RÖPORTAJI PODCAST OLARAK DİNLEMEK İÇİN: Spotify / YouTube
Röportaj serimizde bu haftaki konuğumuz, Türk basketbol tarihinin en büyük yıldızlarından Efe Aydan. Milli formayı en çok giyen ve Avrupa Karması’nda oynayan ilk Türk basketbolcu olan Aydan çubuklu formayla geçirdiği yılları, milli takımdaki başarılarını ve Fenerbahçe basketbolunun gelişimine dair düşüncelerini Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran ve Baran Arslan’a anlattı.
• Kıymetli Efe Abi, ilk olarak bizleri kırmayarak röportajımıza katıldığınız için Salon Tribünü ekibi adına sizlere teşekkür ederim. 1955 yılında Ankara’da doğdunuz ve lise yıllarında, biraz da beklenmedik şekilde basketbola adım attınız. Bu spora başlama hikayenizi bizlere anlatabilir misiniz?
Evet, ben 55 doğumluyum. Basketbolla biraz geç sayılabilecek bir yaşta, lise ikinci sınıfta, yaza doğru tanış oldum. Bir sene boşta gezdim, 71 senesinde Galatasaray’da basketbola başladım, 1992’ye kadar aralıksız basketbol oynadım. Basketbola başlamamın biraz daha öncesinde, ortaokul yıllarında Ankara’da futbol oynuyordum. Dolayısıyla İstanbul’a geldiğim zaman da futbolla haşır neşir oluyordum. Baktım ki olmayacak, basketbol topuyla tanış olduktan sonra, biraz da Aydan Abi’nin (Aydan Siyavuş) Galatasaray’a antrenör olması, onun beni görüp beğenmesi, “Bu adamdan çok büyük basketbolcu olur” demesi gibi birtakım şanslar neticesinde basketbolla tanıştım.
• Galatasaray altyapısının ardından iki sene Karşıyaka’da, yedi sene Eczacıbaşı’nda oynadınız. 1982 yılında taraftarı olduğunuz Fenerbahçe’mize transfer oldunuz. Başkan Ali Şen, uzun yıllar sonra şampiyonluğa oynama hedefiyle güçlü bir kadro kuruyordu. Siz bu takıma milli takım kaptanı olarak katıldınız. Transfer süreci nasıl gerçekleşti, ayrıca o sezonki kadroyu nasıl değerlendirirsiniz?
Evet, 82’de Fenerbahçe’ye geçtiğim zaman Ali Şen’in bunda hakikaten büyük katkısı vardı. Ben o yıl Eczacıbaşı’nda transfer görüşmesi yaparken çok az miktarlık bir anlaşmazlık konusu vardı. O rakamı talep ettim fakat Şakir Bey (Şakir Eczacıbaşı) kabul etmedi, ben de bunun üzerine Eczacıbaşı’ndan alacağım rakamın neredeyse iki katına yakınını alarak Fenerbahçe’ye transfer oldum.
O sene benimle beraber Aliço (Ali Limoncuoğlu), Fatih Özal, ben ve Necdet Ronabar aynı anda Fenerbahçe’ye transfer olmuştu. Öyle zannediyorum ki Ali Şen o sene İsa diye bir futbolcuyu Mersin İdmanyurdu’na satıp, gelen bonservis bedeliyle bizleri Fenerbahçe’ye transfer etmişti. Daha sonra İstanbul Bankası’nın Fenerbahçe yönetim kurulunda yer alan başkanı Calvin Roberts’ı getirdi ve böyle bir kadro oluştu. Ve bana sorarsan o kadro -belki şampiyon olamadık ama- Türkiye Deplasmanlı Basketbol Ligi’ne heyecan ve renk getirdi diyebilirim.

• Fenerbahçe’miz açısından 1983-84 sezonuna Ali Şen yönetiminin istifasının yarattığı belirsizlik, maddi sıkıntılar ve gerginlikler damga vurmuştu. Efes Pilsen’le oynanan maçta aleyhimize çalınan düdükler sonrasında taraftarlar sahaya inerek hakemleri tartaklamıştı. Sonrasında ise kulübümüz, bazı hakemlerin müessese takımlarına sempati beslediğine dair açıklama yapmıştı. Daha sonra Güney Sanayi ile oynanan maçta siz diskalifiye olmuştunuz. Takım ve siz için nasıl bir sezondu?
