Emre Ekim: “Aydın Örs, Fenerbahçe Basketbolu İçin Milattır”

2002 ve 2005 yılları arasında Fenerbahçe formasını giyen eski basketbolcumuz ve Samsunspor Genel Menajeri Emre Ekim; Fenerbahçe’deki yıllarını, beraber çalıştığı Aydın Örs’ü, takımdaki arkadaşlığı ve yurt dışı macerasını Salon Tribünü ekibinden Baran Arslan ve Erdi Tiran’a anlattı.

Emre Bey, ilk olarak hoş geldiniz. Salon Tribünü ekibi adına, röportaj talebimizi kabul etmenizden dolayı sizlere teşekkür ederiz. 1980 doğumlu bir oyuncu olarak, Darüşşafaka altyapısında yetiştiniz. Basketbola başlamanız nasıl gerçekleşti?

Ben basketbola şöyle başladım, aslında Samsun doğumluyum. Ufak yaşta, ilkokul dördüncü sınıfta basketbolu sevmeye başladım. O zamana kadar biraz da futbol ile alakalı gidiyordum ama hem fiziksel özelliklerimden, hem de o dönemki oyuncularımızın basketbola olan yeteneğinden dolayı basketbola yönlendirildim. 15 yaşına kadar Samsun Yolspor altyapısında oynadıktan sonra, 15 yaşında Darüşşafaka takımına transfer oldum.

O dönem İstanbul’daki kulüpler Anadolu’daki iyi oyuncuları takımlarına transfer ediyorlardı. O dönem Darüşşafaka ve birkaç kulüp vardı. Darüşşafaka takımına gittim, çok doğru karar verdiğimi düşünüyorum. Çünkü Darüşşafaka, altyapısına her zaman çok önem veren, çok önemli bir kulüp. Ancak asıl o dönemde çok büyük bir ekoldü. Bence Darüşşafaka ve diğer kulüpler, o dönemde olduğu gibi yeniden ekol yaratmalı. Bunun Türk basketbolu için iyi olacağını düşünüyorum.

Darüşşafaka’da altyapıda, A Takım’da uzun yıllar basketbol oynadım. Açıkçası Darüşşafaka ve Samsun Yolspor’da geçirdiğim süreç, benim için güzel bir başlangıç olmuştu, ondan sonrası da böyle devam etti.

Türkiye Ligi’nin en iyi genç oyuncusu seçildiğiniz Darüşşafaka’nın ardından Yunanistan’da Olympiacos ve Fransa’da Strasbourg deneyimleri yaşamıştınız, yurt dışında geçirdiğiniz sürenin ardından Türk Telekom ile ülkeye döndünüz ve daha sonra Fenerbahçe’ye transfer oldunuz. Özellikle Yunanistan’da yaşadığınız dönemi ve Fenerbahçe’ye imza atma hikayenizi anlatmanız mümkün müdür?

Çok iyi bir sezon geçirdikten sonra, o senenin sonunda yılın en iyi genç oyuncusu seçildim. O dönemde yurt dışından beni isteyen takımlar olmuştu. Olympiacos’a transfer oldum, benim açımdan çok iyi ve çok da zor geçti. Şöyle zor geçti: Yunanistan’a gittiğimde dört senelik bir anlaşma yapmıştık. Orada o zaman İbrahim Kutluay da oynuyordu. İbrahim Kutluay’ı Yunanistan ve Türkiye’nin siyasi ilişkilerinin daha iyi gitmesi için Avrupa Birliği vatandaşı olarak gösterdiler. Kendisi Avrupa Birliği vatandaşı statüsünde oynayabiliyordu. Biz de bu örneği göstererek, aynı şekilde oynayabileceğimizi düşündük. Hatta Olympiacos yetkilileri de benim bu şekilde oynayabileceğimi ve sorun olmayacağını söylediler. Transferimiz böyle gelişti.

