Fenerbahçe Basketbolunun İlk ve Zorlu Yılları

“Kulübümüz son zamanda yeni bir hisse tececdüt (yenilik) göstererek, bir Amerikalı muallim nezaretinde, memleketimizde ilk defa bizde olarak, basketbol oyununa başladı ve bunda da azaları (üyeleri) arasında epeyce muvaffakiyet (başarı) göstermekle iftihar eder.”

“Fenerbahçe” dergisi, 10 Temmuz 1919

Türkiye’de basketbolun yaygınlaşmasına öncülük eden ilk kulüplerden birisi olan Fenerbahçe’nin parkelerdeki yolculuğu böyle başladı. Bunun öncesinde, 1913 yılında kulüpte basketbol oynanmıştı ancak bu girişim sporcuların Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı için cepheye gitmesinden dolayı çok kısa sürmüştü.

Ülkemizde basketbol ilk olarak 1904 yılında, Robert Kolej’de Amerikalı bir öğretmenin yönetiminde oynandı. 1911 yılında Galatasaray Lisesi’nin kapalı salonunda 10’ar kişilik iki takımla basketbol maçı yapıldıysa da, Türkiye’nin ilk basketbol şubesi iki yıl sonra Fenerbahçe Spor Kulübü bünyesinde kurulmuştur. Önceki paragrafta da söylediğimiz gibi, bu girişim sonuçsuz kalmıştı.

Cumhuriyet’in ilanından önceki dönemde, Fenerbahçe’nin ardından sırasıyla Nişantaşı, Galatasaray, Bakırköy ve Musevi cemaatinin kulübü olan Makkabi’de de basketbol takımları kuruldu. Buna karşın söz konusu kulüplerin hiçbiri Robert Kolej’lilerle boy ölçüşecek durumda değildi. 1925 yılında Robert Koleji öğrencileri sarı-lacivertli renklere katıldı ve Fenerbahçe basketbolu üçüncü kez canlandı. 15 Ocak 1926’da İstanbul’un en güçlü takımı olarak görülen Makkabi ile ilk maçını oynayan Fenerbahçe, karşılaşmayı 32-4 kazandı. Ne var ki, kulübün sınırlı imkanları ve bir kapalı salonun olmayışı bu girişimin de yarıda kalmasına sebep oldu.

Fenerbahçe basketbol takımının bir daha kapanmamak üzere açılması için tam 18 yıl beklemek gerekecekti. Takvimler 1944’ü gösterdiğinde fanatik Fenerbahçeli olan ve “Bay Pipo” lakabıyla anılan Haydarpaşa Lisesi müdür yardımcısı Muhtar Sencer, kulüp bünyesinde bir basketbol takımı kurmaya karar verdi. Bu düşüncesini spor yazarı olan arkadaşı Cem Atabeyoğlu’na da açtı ve birlikte kolları sıvadılar.

Sencer’i bir basketbol takımı kurmaya iten sebep, daha önceden kurduğu ve namağlup şampiyonluklar kazanan hentbol şubesinin haksız şekilde Galatasaray’a verilen bir şampiyonluk sonucu faaliyetlerini sonlandırmasıydı. Cem Atabeyoğlu, yola nasıl çıktıklarını şöyle anlatıyor:

(Muhtar Sencer) o telaşlı günlerinde büyük bir yalnızlık içinde bulunmaktan şikayetçiydi. Konuşmaktan, mücadeleden, yorulmaktan hiçbir yakınması yoktu. Onun tüm aradığı, kendisine destek olacak ve omuz omuza mücadeleye girişecekleri bir arkadaştı, bir dosttu sadece… Bir akşam, yine o upuzun ve tatlı muhabbetimiz sırasında kendisine moral verecek sözlerimi derin bir dikkat ve hazla dinleyen dostum birden bakışlarını gözlerimin derinliklerine dikerek ‘Ne olur Cem, beni yalnız bırakma…’ demişti birden. Öylesine iyi niyetlerle dopdolu bir insanın, gecesini gündüzüne katarak yaptığı bu çalışmalar sırasında yapayalnız olması gerçekten çok zordu. Gözlerimin içine öyle bir bakmış, bu sözleri öylesine söylemişti ki, ‘Üzülme sen, el ele verir, yürütürüz bu işi’ deyiverdim bir anda ve hiç düşünmeden. O tertemiz insan, bu cevabım karşısında çocuklar gibi sevinmişti. Heyecan içinde yerinden fırlarken ‘Allah… Allah’ diye o meşhur haykırışı bir daha ta içinden fırlayıp çıkmıştı, sonra heyecanla konuşmuştu: ‘Sahi mi diyorsun?’. ‘Fenerbahçe’ye hizmet ve sana yardım olduktan sonra elbette varım’ diye cevapladım eski dostumu. Ve heyecan içinde kucaklaşmıştık.”

