Orhun Ene: “Fenerbahçe’den Çok Değerli Şeyler Aldım”

RÖPORTAJI PODCAST OLARAK DİNLEMEK İÇİN: Spotify / YouTube

1992-93 sezonunda oyuncu olarak Fenerbahçe formasını giyen ve günümüzde A Milli Basketbol Takımı’nın başantrenörlüğünü yapan koç Orhun Ene, ay-yıldızlıların Olimpiyat Elemeleri sınavı öncesinde Salon Tribünü ekibinden Baran Arslan ve Erdi Tiran’ın Fenerbahçe ve Milli Takım’a dair sorularını yanıtladı. (Transkripsiyon: Osman Talha Sümer)

• Çok değerli Orhun hocam, hoş geldiniz. Ülke basketbolunun Fenerbahçe formasını da giymiş önemli bir ismini konuk ettiğimiz için mutluyuz. 1967 yılında Erzurum’da doğdunuz. Basketbolla tanışmanız ve bu spora başlamanız hangi kulüpte, ne şekilde gerçekleşti?

Küçükken her erkek çocuğu gibi, mahallede futbol oynayarak büyüdüm. Küçük yaşlarda da iyi futbol oynuyordum. Rahmetli babam, beni Sarıyer futbol takımının kendi yaş grubumdaki antrenmanlarına götürmüştü, fakat o senelerde ilkokuldan sıra arkadaşımın annesi Eczacıbaşı Kulübü’nde çalışıyordu. Eczacıbaşı’nın 15 günlük tatilde basketbol okulu vardı. O okul sonunda, seçmelerle altyapıya oyuncu seçiyordu. İki arkadaş oraya katıldık ve 15 günün sonunda ilk defa o zaman basketbol salonu ve basketbol topu gördüm. 15 günün sonunda takıma seçilerek altyapılarda basketbol hayatım başlamış oldu. 1978 senesinde Eczacıbaşı basketbol okulu ile başlamış oldum.

• 1978-1981 yılları arasında Ortaköyspor, 1981-1989 yılları arasında Eczacıbaşı ve 1989-1991 yılları arasında Paşabahçe formalarını giydiniz. Bu süreçte Türk basketbolunun önemli oyun kurucularından birisi haline geldiniz. Bu döneme dair neler söylersiniz?

Bazen basketbol kaynaklarına baktığım zaman, geçmiş tarihte Ortaköy ile ilgili altyapıda sanki iki farklı takım gibi bir süreç var ama onun doğrusu şu:

Ben Eczacıbaşı’na 1978 senesinde başladıktan sonra, fizik olarak zayıf ama yetenekli bir oyuncuydum. Eczacıbaşı o zaman aynı bugünkü Anadolu Efes gibi, altyapılarda Türkiye’nin en iyi oyuncularını seçerek A takıma oyuncu yetiştiren bir organizasyondu. Bu organizasyonda, fizik olarak zayıf olduğum için takıma girmekte zorlanıyordum. Eczacıbaşı’nda minik takımda oynadım ama küçük takım senesinde, Eczacıbaşı’nın ikinci takımı olan Ortaköy takımına beni bir sene gönderdiler. Orada bir sene oynatıp biraz daha görmek istediler, yani “Yetenekli ama fiziksel olarak gelişecek mi?” diye. 1979-1980 sezonunda Ortaköy’de oynadıktan sonra o gelişimi gösterince tekrar Eczacıbaşı’na geri döndüm. Zaten ikinci takımı gibiydi. Bütün o süreci, Paşabahçe Spor Kulübü’ne transfer olana kadar Eczacıbaşı altyapısında ve A takımında geçirdim. Son iki senemizde, Eczacıbaşı artık bu işin Türkiye’de bütçe anlamında zor bir noktaya gelmesinden dolayı altyapı oyuncularıyla iki sezon oynamaya karar vermişti. Bu dönemde de iki defa Türkiye şampiyonu olarak Eczacıbaşı’ndan ayrıldım. Bu süreçte, yaklaşık 10-12 seneye yakın altyapısında oynadığım Eczacıbaşı Kulübü’nden profesyonel basketbol hayatına geçiş yaptım.