Sonrasında maalesef Yunanistan’da Avrupa Birliği vatandaşı statüsünde oynayamadım, şartlar beklediğimiz gibi gelişmedi, istemediler. Hatta Yunanistan Oyuncular Birliği, Türk oyuncuların çok gelmeye başlamasına maalesef isyan etti. O dönemde Oyuncular Birliği’nin başkanı da Panathinaikos’tan Fragiskos Alvertis’ti. Yunan oyuncular olarak grev yapabileceklerini bile söylediler. Böyle bir karar alınınca maalesef sadece EuroLeague maçlarında kadroya girdim ve EuroLeague maçlarının birkaçında forma giydim, o yüzden çok verimli bir serüven olmadı.

Eğer Yunanistan Ligi’nde oynayabilseydim çok daha farklı olabileceğini düşünüyordum. Çünkü Yunanistan’daki maçlarda genç oyuncu olduğum için, o dönemlerde süre alıp kendimi daha çok geliştirebilirdim, ancak maalesef o süreç öyle olmadı. Tabii ki Yunanistan da benim için büyük bir tecrübe oldu, çok güzel sezonlarım geçti, mutluydum da. Orası hem dil açısından, hem de eğitim açısından benim için büyük bir tecrübeydi. Sonrasında Fransa’ya, Strasbourg takımına gittim, play-off döneminde oynadım. Benim için en azından orası da, dönmeden önce ayrı bir tecrübe oldu. Ülkemize döndükten sonra sezona Türk Telekom takımıyla başladık, daha sonra Fenerbahçe’ye geldim.

Fenerbahçe’de çok güzel zamanlarımız geçti, yaklaşık üç seneden daha uzun bir süre. İlk gittiğim zamanlar biraz sıkıntılı dönemlerdi, sonraki senelerde üzerine koyarak devam ettik. İlk iki senemiz biraz zor geçse de, üçüncü senemizde Aydın Ağabey’in (Aydın Örs) gelmesiyle beraber EuroCup Challenge’ta Final-Four oynadık. Tabii ki bizim için çok büyük bir heyecan oldu, ligde o zaman Efes Pilsen ve Ülkerspor’un hegemonyası vardı. Bu takımları yenmeyi de başardık. Aydın Ağabey’in gelişi, Fenerbahçe basketbolunun ilerleyişi için milattır. Çünkü Aydın Örs Türk basketbolunun en değerli antrenörüdür. Disiplini ile, oyuncuya yaklaşımı ile, basketbol bilgisi ile hem Fenerbahçe’ye, hem de biz oyunculara çok şey kattı. O dönemde onunla beraber çok güzel senelerimiz oldu. Fenerbahçe’de geçirdiğim o üç sene, gerçekten benim için unutulmaz.

Fenerbahçe – Beşiktaş, 24 Mart 2005. Kaynak: kirmizikrampon.blogspot.com

Fenerbahçe’deki ilk sezonunuz olan 2002-03 sezonunda, Galatasaray ve Beşiktaş ile ortak alınan lige katılmama kararının son anda iptal edilmesiyle lige iyi hazırlanamadan girmiş ve sezonu çeyrek finalde, Galatasaray karşısında noktalamıştık. Bu sezona dair neler söylersiniz?

Güzel bir sezon geçti aslında. Güzel başlayamadık ama sonra toparladık ve Galatasaray ile çeyrek final oynadık. Çok da keyifli bir play-off oynadık, aslında bu seri de çok heyecanlı geçmişti. O zamanlar Galatasaray sonradan biraz yatırım yaptı, çok değerli iki yabancıyı almıştı, Jason Robert Koch ve yanında önemli oyuncular vardı. Bizde de Mark Dickel gibi değerli yabancı oyuncular vardı. Türk olarak da Rasim Başak, Erdal Bibo, Zeki Gülay… Güzel bir play-off serisi oynadık, hatta şöyle oldu: Statü gereği Galatasaray 1-0 önde başlamıştı, seri üçte bitiyordu, kendi sahalarında oynadıkları için durumu 2-0’a getirdiler. Sonrasında seriyi 2-2’ye getirmiştik hatta son maçta, bitime iki saniye kala bana faul yapmışlardı. İkide iki atmıştım, maç uzatmaya gitmişti, uzatmada kazanıp seriyi 2-2’ye getirmiştik.