Muhtar Sencer’in takıma kattığı ilk isim dekatlon şampiyonluğu ve rekoru bulunan, voleybol oynayan ve aynı zamanda İTÜ futbol takımının kalecisi olan Mehmet Jeba Berkok olmuştu. Jeba, üniversiteden sınıf arkadaşı olan Hüsamettin’i de takıma getirmiş, onlara Öjen Read da eklenmişti. Ayrıca Haydarpaşa Lisesi’nden birkaç öğrenci de takıma katılmıştı. Ancak daha ilk günlerde Hüsamettin’in ABD’ye gidişiyle büyük bir darbe alınmıştı. Sencer-Atabeyoğlu ikilisi yılmadı ve çalışmalarına devam etti. Kısa süre sonra Robert Kolej’de yetişen, taraftarı olduğu Fenerbahçe’nin basketbol takımı olmayışı sebebiyle uzun süredir Galatasaray forması giyen Şükrü Mete de takıma girdi. O dönem “Yenilmez Armada” olarak adlandırılan ve 1. Lig’de mücadele eden Galatasaray’da oynayan Mete’nin 2. Lig’den başlayacak Fenerbahçe’ye gelmesi herkesi şaşırtmıştı. Sencer ve Atabeyoğlu bununla yetinmedi, bulundukları Barkhoba kulübünün kapanması sebebiyle Galata kulübünde imkansızlıklar içinde top koşturan gençleri de Fenerbahçe’ye kazandırdı. Bu isimlerin başında 1936 Berlin Olimpiyatları’nda milli takım forması giymiş olan Jak Habip geliyordu.

Tüm bunlara karşın hala aşılamamış büyük bir problem vardı: Maddi imkansızlıklar. Dönemin şartlarında Fenerbahçe kulübünün basketbol takımına ihtiyaç duyulan kaynağı sağlaması imkansızdı. Sultanahmet’te antrenman yapılan salonun kirası üç aydır ödenemiyordu. Muhtar Sencer yönetim kurulu toplantılarında adeta kapıda nöbet tutarak gereken parayı zorlukla alabildi. Ne var ki, çok yakında 2. Lig’te mücadele edecek olan takımın bir forması bile yoktu.

Tam da bu günlerde, şans Muhtar Sencer ve Cem Atabeyoğlu’nun ayağına geldi. Sultanhamam’da tesadüfen karşılaştıkları Fenerbahçeli fabrikatör Raif Dinçkök, takımın forma masrafını üstlendi. Antrenörlüğünü Jak Habip’in üstlendiği takımın kaptanlığına Şükrü Mete getirildi. Çeşitli turnuvalara katılan Fenerbahçe basketbol takımının yaptığı başvuru kabul edildi ve 1944-45 sezonundan itibaren İstanbul 2. Ligi’nde mücadeleye başlandı.

Sezon başında Teşvik Turnuvası adı altında düzenlenen hazırlık turnuvasının ilk turunda Galatasaray ile eşleşen takım, parkedeki ezeli rekabetin ilk maçını 48-15 kaybetti. Ertesi sezon İstanbul 2. Ligi’nin ilk dört takımı arasında düzenlenen turnuvanın finalinde Beşiktaş’ı 41-27 yenen basketbolcularımız Trakya Kupası’na katılmaya hak kazandı. Edirne’de düzenlenen turnuvada önce Edirne Lisesi’ni 41-16, ardından Edirne Karması’nı 32-20 yenerek şampiyon olan Fenerbahçe, bölge halkı tarafından İstanbul’a büyük bir ilgi ve “Ya ya ya, şa şa şa, Fenerbahçe çok yaşa” tezahüratıyla uğurlandı. Bu başarı, yönetim kurulu tarafından beklenen ilgiyi bulmasa da takıma moral kaynağı olmuştu.