Doğrusunu istersen senin bana sorduğun bu sorudaki detayları gerçekten hatırlamıyorum. Çünkü geçmişte o kadar çok maç ve olay yaşadık ki, hangisinin hangisi olduğunu tam hatırlamıyorum. Güney Sanayi maçındaki atılma olayını da hatırlamıyorum, ancak zaten sert ve biraz asabi bir oyuncu olduğum için bu tip olaylarla çok sık karşılaştık.
Ama şöyle bir şey diyeyim, Fenerbahçe’nin açıklaması belki o günün şartlarında insanlara sorarsan mantıklı gelebilir ama içinde bulunduğumuz yıllarda ise, artık spor kulüplerinin isimlerinin önünde bile sponsor var. Eskiden Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray reklam almaktan imtina ederlerdi, basketbol geliştikçe müessese kulübü – spor kulübü ayrımı herhalde ortadan kalktı. Artık iyi organize olan kulüpler daha iyi işler yapıyorlar. Bizim oynadığımız yıllarda Fenerbahçe her zaman renkli bir takımdı ve gerçekten başarılıydı. Belki de tek sıkıntımız şampiyon olamamaktı. Ama ilerleyen yıllarda Fenerbahçe bunu da elde etti, içinde bulunduğumuz yıllarda ise Türkiye Ligi’ni uzun yıllardan beri domine etmekte.
• Yine 1983-84 sezonunda Kupa Galipleri Kupası’nın ilk turunda Romen ekibi Steaua Bükreş ile eşleşmiştik. İstanbul’daki ilk maçı 81-67’lik skorla kazanmamıza rağmen deplasmanda hakemlerin yanlı yönetimi sonucu 83-65 kaybetmiştik. Henüz 6. dakikada beş faulle oyun dışı bırakılmıştınız. Maçın Polonyalı ve Rus hakemleri o dönem sık rastlanan şekilde, bir diğer Doğu Bloku ülkesi olan Romanya’yı kollamıştı. Bu maçı bizlere anlatmanız mümkün müdür?
Takım olarak o yıllarda uluslararası alanda pek fazla tecrübemiz yoktu, bu bir gerçek. Romanya’daki maçta erken faul aldığım doğru, ama şöyle bir şey söyleyeceğim: Genellikle devamlı Avrupa Kupası’nda oynayan takımlarla, bu işte yeni iddialı olmaya çalışan takımlar arasında bir maç olduğu zaman; yıllarını bu maçlarla geçiren kulüplerin bazı avantajları, özellikle ev sahibi avantajı oluyor. Bu durumda rakip takımın en güçlü oyuncusunu oyundan düşürmek, bu işin en kolay yöntemiydi. Bu durum Türkiye liglerinde de hep yaşandı. Oradaki maçta da bana erken faul çalınarak, ki bunların bir ikisinde faul yapmışımdır, erken faullendirerek beni oyundan düşürdüler. Ve yanılmıyorsam tek uzunumuz Calvin Roberts kalmıştı. Avantajı götüremedik ve elendik. Fakat ilerleyen yıllarda Fenerbahçe, Kupa Galipleri Kupası’nda başarılı neticeler elde etti. Hatta son sekiz takım arasına kalmayı başardık diye hatırlıyorum.

• 1982-1986 yılları arasında formasını giydiğiniz ve kaptanlığını yaptığınız Fenerbahçe’de Ali Limoncuoğlu, Hakan Artış, Calvin Roberts gibi önemli isimlerle aynı formayı giydiniz. Kulübümüzde birlikte oynamaktan en keyif aldığınız isim kimdi?
Fenerbahçe’de oynamak benim için kuşkusuz bir şanstı. Birçok kulüpte oynadım ve bunların hepsinde basketbol oynamaktan dolayı büyük keyif aldım ama Fenerbahçe’nin seyircisi ve ortamı, beni her zaman çok mutlu etmiştir. Hatta bunu Aliço’yla, Necdet’le bir araya geldiğimizde de yad ederiz. Güzel günler yaşadık, güzel işler yaptık ve birlikte olmaktan çok keyif aldık. Bu hep böyle devam etti. Çok iyi bir takım arkadaşlığımız vardı.