Orhun Ene, Eczacıbaşı yılları, en alt sıranın ortasında. Kucaktaki isim ise Larry Richard.

• 1992 yazında, Çetin Yılmaz’ın çalıştırdığı Fenerbahçe’ye transfer oldunuz. Sarı-lacivertli renklere bağlanma süreciniz nasıldı?

O süreçte Fenerbahçe, basketbola 1907 Derneği tarafından yatırım yapmaya başlamıştı. “Rüya takım” gibi bir organizasyon kurulmuştu. Yani kaliteli bir basketbol ekibi ve kaliteli oyuncular vardı. O dönem, bugünden biraz daha farklıydı. Onu da bizi dinleyen, takip eden insanlara da biraz anlatmak lazım: Müessese takımlarının bütçe anlamında daha güçlü olduğu bir yapı vardı Türk basketbolunda. Dönem dönem kulüp ve camia takımları buraya rakip olarak gelse de, kulüp takımlarıyla karşılaştırdığınız zaman, o yapı camia kulüplerinde kurulmadığı için bütçe anlamında müessese takımlarının gerisindeydi. Ancak 1907 ile beraber Fenerbahçe atılım yaptı. Fakat o süreç kolay değil. Bir anda müessese takımlarını, o yapıdaki dinamikleri değiştirmek kolay değil. İstenildiği gibi geçmedi ve bu rüya takım serüveni iki sene sonra bittikten sonra, Fenerbahçe Kulübü basketbolda kan kaybetti ve organizasyon biraz aşağı indi. O süreç de Paşabahçe’nin kapanması sürecidir.

O sürecin sonunda başkanımız Metin Aşık’tı. Başkan Metin Aşık’ın da katkılarıyla ben transfer oldum. Daha mütevazi bir kadroyla sezona başladık. O süreçte Çetin (Yılmaz) Ağabey ve Doğan Hakyemez gibi, Türk basketbolunda çalıştıkları pozisyonda çok değerli iki insanla çalışma fırsatı buldum. Esasen çok iyi başladığımız, beklentilerin de üzerinde başarılı olduğumuz bir sezondu. Tabii bugün baktığınız zaman şampiyon olamadık, Türkiye Kupası’ndan da elenmiştik ama zor bir sezon geçirdik. Maddi imkansızlıklarla beraber, o dönemlerde bazı sıkıntılar da yaşadık. Hatta Efes Pilsen ile finale kaldığımızda iki yabancı oyuncumuzu kullanamadan, kadromuzdaki daha az tecrübeli genç oyuncularımızla o seriyi oynamak zorunda kaldık ve Efes’e direnemedik. Ama bana göre o imkanlar ve o zorluklarla iyi bir sezon geçirdik. Avrupa Kupası’nda da bir noktaya kadar geldik. Onun için benim unutamadığım güzel sezonlardan biridir. O sezon da sakatlanmama rağmen Amerika’da çok çabuk tedavi oldum. Milli Takım’da da oynuyordum, Milli Takım da seneler sonra Avrupa Şampiyonası’nda oynama hakkı kazanmıştı. Basketbol oynamaktan keyif aldığım, mutlu bir sezondu benim için.

• Fenerbahçe’de geçirdiğiniz 1992-93 sezonunda Aliço lakaplı Ali Limoncuoğlu, Hüsnü Çakırgil, Ferhat Oktay ve Altar Tunçkol gibi isimlerle aynı takımda yer aldınız. Beraber oynamaktan ve takım arkadaşlığı yapmaktan en keyif aldığınız isimler kimlerdi?