Trakya Kupası’nı alan takım, gözünü 1. Lig’e yükselmeye dikmişti. Tüm oyuncular 2. Lig’in en büyük favorisi olan Kurtuluş’u geçerek şampiyon olmaya odaklanmıştı. Dananın kuyruğu, ligin son haftasında koptu. Ligin iki namağlup takımı Fenerbahçe ve Kurtuluş, 9 Şubat 1947 tarihinde Eminönü Halkevi Spor Salonu’nda karşı karşıya geldi. İki sakat oyuncusundan yoksun olarak sahaya çıkan takım, rakibini 36-29 yenerek İstanbul İkinci Ligi’nin 1945-46 sezonunu şampiyon bitirdi. Başta maçın son dakikalarında heyecanına dayanamayıp kendini soyunma odasına kilitleyen Muhtar Sencer olmak üzere, herkes büyük mutluluk içindeydi.

Fenerbahçe basketbolunun temellerini atan Muhtar Sencer ve Cem Atabeyoğlu 1. Lig’e çıkmanın sevincinin yanında, ne yapacaklarını da kara kara düşünüyordu. Takımın en tecrübelilerinden Mişel Gabay, ilerleyen yaşı ve işlerinin yoğunluğu nedeniyle takımdan ayrılmak zorunda kalmıştı. Eldeki tecrübeliler ve gençler birleştirildi ve 1. Lig mücadelesine başlandı. Güzel bir başlangıç yapan Fenerbahçe, ligin ortasına gelinmeden bir darbe daha aldı: Milli takıma giden ilk sarı-lacivertli basketbolcu olan Aron Habib askere gidiyordu. Askerliğini bitirir bitirmez İsrail’e yerleşen Habib, bir daha Fenerbahçe forması giyemedi.

Fenerbahçe tüm bunlara rağmen ligi Galatasaray ve Beyoğluspor’un ardından üçüncü bitirdi ve Federasyon Kupası’na katılmaya hak kazandı. Üçüncülük, lige yeni çıkan ve sınırlı imkanlarla mücadele eden bir takım için çok iyi bir sonuçtu. Takımımız, bugün hala ayakta olan Kadıköy Halkevi Spor Salonu’nda oynanan kupa finalinde kendi silahlarıyla vuruldu. Eskişehir’de havacı olarak askerlik yapan Aron Habib, Eskişehir Havagücü formasıyla sahaya çıkmış ve kupayı Fenerbahçe’nin elinden almıştı ve maçın ardından kimsenin yüzüne bakamamıştı.

1948’de iki büyük yara daha alındı. Kaptan Şükrü Mete ve antrenör-oyuncu Jak Habib emekliye ayrıldı. Bu boşluğun doldurulması gerekiyordu. Vefa’da oynayan Sacit Seldüz, Raif Dinçkök’ün de desteğiyle takıma kazandırıldı. Ancak bu transferi hazmedemeyen Vefa yöneticileri, Sacit’i asker kaçağı olarak ihbar etti ve genç oyuncu apar topar askere alındı. Buna rağmen genç bir kadro kuruldu, başına da Galatasaray basketbol takımının önemli isimlerinden Feridun Koray getirildi. Gelecek vadeden yepyeni Fenerbahçe takımı mücadeleye hazırdı.

Maçlar İTÜ’nün Gümüşsuyu’ndaki salonunda oynanıyordu. Fenerbahçe’nin basketboldaki ilk taraftarları ise İETT’de tramvay vatmanı olan Hasan, kulüp üyeliği bulunan Mevlüt ve Mustafa Kevkep’ti. Özellikle Vatman Hasan çok fanatik Fenerbahçeliydi ve takımın hiçbir maçını kaçırmıyordu. Öyle ki, futbol takımının İngiltere’den döndüğü bir gün dayanamamış, kullandığı tramvayı Beyazıt Meydanı’nda bırakmış ve karşılama için Yeşilköy Havaalanı’na gitmişti. Sonuç olarak işine son verilmişti.

