum… (gülüyor) Çünkü çok acayip bir ortam vardı. Söylediğin gibi, benim için en değerli sezonları söyleyecek olursam, Abdi İpekçi’deki en değerli sezonum, yüzüncü yıl olan 2006-07 sezonudur. Sinan Erdem’de de oynadığımız ilk sezon olan 2010-11 sezonuydu. O sezon için zaten söyledim, EuroLeague’de en yüksek seyirci ortalaması bizdeydi. Yani atmosfer çok acayipti, özellikle oynadığımız derbilerde… İnsanın tüyleri diken diken oluyor. O tribün ortamında, o atmosferde oynayan, bunu yaşayan oyunculardan biri olduğum için çok şanslıyım. Yani Fenerbahçe taraftarı her zaman arkamızdaydı.

Fenerbahçe’mizde oynadığınız dönemde, saha içinde ve dışında unutamadığınız anlar olmuş muydu?

Saha içinde unutamadığım bir an olarak, Maccabi Tel-Aviv serisindeki üçüncü maçı söyleyebilirim Erdi. İsrail’de Final-Four’a kaldığımız o an diyebilirim. Saha dışında da, herhalde yüzüncü yıl şampiyonluğunda üstü açık otobüsle Bağdat Caddesi’nden geçerken oluşan o atmosferi unutamadığımı söyleyebilirim.

Oğuz Savaş, 2015 Final-Four’unun üçüncülük maçında hava atışında. Fotoğraf: Francesco Richieri

Fenerbahçe’mizde forma giydiğiniz süreçte, birçok değerli isimle sahada birlikte ter döktünüz. Beraber oynamaktan en çok keyif aldığınız isim kimdi?

Burada tek bir isim söylemek, benim için çok zor olacak, çünkü gerçekten çok değerli oyuncularla beraber oynadım. Yabancısı, Türkü… Hepsi çok değerli oyunculardı. Ama benim için en değerlisi… Bir isim söylemek zor ama herhalde Ömer Ağabey’dir mer Onan) diye düşünüyorum.

Buradan ben de kendisine sevgilerimi ileteyim. Çok değerli bir isimdir ve ağabeyimizdir.

Evet, tabii ki. Ömer Ağabey ile çok uzun yıllar beraber oynadım. Bana gerçekten çok yardımcı oldu. Yeri geldi arkadaş oldu, yeri geldi ağabey oldu, çok yardımcı olduğu dönemler oldu. Çünkü çok uzun yıllar beraber oynadık, herhalde benim için en değerlisi Ömer Ağabey’dir diyebilirim.

Fenerbahçe – Anadolu Efes, 9 Nisan 2015. Fotoğraf: Ozan Köse

Galatasaray, Beşiktaş ve Efes Pilsen ile oynanan maçlar, camiamız için her zaman çok önemlidir. Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde bu maçlara nasıl hazırlanıyordunuz? Bir sporcu gözüyle sizden dinlemek isteriz.

Az önce de söylediğim gibi, derbiler en güzel atmosferin olduğu maçlardı. Zaten bir derbi oynanacağı zaman; Galatasaray, Beşiktaş ve Efes maçları öncesinde, zaten o hafta kulübün içinde derbi oynayacağımız hissediliyordu. Bazen taraftarlar antrenmanı ziyarete geliyordu, bazen takım yemeği oluyordu falan… Yani normal, sıradan bir maçtan farklı olduğu zaten hissedilirdi. O derbi atmosferini sahaya çıktığımız anda değil, o hafta derbi yaklaşırken hissetmeye başlıyorduk. O yüzden o atmosfer, o ortam çok değerliydi. Galatasaray ve Efes ile oynadığımız final serileri, o atmosferin üst düzeye çıktığı maçlardı.

Fenerbahçe basketbolu sizin için ne ifade ediyor? Kulübümüzü diğer takımlara göre farklı kılan yanlar neler?

Fenerbahçe, zaten Türkiye basketbolu için çok önemli bir kulüp, camia olarak zaten çok büyük bir camia. Bunu tartışmaya gerek yok. Bana ifade ettiği şey şu: Tabii ki de Fenerbahçe, benim için çok değerli. Benim çok önemli yıllarımı, değerli yıllarımı geçirdiğim bir kulüp. Ve bana burada her zaman, hem taraftar, hem bütün çalışanlar, yöneticiler… Herkes bana ve bize çok sahip çıktı. Bu yüzden Fenerbahçe basketbolu benim için çok değerli. Diğer kulüplerle farkını çok anlatacak bir durum yok, çünkü her kulübün, her şeyin dinamiği yeri farklı. Fenerbahçe de zaten şu an Türkiye Ligi’nin en üst seviyesinde oynayan takımlardan birisi. Oynadığım diğer kulüplerin hepsi, tabii kendine göre farklı özellikleri olan kulüpler. Bu yüzden kıyaslamanın çok doğru olduğunu düşünmüyorum.

PGE Turow Zgorzelec – Fenerbahçe, 27 Kasım 2014. Fotoğraf: Aykut Akıcı

Sizin de bildiğiniz gibi Fenerbahçe’miz, son on beş yılda büyük bir atılım yaparak EuroLeague kupasını müzemize taşıdı ve Avrupa’nın devlerinden biri haline geldi. Takımımızın bu sezonki sürecini, durumunu ve genel performansını nasıl görüyorsunuz?

O süreç, zaten söylediğin gibi 2015’teki Final-Four ile birlikte başladı. Eskiye dönersek Fenerbahçe, Ülker ile birleştikten sonra EuroLeague’de oynamaya başladı. Amaç, bir şekilde oraya gelmekti. Senin de söylediğin gibi, Fenerbahçe son beş altı senelik süreçte beş tane Final-Four oynadı. Bir tane EuroLeague şampiyonluğu yaşandı, belki iki ve üç olabilirdi, son saniyede talihsiz anlar oldu.

Şu anda da… Tabii ki araya pandemi süreci girdi, talihsiz bir iki sezon oldu. Ben de dışarıdan takip ediyorum Fenerbahçe’yi, çünkü hala Fenerbahçe’nin yeri bende ayrıdır. Bu, saklanacak bir durum değil. Zaten bu sene de takip ediyorum, inişli çıkışlı devam ediyor. İnşallah sene sonunda yine EuroLeague’de Final-Four’a kalınır ve Fenerbahçe’yi orada izleriz.

Son olarak, biz Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?

Öncelikle mesajım… Yani bana çok düşecek bir şey değil, benim görevim de değil. Ama takıma iyi günde, kötü günde destek vermelerini tavsiye ederim. Sonuçta bir gün kazanıyor, bir gün kaybediyor ama ben her gün destek vermelerini isterim. İkincisi de, oynadığım süreçte bana gösterilen destek ve sevgiden dolayı teşekkür ederim.

Röportajımıza katıldığınınız için size kendi adıma, ekip arkadaşlarım adına ve Fenerbahçe taraftarları adına çok teşekkür ederim. Bizlere yaşattığınız o güzel anılar, o güzel mutluluklar için sağ olun, var olun.

Ben teşekkür ederim Erdi, sayfanızda bana yer verdiğiniz için, herkese selamlar.

Röportaj sürecindeki katkıları için Sayın Oğuz Savaş’a ve Bahçeşehir Koleji Spor Kulübü yetkililerine teşekkürlerimizle.

Oğuz Savaş ve Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran.

Yorum bırakın