Ve o maçın benim için ayrı anısı vardır, çünkü ikinci yarının yaklaşık 15 dakikasında oynamamıştım, sahaya girmemiştim, bayağı soğuktum. O sırada da bana faul olunca son top, zor bir an yaşatmıştı. Son toplar her zaman daha heyecanlı olur, çok şükür o iki atışı baskete çevirip maçı uzatmaya götürdükten sonra kazanmıştık ve seriyi 2-2’ye getirmiştik. Ancak maalesef son maçı kazanamadık, 2-0’dan 2-2’ye getirip son maçı kazanamamıştık. Ama güzel ve zevkli bir seriydi, çok heyecanlıydı, belki de bu heyecanı yaşamamız takımı tetikledi. Sonrasında Aydın Ağabey’in gelmesi, belki yönetimin daha fazla ilgi göstermesi, o dönemde süreci basketbol ve Fenerbahçe adına buralara kadar getirdi.

“Türk basketbolunun Fenerbahçeli efsanesi” Aydın Örs, 9 Şubat 2018’de Ataşehir’de taraftarı selamlıyor. Fotoğraf: fenerbahce.org

Türk basketbolunun efsane isimlerinden Aydın Örs’ün takımın başına geçtiği 2004-05 sezonunda ise iyi bir performans gösteren Fenerbahçe, lig play-off’unda yarı finale kadar yükselmiş, EuroCup Challenge’ta ise Final-Four oynamıştı. Sezona ve özellikle BK Kiev’e kaybedilen finale dair aklınızda kalanlar nelerdir?

Biraz önce de söylediğim gibi, çok keyifli bir sezondu. O sezon Aydın Örs’ün gelmesi, kulübün basketbola bakış açısının tamamen değişmesi, Aydın Ağabey’in bazı şeyleri değiştirmesi, sistemimizin değişmesi… Kulüpte çalışanların oturup kalkışından tut, yaptığı işlere kadar, tamamen bambaşka bir organizasyona dönmüştü. O dönemin en büyük farkı Aydın Örs idi, kendi kuralları ile geldi; sonrasında bize, ordaki çalışanlara, tesisteki herkese bunu aşıladı. Herkes bunun bilincine vardıktan sonra, o ekol ile beraber çok iyi bir sezon geçirdik. Belki kadromuz çok kaliteli değildi ama bu zamanların başlarının, o zamanlara dayandığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Sonrasında ben ayrıldım ama Aydın Ağabey’i biliyorsunuz, yüzüncü yılımızdaki şampiyonluk, Avrupa’da devamlı başarılar… Çok başarılı sezonları var. Fenerbahçe için “milat” dediğimiz dönem, Aydın Ağabey’in Fenerbahçe’ye gelmesiyle başlar. Şunu da gözardı etmeyelim: Ülker Grubu’nun basketbola çok büyük destekleri oldu. Fenerbahçe’ye Ülker sponsor oldu, Galatasaray’a Cafe Crown, Beşiktaş’a Cola Turka… Ülker Grubu sponsorluklarıyla beraber, basketbolun o dönem çok büyümesini sağlamıştır. Kendilerine teşekkür etmek lazım, onların çok büyük emeği var, ben böyle düşünüyorum. Sonrasında da zaten şu ana kadar geldi Fenerbahçe. Ama başlangıcı o dönemdir yani.