Buradaki takım arkadaşlarım, mesela Aliço bizim için değerli biriydi, önemli bir ağabeydi. Aliço da basketbolu bırakmıştı, fakat ben Milli Takım’da sakatlanıp ameliyat olunca, o dönemde takımda da oyun kurucu kalmadığı için Ali ağabeyi ben iyileşene kadar bir iki aylığına çağırmışlardı. Benim ne zaman döneceğim de belli değildi. Biz onunla beraber oynayamadık ama ben yokken o vardı. Hüsnü Çakırgil benim için çok değerli bir basketbolcudur. O kadrodan Ali Ağabey çok değerli bir insandır. Ferhat Oktay, Altar Tunçkol…

Biz sıkıntılar yaşadık, zorluklar yaşadık o dönemde, birbirimize destek olduk ve takımımıza sahip çıktık. Hiçbir zaman bırakmadık peşini. Hatta TED Ankara Kolejliler ile oynadığımız yarı final serisinde de birçok sıkıntılı süreç olmasına rağmen oyuncular hep beraber birlik oldular ve finale kalma şansını elde ettik. Onun için o kadrodaki her oyuncu çok değerlidir ve o kadrodaki oyuncuların hepsiyle hala arkadaşlığımız devam ediyor.

Fotoğraf için twitter.com/TurnerFB9‘a teşekkürlerimizle. Kaynak: Fast Break Dergisi

• Fenerbahçe forması altında oynadığınız, aklınızda iyi veya kötü olarak kalan en unutulmaz maç hangisiydi?

Benim oyunculuğumda da unutamadığım en önemli maçlardan birisi, Koraç Kupası’nda İtalyan Cantu takımı ile oynadığımız maçtır. O maç benim için özeldir, çünkü Milli Takım ile Avrupa Şampiyonası’nda Belçika’yı yendikten sonra, Abdi İpekçi’nin efsanevi gecelerinden biridir o. Salonun saha çizgilerine kadar bütün her yer doluydu ve bizim için çok önemli bir maçtı. O maçı kazanırsak Avrupa Şampiyonası’na gidecektik. O dönemde de biz Fenerbahçe ile hem ligde, hem de Avrupa kupalarında çok iyi gidiyorduk. Maalesef şanssızlık işte, o maçtan sonra sakatlandım ben. Sakatlandıktan sonra ameliyat olmak için, Milli Takım oyuncusu olduğum için Milli Takım desteğiyle Amerika’ya gittim. Orada bir operasyon geçirdim.

Operasyonu geçirdikten sonra da Türkiye’de çok daha uzun süreceğini söylüyorlardı ama orada Chicago Bulls doktoru beni ameliyat etmişti. Bana “Takvimdeki en önemli maçın hangisi?” diye sormuştu. Ben oraya gittiğimde “Sezonun kalanında oynayabilecek miyim?” veya “Bir daha basketbol oynayabilecek miyim?” diye düşünüyordum. O senelerde tıptaki gelişmeler, sporcuları günümüzdeki gibi bir an önce iyileştirip sahaya döndürebilecek düzeyde değil. O, bana bunu sorduğu zaman şaşırmıştım. Ben de takvime bakmıştım, bizim 28 gün sonra Cantu ile maçımız vardı. Ben de doktora dedim ki, “Benim bir ay içerisindeki en önemli maçım bu”. Bana “Eğer burada ameliyattan sonra kalırsan, fizik tedavini de devam ettirirsen bu maçta oynayabilirsin” demişti. Ben çok şaşırmıştım, çok da sevinmiştim. Ben ameliyattan sonra orada kaldım, üç hafta boyunca fizik tedavimi devam ettirdim ve döndükten sonra iki tane antrenman yaptım. O antrenmanları da korkarak yaptım zaten. Bu, tabii o zaman baktığımızda büyük bir operasyon. Bu ameliyatlar bazen açık yapılıyor, benimki atroskopik bir ameliyattı ve sahaya çıktım.

O maç, üst tura çıkmak için kazanmamız gereken bir maçtı. Hem üst tura çıktık, hem de ben çok iyi oynadım. Onun için hiçbir zaman unutamam. O maçı oynayabilmek için çok zorluklar yaşadım, çok talihsizlikler oldu ama neticede o kadar kısa zamanda da sağlıklı bir şekilde sahaya döndüm.

Kulübümüzde geçirdiğiniz süre zarfında saha dışında yaşadığınız ilginç, unutulmaz bir olay var mıydı?