Tabii beraber oynamaktan en keyif aldığım oyuncu olarak Calvin Roberts’ı söyleyeceğim, çünkü biz birbirimizin eksiklerini tamamlıyorduk. Şöyle ki, Calvin dışarıdan şut atabiliyordu, ben de ribaundları alıyordum. Müdafaayı ben daha iyi yapıyordum. Pota altını gayet iyi domine ederdik. Ki zaten ligde oynadığımız yıllarda finale giden yolda bu ikili hakikaten iyi işler yaptı. Bunun dışında hatırlarsan Kanadalı Jay Triano gelmişti bize, hatırlarsan. Jay de çok iyi bir oyuncuydu, o sene pek başarılı olamadık ama Jay’le de oynamış olmak hakikaten keyifliydi.

• Bir diğer sorumuz ise Jay Triano ile ilgili olacak. 1985-86 sezonunda sarı-lacivertli formayı Kanada Milli Takımı’nın kaptanı Jay Triano ile birlikte terletmiştiniz. Triano, şu anda Charlotte Hornets’ta asistan koçluk yapıyor. Kendisi nasıl bir oyuncu idi?
Jay Triano uluslararası anlamda Kanada Milli Takımı’yla dünya şampiyonaları oynamış, olimpiyatlara kadar gitmiş bir sporcuydu ve çok tecrübeliydi. Bizde oynadığı zamanlarda antrenörümüz Dennis Perryman’di. O da yabancıydı. Ve Jay güzel oyunlar oynamıştı, hatta antrenmanlarda bize oyunun cinliklerini öğretirdi, “Şöyle yaparsanız hücum faul aldırırsınız” diye. Gerçekten Jay ile çok iyi takım arkadaşı olduk. Bir yıl oynadı bizde ama Michael Terpstra isminde bir ABD’li oyuncumuz daha vardı. Tecrübesizdi ama çok faydalı oynuyordu. O yılı yanılmıyorsam ilk dörtte tamamladık. Yıllarımız çok güzel geçti Fenerbahçe’de… Gelen, giden hep iyi sporculardı, iyi insanlardı.
• Milli Takımımızın 1980’li yıllardaki unutulmaz başarılarında pay sahibisiniz. 1981 yılında, rahmetli Aydan Siyavuş yönetiminde gelen Balkan Kupası şampiyonluğu, 1983’te Fas’ta düzenlenen Akdeniz Oyunları’nda gelen bronz madalya ve 1987’de Suriye’de yapılan Akdeniz Oyunları’nda altın madalya… Ayrıca 1981 yılında Avrupa Karması’nda oynayan ilk basketbolcu oldunuz. Bu başarılardan sizin için en anlamlı olanı hangisiydi?
Başarıların hepsini arka arkaya sıraladığın için teşekkür ederim. Bu başarıların gelmesindeki etkenlerin başında milli takım kadrosunu oluşturan sporcuların, bunların içerisinde ben varım, Aytek Gürkan var, Necati Güler var, Melih Erçin var, Mehmet Döğüşken (Kara Mehmet) var, Serdar Koçyiğit var, Şadi Olcay var, Celal Arısan var, rahmetli Cevat Soydaş var… Bu oyuncuların çoğunun altyapı milli takımlarında beraber oynayarak bir noktaya gelmiş olmalarının ve o kadroların da Aydan Abi tarafından yönetilmesinin (TBF’nin kazanmış olduğu ilk uluslararası altın madalya, Bursa’da 1976 yılında kaptanı olduğum Genç Milli Takım ile gelmişti) getirisiydi. Uzun yıllar beraber oynamanın, oyuncuların birbirini çok iyi tanımasının, herkesin birbirinin açığını kapatmasının neticesiydi. Tabi antrenör de her zaman bizimle beraberdi. O yüzden bu başarılar Aydan Siyavuş’un liderliğinden, oyuncuların birbirine olan inancından gelen başarılardı. Bu jenerasyon elde ettiği başarılarla Türk basketboluna çok önemli katkı sağladılar. O zamana kadar basketbol hep arka plandayken 1981’den itibaren sokaklara potaların kurulduğu, çocukların Efe, Erman diye oynadığı yıllardı. Bizler için çok güzel, çok özel yıllardı.
Bunun haricinde 1981’de, Atatürk’ün doğumunun 100. yılında Avrupa Karması ile oynadığımız maçtan sonra, o zaman Avrupa Karması’nın antrenörü olan İspanyol Miguel Diaz beni beğenerek Avrupa Karması’na çağırdı. İspanya’da, Joventut Badalona’dan Santiliano’nun jübile maçında Avrupa Karması ile Badalona’ya karşı oynadım. Benim için belki de en özel olan buydu. Tabii elde edilen başarıların özellikleri mutlaka çoktur, zaten bir noktaya geliyorsan bunda takım arkadaşlarının katkısı yadsınamaz. Dolayısıyla başarılarımda takım arkadaşlarımın desteklerini, onlarla beraber olmanın getirdiği avantajları kullanmadım dersem yalan olur. Sonuç bu.