Biz Kiev ile grupta oynadığımız iki maçı çok rahat kazanmıştık. İnanın, Kiev herkesi yeniyordu ama biz onlara ters geliyorduk. Final-Four’da bu maça çıkarken biraz da onun rahatlığı vardı, “Biz bu maçı kendi seyircimiz önünde ve kendi salonumuzda kazanırız” havasına bürünmüştük. Açıkçası bu maçın zor olacağını teknik ekip söylese de, insan ister istemez o rehavete kapılabiliyordu. Çünkü grupta, Kiev’de ve kendi evimizde oynadığımız maçları farklı kazanmıştık. Kiev de bunun tam tersine, çok hırslıydı ve taktiksel olarak bizim neleri iyi yaptığımızı iyi analiz etmişlerdi. Bizim alan savunmamızla ilgili çok ciddi çalışma yapmışlar ve biz de hücumda iyi bir maç çıkaramayınca maalesef öyle bir mağlubiyet almıştık.

Fenerbahçe – BK Kiev, 27 Nisan 2005. Kaynak: kirmizikrampon.blogspot.com

Yani basketbolda maalesef bunlar oluyor, iki tane çok rahat kazandığın maçtan sonra üçüncü maçı, karar maçı da diyebiliriz, Final-Four’da kaybetmek çok üzücü. Belki 20 kere oynasak 19 veya 18 kez biz kazanırız, ikisini onlar kazanır. İkisinden birisi o maça denk geldi, bizim için üzücü oldu, maalesef dördüncü bitirdik sonra. Üçüncülük maçında moral bozukluğu ile Khimki’ye yenilmiştik, o maçı da iyi oynayamamıştık. Bu arada biz Kiev takımını o maçta yenebilseydik şampiyon olurduk, kısmet böyleymiş. Ona da çok hazırlanmıştık, sonu üzücü olmuştu ama genel anlamda o sezonu çok iyi gecirdik.

Beşiktaş serisi… Şimdi, Damir Mršič zaten çok yetenekliydi. Yeteneğinin yanında da çok çalışkan bir oyuncuydu. Antrenman öncesi, sonrası çok çalışırdı. Fiziksel olarak kendisine çok iyi bakardı, bu yüzden örnek alınası özellikleri vardı. Bunun yanında, bizim o sene Beşiktaş ile oynadığımız play-off serisinde maçlar da çok gergin geçiyordu. Şöyle ki, iki taraf da Final-Four oynamayı çok istiyordu, çünkü o dönemlerde Final Four oynamak Türk takımları için çok büyük bir başarıydı.

İlk maçı biz kendi evimizde oynadık ve kazandık. O maç normal geçti, bir gerginliği olmadı ama, rakibimizin salonunda oynadığımız maçta tribün olsun, oyuncular olsun gerginliği çok fazla yaşadık, açıkçası onu yaşayınca seri orada 1-1 oldu. Ondan sonra, seri üçüncü maça geldiğinde gerginliğin devam edeceğini biliyorduk. Bizim seyircilerimiz ve yöneticilerimiz bunu gördü. Mental olarak çok iyi hazırlandığımız bir maçtı, o maçı unutmamam. Mršič’in 37 sayılık performansı olsun, diğer oyuncuların savunmadaki hırsı, sertliği, özverisi, rakip takıma baskımız falan… Yani, müthiş bir maç oynadık. Seyircimiz de inanılmazdı, benim gördüğüm en iyi seyirci performanslarından biriydi. Abdi İpekçi Spor Salonu tamamen doluydu, sahaya yakın yerlerin hepsinde fanatik seyirciler vardı. Ben şöyle düşünüyorum, oradan o gün hiçbir takım çıkamazdı. Çünkü Fenerbahçe’nin baskısı, arzusu, bizimle beraber müthiş bir ortam vardı açıkçası. Çok mutlu ayrılmıştık, ayrı sevinmiştik.

Agresif Fenerbahçe tribünü, Fenerbahçe – Beşiktaş, 24 Mart 2005. Kaynak: kirmizikrampon.blogspot.com

Aydın Hoca’nın (Aydın Örs) duruşunu, karakterini ve size kattıklarını anlatabilir misiniz?