Bir sürü olay var tabii. Bir de orada çok değerli çalışanlar var. Bizim Erkan (Karaca) hala çalışıyor, onunla da çok maceramız var. Bizim malzemeci Dokunmatik Ali vardı. En güzel anılarımızdan biri Ali ile olmuştur. Ali’nin bazı tikleri vardı, o yüzden Ali ile çok eğlenirdik. Yani o kadar güzel anılarımız vardı ki… Ali mesela arabanın sileceğine sinirlenip, ondan bile krize girerdi. Ben bilmiyordum, o zaman diğer oyuncular onu çok iyi bilirdi. Onunla ilgili çok güzel anılarımız var. Şimdi bilmiyorum, inşallah sağlıklıdır ve sağlığı yerindedir.

Sağlığı yerinde hocam, Şubat ayında görüştük kendisiyle.

Öyle mi? Çok severim kendisini. Çok güzel dostluklarımız oldu saha dışında da. Biz o kulüpte kader birliği yapmış birçok insandık ve bir anda toplandık. Onun için geçirdiğimiz her gün çok özeldi benim için.

Milli Takım yıllarında Orhun Ene. (Kaynak: Uludağ Sözlük)

Fenerbahçe, sizin döneminizde maçlarını Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynuyordu. Abdi İpekçi’deki atmosfere ve taraftar desteğine dair aklınızda kalanlar nedir?

Ben Fenerbahçe’ye gelmeden önce Paşabahçe’de oynuyordum, iki sezon önce. Abdi İpekçi’de bir bayram günüydü. Biz Fenerbahçe ile oynuyorduk. Abdi İpekçi’de koltuklar dolmuş, yürüme yolları dolmuş, herkes ayakta, inanılmaz bir taraftar topluluğu vardı. Camia kulüplerine karşı, seyirciye karşı oynamanın ne kadar zor olduğunu biliyorum.

Sonrasında Fenerbahçe’ye geçtim, o sezon gerçekten bir sürü zorluklar oldu, bir sürü sıkıntılar oldu ama o sahaya adım attığınızda saha içinde, etrafınızda oluşan atmosfer, o taraftarın desteği, her gün size ve oyuna saygı duyup gelmesi, hep bir beklenti içinde olması sizi de bu işin içinde, çok daha motive tutuyor. Müessese kulüpleri ekonomik sıkıntı yaşadığı zaman dağılırlar. Müessese kulüplerini bir arada tutan, o ekonomik düzenin sağlıklı bir şekilde yürümesidir. Ancak camia kulüpleri böyle değildir. Belki oyuncular oynarken bunun sıkıntılarını yaşarlar ama bunun dışında da bu tür güzellikler yaşarlar. O an, o atmosfer esasında amatör tarafı da temsil eder. Orada bütün sahip olduğunuz şeylerden arınarak, sadece sizi destekleyen taraftar ve onların yarattığı atmosferde hem kendiniz için, hem onlar için maçı kazanmak çok önemli bir hale gelir. Bunu yaşamak genç bir oyuncu olarak o yaşlarda çok değerliydi. Onun farkını anlıyorsunuz. Fenerbahçe’nin o tarafı da çok güçlüdür. Oyuncusuna, antrenörüne çok saygı duyar ve gönülden destekler. Bu sahip çıkma duygusu büyük bir ayrıcalık. O ayrıcalığı ben de oynadığım dönemde yaşamıştım.

Galatasaray, Ülkerspor ve İTÜ ile özdeşleşmiş, Galatasaray Lisesi mezunu bir basketbolcu olarak, Fenerbahçe’de geçirdiğiniz dönem sizin için nasıl bir deneyim oldu? Fenerbahçe’yi oynadığınız diğer kulüplerden ayıran özellikler sizce nelerdir?