• Milli takım çatısı altındaki başarılarınızdan dolayı sizlere minnettarız. Çengel atış olarak bilinen hook shot konusunda çok başarılı bir basketbolcuydunuz. Bu becerinizin sırrı neydi?
Hook shot’ı oldukça fazla kullanan bir sporcuydum. Benden önceki yıllarda da Fenerbahçeli Halil Dağlı bunu çok kullanırdı. Ben bu atışı gelişim yıllarımda o kadar çok denedim ve attım ki, mesela şöyle bir örnek vereyim: Galatasaray’dan Karşıyaka’ya geçtiğimde sabahları Aydan Abi ile özel idman yapardım. Bu idmanlarda haftanın beş günü hook shot’ı, şutları, ribaundları aralıksız yapardım. O kadar çok tekrardan sonra hook shot atışı, insanın gözü kapalı veya düşünmeden yapabileceği hale geliyor. İnceliklerini ve ne zaman, nasıl kullanman gerektiğini öğrenirsen, hissetmeye başlarsan bu artık otomatik hale geliyor. Ben o yüzden hep dipten dönüp jump shot atardım, hem hook shot atardım, hem “high post”tan şut atardım, hem çok iyi ribaund kovalardım. Bu tip alışkanlıkları hakikaten çok çalışarak, alışkanlık haline getirerek elde ettim.
• 1992 yılında aktif sporculuğu bıraktıktan sonra basketboldan kopmadınız, Tofaş SAS’ta çalışmaya devam ettiniz ve başkanlığa kadar yükseldiniz. Sizin için nasıl bir deneyim oldu?
1971’de başlayan sporculuk, 1992’de sona erdikten sonra 1992-1994 arasında TBF’de İdari Koordinatör Yardımcılığı ve İdari Koordinatörlük yaptım, Turgay Demirel yönetiminin ilk yıllarıydı. İlerleyen zamanlarda Tofaş’ta idareci olarak döndüm ve aradan geçen zamanda başkanlığa kadar yükseldim, 15 yıl kadar başkanlık yaptım ve 2015’te basketbol hayatımı sonlandırdım. Aralıksız kırk küsür sene basketbola hizmet ettim. Bir yıl kadar da Harun Erdenay’ın başkanı olduğu federasyonda yönetim kurulu üyeliği yaptım.
Basketbol hakikaten çok sevdiğim ve her aşamasında görev aldığım, her aşamadan kastım oyunculuk, takım kaptanlığı, idarecilik, altyapılarda Milli Takım menajerliği, Tofaş’ta menajerlik, kulüp başkanlığı… Hakikaten her aşamasında görev aldım, bulundum. Bu yüzden çok mutluyum. Hele Tofaş’ta oynarken sonrasında onun idareciliğini yapmak çok özel bir gururdu. Benim için Tofaş Spor Kulübü Türkiye’de örnek gösterilecek birkaç spor kulübünden biri. Orada başkanlık yapmak benim için özel bir ayrıcalıktı.
• Değerli büyüklerimizle aynı ortamda bulunduğumuzda, konu basketboldan açıldığında ve Efe Aydan ismi geçtiğinde hepsinin yüzünde tebessüm oluşuyor. O günleri yaşamış her isme sorduğumuz bir soru var: Döneminizde Türk basketbolunun kalbi Spor ve Sergi Sarayı’ydı. Spor Sergi; o dönemin tüm oyuncuları, basketbol adamları ve taraftarları için özel bir yere sahipti. Bu salon sizin için ne ifade ediyor?
Spor ve Sergi Sarayı deyince insan hakikaten, bizim jenerasyonumuz ve ağabeylerimiz bir hoş oluyor. Spor Sergi bizler için bir mabetti. Hepimiz basketbol topunu ilk orada tanıdık, ilk basketbol maçımızda orada gittik, küçük takım maçları, yıldız takım maçları, genç takım maçları oynadık. Balkon tarafındaki tribün arkalarındaki asfalt sahalarda maçlar yapıldı. Hakikaten çok özel bir yerdi.