Aydın Ağabey’in duruşu çok farklı tabii, öncelikle kazandıklarıyla, kariyeri ile, duruşu ile bizi buna her zaman inandırıyordu. Koçlar için, bir kere yapılan işte inandırmak ve inanmak çok önemlidir. Bize bunların doğru olduğunu, savunmayı ne kadar iyi yaparsak nelerin olacağını, bizi hücumdaki düzenin içerisindeki parça olacağımıza inandırması, çok fazla ön plana çıkmadan neler yapabileceğimize, takım düzeni içerisinde neler yapacağımıza inandırması bizi belli bir yere getirmişti. Kariyerinden dolayı, oyuncular da buna son derece inanıyordu. Onunla daha önce çalışan kişiler, mesela Ömer Onan ve Erdal Bibo gibi, bu isimler de hocayı bildikleri için bizlere anlatıyorlardı. Ve bu süreçte inanın bizim için, basketbolumuzun ilerisi için çok ciddi anlamda örnek oldu.

Aydın Ağabey için “Çok disiplinli” derler. Evet, çok disiplinlidir ama bir o kadar da samimidir. Yani insanlar dışarıda konuştuğunuz, dışarıda muhabbet ettiğiniz zaman ne kadar sıcakkanlı olduğunu bilir. Onun yanında esprileri de güzeldir, çok sert gözükür ama arada ince espriler yapar ve orada güldürür ve oyuncuları rahatlatır. Yani bu konularda çok değişik bir karakter, diğer koçlara benzemez, bu yüzden müthiş bir kalitedir kendisi. Bir kere oyuncuya hatası ve yanlışı neyse onu karşısında söyler. Çok samimi olduğu için herkes onun arkasından bir şey düşünmez. Yani herkes Aydın Ağabey ne diyorsa odur, içindekini söyler” diye düşünür, bu yüzden onunla çalışmak bizim için hem mutluluk verici, hem de onur vericiydi, çok şey öğrendik kendisinden.

Fenerbahçe’deki üç sezonluk maceranızda Damir Mršič, Zaza Enden ve Erkan Veyseloğlu gibi isimlerle aynı takımda oynamıştınız. Beraber forma giymekten ve takım arkadaşlığı yapmaktan en keyif aldığınız isimler kimlerdi?

Her insanın her takımda daha iyi anlaştığı, daha çok zaman geçirdiği insanlar oluyor. Bu, “Takımda gruplaşma” diye bir şey değildir, herkesin kendi karakterine göre yakın bulduğu insanlar vardır. Bizim için şöyle bir durum var: O dönemde baktığınız zaman, aklıma gelen bizim Erdal Bibo, Erkan Veyseloğlu, Zeki Gülay, Barış Güney, Rasim Başak, Umut Yenice… Bu arkadaşlarla çok eğlendiğimiz, çok vakit geçirdiğimiz zamanlar oldu. Hiçbirini ayrı tutmamam lazım. Mesela Zaza çok eğlencelidir, içi dışı bir yapıdadır.

Bunların hepsini söyleyebilirim, yani şu an arkama baktığım zaman, hiç kimse ile kötü olmadığımı görüyorum ve çok eğlendiğimizi görüyorum. Erdal Bibo olsun, Erkan Veyseloğlu olsun, sonraki kariyerimizde beraber çok oynadık. Onlarla çok zaman geçirdiğim için onların yeri ayrıdır. Ama Umut Yenice olsun, Zaza Enden olsun, Zeki Gülay olsun, benim bu hayatta tanıdığım en komik, en eğlenceli kişiliklerdir. Mesela Zeki Gülay ile çok eğlenirdik, bazen çok üzerime gelirdi ama çok eğlenceli zamanlarımız geçti, Hakikaten çok güzeldi, onu buradan yad edeyim, selamlarımı ileteyim.