Beni siz tanıyorsunuz, spor camiası da tanıyor. Ben Türkiye’deki her kulübe saygı duyan bir insanım. Camia kulüplerinin hepsine saygı duyan bir insanım. Ben Galatasaray Liseliyim, Galatasaray’da da oynadım ama Fenerbahçe’de de oynadım. Bundan da büyük mutluluk duyuyorum. Ben Fenerbahçe’de oynarken de Galatasaray’dan saygı gördüm, Galatasaray’da oynarken de Fenerbahçe’den saygı gördüm. Bugün Türkiye’de de gittiğim yerde hangi camianın adamı olduğum değil, daha başka özelliklerim konuşulur. İnsanlar beni ona göre değerlendirdikleri için mutluluk duyuyorum.

Esasında her camianın kendine özgü özellikleri var ama her camianın kendi kültürleri içerisinde de çok güzel tarafları var. Ben kendimi Fenerbahçe’de oynadığım için şanslı hissediyorum, çünkü o bana farklı bir bakış açısı getiriyor. Bu biraz hayata bakış açınızla da alakalı. Ben sadece basketbolu değil, sporu seyretmeyi seven bir insanım. Ben iyi sporcunun formasına bakmıyorum. Ben iyi sporcuyu seyrederken ondan keyif alıyorum, ona saygı duyuyorum. Neticede hepimiz aynı ülkede yaşıyoruz. Herkes birbirinden farklı olduğunu düşünüyor ama ben iki tarafta da oynamış bir insan olarak söylüyorum, herkes kendi ailesine, kendi camiasına bağlı. Biz Türk insanıyız ama bizim farklılıklarımızdan, düşmanlıklarımızdan daha çok benzerliklerimiz ve dostluklarımız var. Bunları da görmek lazım. Ben bunları görerek, yaşayarak büyüdüm ve bugün gelmiş olduğum noktada hem Fenerbahçe kültüründen, hem Galatasaray kültüründen almış olduğum çok değerli şeyler var. Kimse, hiçbir zaman bunları birbirinin daha üstüne kimse koyduramaz ve birisi için de, diğeri için de kötü bir şey söyletemez. Onun için Türkiye’deki insanların bakış açısından daha farklı bakıyorum ama ikisinin de olması Türk sporu için çok önemli. Beşiktaş’ı da buraya dahil ediyorum. Çünkü bunlar zenginliklerdir ve beraber yaşamayı öğrenmeliyiz.

Bir de şunu da eklemek isterim, çok değerli sporcular yetiştirmiş camialar. Bu sporcular özlerinde, kimlikleriyle Türk spor dokusunu oluşturmuşlar esasında. Camialarda çok güzel insanlar var. Bu değerli insanlara da baktığınızda o insanların duruşu ve sporculuklarının dışında kişilikleri ve karakterleri de önemli. İşte bugün baktığınızda Lefter’inden, Can Bartu’sundan bu camiaların yetiştirmiş olduğu insanlara… Sporu sevdirmiş bu insanlar. Sadece kendi taraftarlarına değil, başka insanlara da sevdirmişler. Ben sporun bu tarafının da çok değerli olduğunu düşünüyorum. Belki sizin adınıza tezahürat yapmaz karşı camia, ama size hem oyuncu, hem karakter olarak saygı duyması, sizi farklı görmesi önemli bir şey. Bu tip insanlar, Türk sporunda yeri geldiğinde camiaları da yakınlaştırır.

Fotoğraf için twitter.com/TurnerFB9‘a teşekkürlerimizle. Kaynak: Fast Break Dergisi

• 1993 yazında Fenerbahçe’den ayrıldınız ve sonraki süreçte Ülkerspor, Galatasaray ve İTÜ formalarını giydiniz. Fenerbahçe’den ayrılma sebebiniz neydi? Sporculuk kariyerinizin sonrasında antrenörlüğe adım atışınız nasıl gerçekleşti?

O süreç zaten sıkıntılı bir süreçti basketbol şubesi açısından. Ondan sonraki sezon da bu süreç devam edince, basketbola geçmiş düzeydeki yatırıma ara verilmişti. Yeni bir organizasyon ve kulüp kuruldu. Çetin Ağabey ve Doğan Hakyemez de bu yapı içerisinde Ülkerspor’a geçtiğinde yeni bir proje ortaya koyuldu ve o proje bana heyecan verdi. O anlamda, o senenin sonunda ayrıldım. Ayrıldıktan sonra da üç sene Ülker’de, daha sonrasında Galatasaray, en sonda da İstanbul Teknik Üniversitesi ile basketbol hayatımı sonlandırdım.