Tribünlerde daha kalabalık bir taraftar kitlesinin görülmesi için biraz daha beklemek gerekecekti. Cem Atabeyoğlu 28 Mart 1954’te oynanacak Galatasaray maçı öncesi Perşembe Pazarı’na giderek tribünde sözü geçen insanlarla konuşmuştu. Sonuç olarak maçın oynandığı sırada yüzlerce Fenerbahçeli kapıları kırarak salona girdi ve tribünde yerini aldı. Bu durum tıpkı bugün de olduğu gibi “futbol taraftarlarının basketbolda ne işi var” tepkisiyle karşılansa da Fenerbahçe tribününün bir bütün olduğu, futbol-basketbol diye ayrılmayacağı ortadaydı.

Galatasaray’la girilen rekabette ise özellikle ilk dönemde sarı-kırmızılıların üstünlüğü vardı. Kısıtlı imkanlar ve genç oyuncularla mücadele eden Fenerbahçe’nin gücü, dönemin “Yenilmez Armada”sına yetmiyordu. Hatta takımımız 14 Ocak 1950’deki maçın son 14 dakikasını faul sayısını doldurup çıkan oyuncular yüzünden 3 kişi oynamak zorunda kalmıştı. Sonuç 105-39’luk hezimetti.

Fenerbahçe 1951 yılına 3 yeni transferle girmişti. Beykoz forması giyen milli basketbolcu Nejat Diyarbakırlı ve Beyoğlu’ndan Aleko Morisis transfer edildi. Üçüncü transfer ise Karamürsel’deki ABD Askeri Yardım Heyeti’nde görev yapan Fredrick Chuck Rosenkronz’du. Rosenkronz, ülkeye gelmiş en iyi yabancı oyunculardan biri olmasının yanında takıma büyük bir gönül bağıyla bağlanmıştı. Görev yaptığı birlikten getirdiği spor malzemelerini kulübe bağışlıyor, daha sonra gidilen Ankara deplasmanına takıma masraf olmasın diye askeri uçakla gidiyordu. Görev süresi dolduğunda Fenerbahçe’ye ağlaya ağlaya veda eden Rosenkronz’un eşi Mary de takımın her maçına geliyordu. Ek olarak başka bir Amerikan askeri olan Merey’in de takımı bir dönem çalıştırdığı yazılıyor.

Fenerbahçe basketbol takımı bu atmosferde birkaç işgüzar yönetici yüzünden kapanmanın eşiğine gelmişti. 4 Şubat 1951’de oynanacak Galatasaray maçının hemen öncesinde bir yönetim kurulu üyesi, takımın kapatılıp Modaspor Kulübü’ne devredileceğini söylemişti. Bu haber başta Muhtar Sencer olmak üzere herkesi adeta yıkmıştı. Bir grup yönetici, “takımın Galatasaray’a sürekli yenilerek kulübün ismini kirlettiğini” düşünüyordu. Maç sabahı hıçkırıklara boğulan Sencer, sahayı terk etmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışan Rosenkronz hariç tüm oyuncuların morali bozuktu, diğer yandan maça çıkılması gerekiyordu. Halihazırdaki antrenör Feridun Koray’ın yokluğunda takımın hocalığını Rosenkronz üstlenmişti. Tüm bunlara rağmen büyük bir hırsla oynayan takım, maçı sadece iki farkla, 54-56’lık skorla kaybetti. Maçın ardından Galatasaray kaptanı Ali Uras, “İnan bana kazandığımıza sevinemedim” diyerek Atabeyoğlu’nu tebrik etti. Sonuç olarak takımın kapatılması fikri bir daha dillendirilmedi.