Arkadaşlığın ve döneme dair fotoğraf bulmanın zorluğunun had safhada olduğu günler. Kaynak: Fanatik Basket

Çubuklu formayla parkeye çıktığınız en unutulmaz maçı ve kulüpte, saha dışında yaşadığınız en ilginç olayı anlatmanız mümkün müdür?

Çubuklu forma ile çıktığım her maç önemliydi ama, söylediğim Galatasaray serisi benim için önemliydi. Aydın Ağabey’in geldiği sene Efes Pilsen ile, Galatasaray ile, Beşiktaş ile oynadığımız maçlar, keza Ülker ile oynadığımız maçlar çok önemli, bunları hiç unutamam. Ayrıca tabii ki Beşiktaş ile Final-Four’a kalmak için oynadığımız seri, üzücü olsa da seyirci ile beraber Final-Four’u tatmamız, bunların hepsi keyifli geçen maçlardı.

Anı olarak sorarsanız gerçekten çok var, Zeki Gülay ile var… Bunları anlat anlat bitmez. İnanın aklıma şu an çok şey gelmiyor ama, mesela aklıma gelen bir şey söylemem gerekirse… Şöyle söyleyeyim.

Bizde Altan Çetinkaya vardı, arabasını çok severdi, çok vakit geçirirdi, bayağı süslerdi, modifiye falan yapardı. Biz de bir gün antrenmandayken onun arabasını sakladık, kaçırıp başka bir yere park ettik, anahtarını tekrar cebine koymuştuk. O bayağı panik olup Zeki Gülay ile beraber arabasını aramıştı, bayağı da uzun aramıştı, en son polise gidecekken anahtarı vermiştik, o çok komik bir anıydı, bütün takım çok eğlenmiştik hakikaten, aklıma gelmişken bunu söyleyeyim.

Sizin döneminizde Galatasaray, Beşiktaş ve Efes Pilsen ile oynanan maçların takım ve taraftar için önemi ne idi?

Galatasaray ile Beşiktaş ile oynarken tabii ki bambaşkaydı. Galatasaray derbileri futboldan kaynaklı olduğu için o dönemlerde çok önemliydi, her ne kadar bütçeler düşük olsa da. Aydın Ağabey öncesinde de bu vardı, her derbinin ayrı bir önemi vardı. Biz çok ciddi hazırlanırdık, onlar da ciddi hazırlanırdı. Kampımıza girerdik, ona göre hazırlıklarımızı çok ciddi şekilde yapardık. Bu maçların önemi apayrıdır, bizim için de heyecanlı olurdu. Kendimizi göstermek ve Fenerbahçe taraftarına o galibiyeti tattırmak için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırdık.

Fenerbahçe – Beşiktaş, 24 Mart 2005. Kaynak: kirmizikrampon.blogspot.com

Fenerbahçe, sizin döneminizde maçlarını Haldun Alagaş Spor Salonu’nda Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynuyordu. Özellikle Abdi İpekçi’deki atmosfer ve taraftar desteği, sizin için ne anlam ifade ediyordu?

Biz o dönem Haldun Alagaş Spor Salonu’nda da, Abdi İpekçi Spor Salonu’nda da oynadık. Haldun Alagaş küçük bir salon olduğu için, Fenerbahçe seyircisinin sığmadığı veya az olduğu zamanlar oluyordu. Çünkü o dönemlerde lokasyon açısından biraz zor bir yerdeydi. Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynadığımız dönemde, özellikle Aydın Ağabey’li senede çok heyecan veren bir takım kurulmuştu. Kadro kalitesinin diğer senelere göre daha iyi olması heyecanı artırınca, seyirci de inanılmaz şekilde gelmeye başlamıştı.