• Özellikle 2009-2013 arasında çalıştığınız Banvit’te ve 2015’ten bu sezona kadar görev yaptığınız Tofaş’taki başarılarınızla adınızdan söz ettirdiniz. İki kulübün de genç oyuncu yetiştirme konusuna önem verdiğini göz önüne alırsak, Banvit ve Tofaş’ta geçirdiğiniz dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Türk basketbolunda projeleri önemsiyorum. Ben de Eczacıbaşı’nda, bir proje takımıyla oyunculuk kariyerime başladım. Bu kariyer de, milli takımlarda senelerce oyunculuk ve daha sonrasında antrenörlük yapma fırsatını bana tanıdı. Türkiye’de gençlere önem verilmesi gerektiğini ve gençlere alan yaratılması gerektiğini, desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii oynanan oyun artık çok rekabetçi, geçmişteki gibi değil. Bu rekabet ortamında, dünyada birçok oyuncuya ulaşma şansına sahipsiniz. Türk oyuncuların dışında da her türlü yabancı oyuncuyu bütçeniz doğrultusunda transfer edebiliyorsunuz ama şunu unutmamak lazım: Türkiye’de insanlar kendi kahramanlarını da görmek istiyor. Yani bizim Türk basketboluna da bir borcumuz var. Orada tabii ki pozitif ayrımcılıkla, kaliteli olmayan bir Türk oyuncuyu da kayırmamak lazım. Türk oyuncuların da bir kalitede basketbol oynaması ve iyi olması lazım. Diğer yabancı oyuncularla rekabet edecek düzeyde olması lazım ama oyuncu bunu kendi kendine yapamıyor. Oyuncuyu yetiştirmek gerekiyor. Oyuncuyu bunu yapar hale getirmek gerekiyor.

Onun için de Türk oyuncuya öncelikle güvenmeniz gerekiyor ve onu önce yetiştirmeniz ve sonra da geliştirmeniz gerekiyor. Güven, güvenle beraber oyuncuyu yetiştirme, sonra da geliştirip hazırlama bizim görevimiz. Bu doğrultuda Banvit’te ve Tofaş’ta üst düzeyde rekabet ederken, yaptığımız işin bir tarafına da bu misyonu koyduk. Bu misyon doğrultusunda da, aldığımız sonuçlarla birlikte birçok da genç arkadaşa bu işte destek olduk. Günümüzde bunu bazı kulüpler sürdürüyorlar ama basketbolun rekabetçi tarafı, özellikle Türkiye’nin Avrupa ile kulüpler seviyesinde girdiği rekabet, bazen bunu zorlaştırsa da bence Türkiye’de saymış olduğunuz o iki kulübün burada güzel bir model oluşturduğunu düşünüyorum. İnşallah ileride daha da isim yapacağız.

Fotoğraf için twitter.com/TurnerFB9‘a teşekkürlerimizle. Kaynak: Fast Break Dergisi

• Kasım ayında, Ufuk Sarıca’dan boşalan A Milli Erkek Basketbol Takımı baş antrenörlüğüne geldiniz ve A Milli Takım’daki ikinci döneminiz, ay-yıldızlıların EuroBasket 2022 biletini alması ile başladı. Milli takımımızda şu ana kadar geçirdiğiniz sürece dair düşünceleriniz nelerdir? Takımımızın gelecekte vereceği sınavlara dair beklentileriniz nelerdir?