Aynı sene takımın geleceğini teminat altına almak için bir genç takım kuruldu. Çoğunluğu Robert Kolej öğrencilerinden oluşan bu takım hem İstanbul, hem de Türkiye şampiyonlukları kazanacaktı. A takımda ise Sacit Seldüz’ün askerden dönmesi sevinç yaratsa da, bu sefer kaptan Ayduk Koray silah altına alınıyordu. Cem Atabeyoğlu’nun deyimiyle “takımın iki yakası bir türlü denk gelmiyordu”.

Yine aynı sene Mülkiyeliler Birliği, kulüp tarihinin en önemli isimleri arasında bulunan, başbakanlık ve Fenerbahçe başkanlığı yapmış olan Şükrü Saracoğlu adına Ankara’da bir turnuva düzenleme kararı almış ve Fenerbahçe’yi de davet etmişti. Ancak yönetim kurulunun deplasman için verebildiği ödenek çok sınırlıydı. Memur maaşıyla geçinen Muhtar Sencer ve gazeteci Cem Atabeyoğlu’nun masrafları üstlenme imkanı yoktu. Bu iki isim kılı kırk yararak giderleri en aza indirmiş ve trenin ikinci sınıf mevkisinde, evden getirilen yiyeceklerle başkente gidilmişti. Ankara’daki Gül Palas’ın eski Fenerbahçeli sporcu olan sahibi Selahattin Bey, önemli bir indirim yaparak takımı oteline almıştı.

Turnuvanın ilk gününde taraflı bir hakem yönetimi altında Mülkiye’ye kaybeden Fenerbahçe, ikinci gün Gençlerbirliği’ni farklı yenmişti. Üçüncü ve son gün Harp Okulu ile oynanacak maç, şampiyonu belirleyecekti. Şükrü Saracoğlu’nun da tribünde izlediği maçta taraftar desteğini arkasına alan Fenerbahçe, çok iyi bir oyunla farklı kazanmıştı. Ne var ki turnuva kurallarında averajın olmaması sebebiyle kupa kimseye verilmedi. Yine de gönüllerin şampiyonu belliydi. 5 senedir Ankara’da kaybetmeyen rakibini deviren takım bu galibiyeti Chuck Rosenkronz’un ev sahipliğinde, lüks bir restoranda kutladı.

Başarı grafiği yükselmeye başlasa da birçok yöneticinin kafasındaki duvarlar hala yıkılamamıştı. Takımın aldığı sonuçlar Galatasaray maçlarından ibaret görülüyor, basketbolun başındaki Muhtar Sencer – Cem Atabeyoğlu ikilisi ise “Ne verdiniz de ne bekliyorsunuz?” diye soruyordu. Ama nihayet takımın 10. yılı olan 1954’te, bütçe bir defaya mahsus olmak üzere 2250 liradan 14.0000 liraya çıktı. Altan Dinçer ve Erdoğan Karabelen, lisans işlemlerinde çıkan pürüzlere rağmen transfer edildi. Bu süreçte ülkenin en iyi antrenörlerinden Samim Göreç takımın başına getirildi. Uzun yıllardır hayal edilen takım, nihayet kurulmuştu.

Sezona hızlı giren takım, İTÜ Rektörlük Kupası’nı kazanmıştı. Fenerbahçe basketbolunun zincirlerini kırdığı gün ise 28 Mart 1954’te oynanan, yazının önceki kısımlarında da bahsettiğimiz, taraftarın kapıyı kırarak salona girdiği Galatasaray maçı oldu. Yüzlerce taraftarın tezahüratı altında 71-61 kazanan Fenerbahçe, ezeli rakibinin “Yenilmez Armada”lığına son veriyordu. Cem Atabeyoğlu o anları şöyle anlatıyor:

“Salonda bir ana-baba günü yaşanıyordu maçtan sonra. Sahaya doluşan Fenerbahçeli seyirciler oyuncuları omuzlarına kaldırmışlardı. Bu mutlu gün ‘Ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa’ sloganıyla ortalık çınlatılarak kutlanıyordu. Ve bu büyük mücadeledeki ideal arkadaşım sevgili Muhtar Sencer boynuma sarılmış ağlıyor, bir yandan da hıçkırıyordu: ‘Allah Allah! Bugünleri de gördük. Sana çok şükürler olsun Yarabbi!’ Göz pınarlarımdan taşan sevinç yaşlarını nasıl tutabilirdim?”