Ben bunun dışında Abdi İpekçi’nin sonradan bu yeri kapattığını düşünüyorum. Ama maalesef federasyon başkanımız aceleci bir kararla orayı yıktı. Bence yanlış bir karardı. Abdi İpekçi bugün açık olsaydı orada birçok genç oyuncu basketbolla tanışır, maç oynardı, onların da mabedi ilerleyen yaşlarda orası olabilirdi. Ama maalesef buna olanak tanımadan, bence erken yıktık. Spor ve Sergi Sarayı’nın binası hala ayaktayken Abdi İpekçi’nin “Çürük binaydı, şöyleydi, böyleydi” diye yıkılmış olması da basketbol için çok acıdır.

• Maçların Spor Sergi’de oynandığı yıllarda çekilmiş görüntüler bugün sosyal medyada önümüze düştüğünde bizleri bir hayli büyülüyor. Fenerbahçe, 2000’lerin sonunda basketbolda büyük bir atılıma geçti; bu proje, 2017’deki EuroLeague şampiyonluğu ile en büyük meyvesini verdi ve Türk basketbolunda lokomotif kulüp haline gelmiş olduk. Bu dönemi ve takımın bu sezonki durumunu nasıl değerlendirirsiniz?
2000’li yılların başından başlayan yatırımlar 2017’de Avrupa şampiyonluğu ile taçlandı. Arada 17 sene var, düşünebiliyor musun? 17 yılda gelinen nokta bu. Kolay başarı elde etmek için çok büyük yatırım yapmak gerekir ama bunu akıllıca yaparsan, yıllara yayarsan o zaman süreklilik artar ve başarı kendiliğinden gelir. Şunu demek istiyorum: Fenerbahçe uzun yıllar basketbola sabırla ve doğru şekilde yatırım yaptı, sonunda Obradović’in gelişiyle başarılar hızla belli bir noktaya geldi. Aradan geçen süreçte oyuncuların yaşlanması, yeni gelen oyuncuların NBA’e gidenleri aratması gibi sebeplerden ötürü iniş çıkışlar yaşandı. Şu anda yeni bir antrenörle yeni bir kadro oluşturulmaya çalışılıyor. Dolayısıyla eski yıllardaki başarıların birdenbire gelmesi kolay değil. Takdir edersin ki 17 yıl diyoruz. Şimdi yeniden yapılanma içerisine girildi, bunun meyvelerini almak için sabretmek gerekir. Başarı “pat” diye, birdenbire gelmiyor. Ben Fenerbahçe’nin bu sene bir geçiş sürecinde olduğunu düşünüyorum. Avrupa Şampiyon Kulüpler’de (EuroLeague) belki son dörde kalamayabilir, Türkiye Ligi’nde Efes Pilsen’le final oynar. İlerleyen yıllarda bu şekilde devam edilirse bu ekiple de mutlaka başarı gelecektir.
• Obradović’ten kalan mirası ve başarıları ilerleyen yıllarda sürdürmemiz dileğiyle. Röportajımıza katıldığınız için Salon Tribünü Ekibi olarak size bir kez daha teşekkür ederiz. Son olarak, röportajımızı okuyan Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?
Önce Salon Tribünü ekibine sonsuz teşekkürler. Bu röportaj benim için çok önemliydi, güzel bir his. Obradović’ten boşalan yer mutlaka ilerleyen yıllarda doldurulacaktır diye düşünüyorum. O yüzden seyircilere tavsiyem, ki birçok basketbol seyircisi spora benim gibi yıllarını basketbola vermiş sporculardan daha farklı bakabiliyorlar, sabır diliyorum onlara. Başarı, ancak sabırla gelir. Başarısız olunduğunda maçlara gitmemek gibi… Ama Fenerbahçe’nin yeni salonunda bunları pek görmüyoruz, takımı sürekli destekleyen bir seyirci var. Fenerbahçe taraftarı son derece modern ve basketbola yakışır. Bunu TV’de ve maçlara gittiğinizde gayet yakından görebiliyorsunuz. Takımı devamlı desteklemeleri lazım, şu anda pek panik olacak bir durum yok. İlerleyen yıllarda başarı tekrar gelecektir. Tüm Fenerbahçeli basketbolseverlere sevgiler, size de teşekkür ederim.
• Sizin gibi değerli bir insanla röportaj yaptığımız için çok çok mutluyuz. Ben ve ekip arkadaşlarım adına size çok teşekkür ederim. Her zaman, her yerde, en büyük Fenerbahçe.
Bence de en büyük Fener, başka büyük yok.