Zor bir süreci geçtik. Milli Takım’da çalışmak kendi adıma çok gurur verici, çok mutluluk verici. Oyuncu olarak birçok kulüpte basketbolda bir noktaya geldiysem, bunlardan çok daha fazlasını bir Milli Takım oyuncusu olarak elde ettim. Onun için oyuncusu olmak da, antrenörü olmak da çok değerli. Burada beklentiler çok daha fazla, çünkü Milli Takım bütün Türkiye’nin takımı. Onun için burada alacağımız sonuçlarının hepsinin Türkiye’deki spor kamuoyunu da, basketbol kamuoyunu da tatmin etmesi lazım. Avrupa Şampiyonası biletini almış olsak da, hem oynadığımız oyunla, hem de bunu basketbolla birlikte alma şeklimizle, kazandığımız maçlarla da daha iyi yapmak zorundayız. İyi bir jenerasyona sahibiz. Hem yeni gelen yetenekli oyuncularımızla, hem de burada geçmişte liderlik yapan oyuncularımızla beraber Türkiye Ligi, Avrupa ve NBA’deki oyuncularımızla derin bir kadromuz var. Eğer buradaki özgüveni, devamlılığı sağlarsak ileride çok daha iyi olacağını düşünüyorum. İki pencereyi geçtik, kazasız bir şekilde. Şimdi önümüzde çok önemli bir Olimpiyat Elemesi var. O olimpiyat elemesinde de, ilk defa NBA oyuncularımızla beraber kadroyu görme şansı bulacağız. İnşallah onlar da aramıza katılırlar. Onunla beraber Milli Takım, bu gelen yeni jenerasyonla biraz daha kabuk değiştirmeye başlayacak. İnşallah rekabetçi ortamda, basketbol seviyesi olarak da, basketbol kalitesi olarak da bunu sahaya koymak hedefimiz. İnşallah bunu başararak, bundan sonraki her turnuvada geçmişe göre çok daha kaliteli, çok daha iyi bir basketbol ortaya koymak istiyoruz.

A Milli Erkek Basketbol Takımı Başantrenörü Orhun Ene.

• Türkiye’de basketbolun kilit noktasındaki bir isimsiniz. Ülkemizin altyapılarda, genç yerli oyuncu yetiştirme noktasında yaşadığı bazı problemlere dair neler söylersiniz? Ülke basketbolunun bu sorunun çözümü konusundaki planı ve vizyonu nedir?

Türkiye’de sahip olduğumuz tesislere, imkanlara ve genç nesle baktığımız zaman, Türk basketbolu altyapılarda istenildiği düzeyde oyuncu yetiştiremiyor. Burada hepimizin sorumluluğu var. Sadece “Şu yanlıştır, bu yanlıştır” demek doğru değil. Sadece Türkiye’deki yabancı oyuncu sayısından da bu anlamda bir projeksiyon yapıp, bundan da bir teşhis koymak doğru değil. Daha hedefe yönelik, daha içeriği zengin, daha kaliteli bir altyapı programına ihtiyacımız var. Nüfusu az olan ülkelerde, baktığınızda Slovenya gibi, Hırvatistan gibi ülkelerde havuz çok daha darken, onların NBA’e giden, daha üst seviyede basketbol oynayan oyuncuları daha fazla. Bunlar onlar bizden daha yetenekli olduğu için değil, onlar çok daha detaylı bir programla, hedefe yönelik programla hazırlandıkları için buraya geldi. Ülkemizde maalesef çok daha lokal başarılar ve lokal hedefler üzerinden yaşamaya alışkınız. Bu yaşam tarzımızı, basketbol alışkanlıklarımızı daha üst düzey liglerde ve Milli Takım seviyesinde oynayacak yaratıcı oyuncu yetiştirmeye yönlendirebilirsek, bireysel anlamda oyuncuların üzerine yoğunlaşırsak çok daha başarılı olacağımıza inanıyorum.

Burada bize, yani federasyona düşen sorumluluk kadar oyunculara ve kulüplere de sorumluluk düşüyor. Bu iş adanmışlık işidir. Onun için iyi bir sporcu olmak isteyen bütün gençlerin bazı özverilerde bulunmadan, bazı fedakarlıklar yapmadan uluslararası düzeyde basketbolcu olmaları veya başarılı bir şekilde yıllarca oynama ihtimali yok. Kulüpler sadece “Genç oyuncu oynatalım” demekle de genç oyuncu yetiştiremiyorlar. Genç oyuncu yetiştirebilmek için bunu yapabilecek kalitede antrenörlerin ve programının da olması gerekiyor. Bu insanların da kulüp bünyesinde bulunması gerekiyor. Onun için herkes esasında formülün ne olduğunu biliyor ama Türkiye’deki günlük kaygılarımızdan uzaklaşıp biraz daha uzun vadeli hedeflere yönelebilirsek, o sabrı gösterebilirsek başarı da arkasından gelecek.