Türk basketbol tarihine altın harflerle yazılan bu maç, Fenerbahçe camiasının bir anda basketbola ilgi duymasına sebep olmuştu. Önceden basketbol takımına karşı tutum sergileyen bazı yöneticiler, gençken basketbol oynadıklarını söylemeye başlamıştı. Yönetim Kurulu, Bölge Tertip Komitesi üyeliği için Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nu görevlendirdi, önemli maçlar Spor ve Sergi Sarayı’na alındı.

Kaynak: fenerleaks.wordpress.com

Takıma karşı bir anda gelişen bu ilgi Sencer ve Atabeyoğlu’nu bir yandan mutlu ediyor, diğer yandan endişelendiriyordu. Atabeyoğlu en yakın dostuna “Artık bu takıma da, bu şubeye de çok kişiler sahip çıkmak isteyecektir. Ucuz Bizans oyunlarıyla ayağımın kaydırılmasını istemiyorum Muhtar. Ben kendimi çekiyorum. Düşüncem ve kararım böyle” demişti. Ancak çekilmek bu kadar kolay olmayacaktı. Başarıları daha büyük başarılar takip etmeliydi.

Darüşşafaka’dan Mehmet Baturalp ve Ankaragücü’nden Yılmaz Gündüz gibi iki genç yetenek transfer edildi. Kısa süre sonra genç takımın başındaki Önder Dai, o zamanlar çok genç olan Can Bartu’yu A takıma kazandırdı. Yine bu yıllarda Çamlıca Kız Lisesi’nin öğrencileri sarı-lacivertli çatı altında hem kız basketbol, hem de kız voleybol takımını kurmuştu. Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık mücadelesinin en ön saflarında bulunmuş Dr. Ayten Salih, kaptanlık görevindeydi.

Fenerbahçe, çileli yılların ardından basketboldaki altın dönemini yaşıyordu. Tüm takımlar müzeye Türkiye ve İstanbul şampiyonlukları getiriyordu. Takımı zor şartlarda kuran Muhtar Sencer ve Cem Atabeyoğlu emeklerinin karşılığını almanın gururunu yaşıyordu, ancak artık çekilme vakti gelmişti.

Atabeyoğlu’ndan kısa süre sonra Sencer de görevi bıraktı ve kırgın bir şekilde Almanya’ya yerleşti. Muhtar Sencer 1982 yılında, Atabeyoğlu ise 2012’de aramızdan ayrıldı.

Kaynak: fenerleaks.wordpress.com

Fenerbahçe, o süreçten bugüne dek Türk basketbolunun en büyüğü haline geldi ve özellikle son 20 senede hem Türkiye’de, hem de Avrupa’da sayısız başarı kazandı. 9 Türkiye Şampiyonluğu, 7 Türkiye Kupası, 7 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 3 Türkiye Basketbol Şampiyonası, 5 Federasyon Kupası, 1 GSGM Kupası, 1 Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü Kupası kazanıldı. En önemli başarı ise 2017’de Željko Obradović önderliğinde kazanılan EuroLeague kupası oldu.

76 sene önce iki arkadaşın kıt kanaat imkanlarla temelini attığı, salon kirasını zorlukla ödeyen, forma yaptıracak veya deplasmana gidecek para bulamayan Fenerbahçe bugün 13.800 kapasiteli modern salonu, dünya çapında imkanları ve müzesindeki EuroLeague kupasıyla Avrupa basketbolunun en büyük takımlarından. Başta “keşke bu günleri görebilselerdi” dediğimiz ve saygıyla andığımız Muhtar Sencer ve Cem Atabeyoğlu olmak üzere, 76 senede bu gelişime katkı sağlayan herkese teşekkürlerimizle.

Bu yazı, Barış Eymen’in “Fenerbahçe Basketbolu Nasıl Kuruldu?” başlıklı yazısı, internetteki çeşitli kaynaklar ve Wikipedia’daki bilgiler ışığında 2019 yılında hazırlanmıştır.

Yorum bırakın