• Fenerbahçe basketboluna odaklı bir site olarak, Fenerbahçe’nin durumu ile alakalı bir sorumuz var. Kulübümüz 2000’li yılların başından beri basketbola büyük bir yatırım yapıyor ve bu yatırımın en büyük meyvesini 2017’deki EuroLeague şampiyonluğu ile aldı. Takımımız, bu sezon EuroLeague’de play-off oynadı, sezonun şartlarına göre iyi bir performans olduğunu düşünüyoruz. Fenerbahçe’nin Avrupa’daki performansına ve yerli oyuncularımızın Milli Takım’a yapabileceği olası katkılara dair düşünceniz nedir?

Şunu çok önemsiyorum: Fenerbahçe’nin bugün basketbola yapmış olduğu yatırım, Türk basketbolu için çok değerli. Bir kere hem Türkiye içindeki rekabette ve seviyede çıtayı koyuyor, hem de yurt dışında, EuroLeague’de almış olduğu başarılar, gelmiş olduğu nokta ülke basketboluna dış dünyanın bakışını da belirliyor. Onun için Türkiye’de böyle bir organizasyon kurmak, böyle bir yapı kurmanın ne kadar zor olduğunu bilen biriyim. Fenerbahçe burada saygıyı hak ediyor. Artı olarak bunu seneler boyuna devam ettirmesi ve hala bu rekabetin içerisinde kalması; bu sene de çok kaliteli ve değerli bir koçun ayrılmasıyla beraber, belki de sezon öncesi bir sürü soru işaretinin olduğu bir dönemde yeni gelen antrenör ve yeni gelen bir ekiple haftalarca kaybetmeden play-off’a girmesi çok değerli. Önümüzdeki senelerde tekrar Final-Four’a katılma hakkı kazanacağına inanıyorum.

Kendi camiasının buna inanması, çok güzel bir basketbol salonuna sahip olması, seyirci desteğinin aralıksız devam etmesi, yıllardan beri, kendine özgü basketbol seyircisinin oluşması… Bunların hepsi gerçekten Türkiye’de takdir edilmesi gereken şeyler. O anlamda bunlar, Türk basketboluna büyük hizmetlerdir. Bugün belki EuroLeague’de çok sayıda yabancı ile oynanıyor ama inşallah altyapıyla beraber, buradaki Türk oyuncu katkısının da artmasıyla beraber kendi ülkesinden yetişmiş lider oyuncular da olacaktır. Burada bir tek Melih’i görüyoruz ama o altyapının da devreye girmesiyle çok daha güçlü bir Fenerbahçe olacaktır.

Fotoğraf için twitter.com/TurnerFB9‘a teşekkürlerimizle. Kaynak: Fast Break Dergisi

• Sizi ağırlamaktan büyük onur duyduk, size ve Milli Takım’a çıkacağınız maçlarda sonsuz başarılar dileriz. Son olarak, bu röportajı okuyan Fenerbahçeli taraftarlara ve tüm basketbol severlere mesajınız nedir?

Önümüzdeki yıllarda Fenerbahçe’nin, özlediği başarıyı EuroLeague’de tekrar elde etmesini dilerim. Fenerbahçe Kulübü, Türk basketbolu için çok değerli bir kulüp. Türk basketboluna zenginlik katan bir kulüp. İnşallah ileride Anadolu Efes ve çok daha fazla kulübümüzün de katılımıyla, aynı İspanya’daki gibi, üç dört tane takımın hep beraber üst seviyeye oynadığı bir basketbol ülkesi oluruz.

Yorum bırakın