Hatta size bir anımı anlatayım: Aydın Ağabey’in dönemi öncesinde, Galatasaray ile play-off’ta eşleştiğimiz zaman, 2-2’ye döndüğümüz maçta Galatasaray seyircisi kendilerine ayrılan yerin üçte ikisini doldurdu. Ama bizde hiçbir seyirci yok. Isınmaya çıktık, hiçbir seyirci yok. Biz şok olduk, “Allah Allah, seyirci nasıl gelmez? Acaba bizlerden ümitlerini kestiler mi?” falan diyerek bekliyorduk. O sırada, 5-10 dakika sonra 10, 9, 8, 7… Geriye sayılmaya başladılar. Biz şaşırdık, Bir ses geliyor ama nereden geliyor?” dedik. Meğerse bütün tribün koridorda toplanmış, bize sürpriz yaptılar. Çok ciddi anlamda hep beraber içeriye bir girdiler, bizi inanılmaz motive etmişlerdi. Yaşadığımız şoku anlatamam, ısınırken o gazla maçı da almıştık. Gerçekten o ayrı bir seyirci performansıydı, o da aklıma gelmişken söylemek isterim.

Fenerbahçe 2000’li yıllarda basketbolda büyük bir atılıma geçti, bu süreçte EuroLeague kupasını kazanan ilk Türk takımı oldu. Söz konusu dönemi ve takımın son durumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Daha önce de söylediğim gibi, bizim dönemden başlayıp her sene adım adım ileriye giden bir Fenerbahçe var. Sponsorlarıyla, en son Ali Koç döneminde Beko sponsor oldu, ondan öncesinde Ülker Grubu… Şöyle söyleyeyim: Basketbolda sponsorlar olmadan yaşamak, ilerlemek kolay değil. Devamlılığın olması için sponsorların olması şart. Küçük sponsorluklar, büyük sponsorluklar… Bence takımın bütçesinin minimum yarısını sponsorların oluşturması lazım. Fenerbahçe de Türkiye’nin en büyük spor kulüplerinden birisi. Bütün branşlara baktığımız zaman En büyük spor kulübü” diyebiliriz. O zaten apaçık belli, baktığınız zaman böyle bir durumda olan bir kulübün sponsorunun olmaması bence yönetim başarısızlığı olur. Eğer Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın sponsoru yoksa yönetim bence başarısız sayılır.

Ülker döneminden beri Doğuş Grubu olsun, Beko olsun çok ciddi yatırımlar yaptı. Bunun yanında Aziz Yıldırım dönemi olsun, Ali Koç dönemi olsun, bu sponsorların yanında desteklerini vererek, her sene üzerine koyarak devam ettiler. Bu süreçte tabii ki Željko Obradović gelene kadar çok koç değişikliği de oldu. Aydın Ağabey ile Obradović arasında memnun olunmayan seneler de var ama hepsi bir tecrübedir, bu tecrübeleri yaşadıktan sonra bir yerde başarı gelir. Yeter ki o tecrübeleri yaşarken dersleri çıkarın. O dönemde koç değişiklikleri oldu ama hiçbir şekilde vazgeçilmedi, sponsor desteği devam etti. Bence Obradović’in ilk iki senesi çok zor geçti. Onun Türkiye’ye adaptasyonu, sistemin oturmasını sağlaması, yönetim olarak vazgeçmeyişi, bunların hepsi çok önemli. O dönemde Obradović’in performansı eleştirildi. Sonrasında düzen ve sistem oturunca, her sene Final-Four yapan, bir kere şampiyonluk yaşayan, final oynayan, en kötü üçüncülük-dördüncülük maçı oynayan bir takım yaratıldı. Bu halen devam ediyor, geçen sene belki geçiş dönemi oldu ama ben bu sene tekrar düzeleceğini düşünüyorum, inşallah Avrupa kupalarında başarılar gelir. Zaten Efes Pilsen son zamanlarda yaptığı atılımla şampiyonluk yaşadı. Şu andaki süreç Türk basketbolu adına güzel gidiyor. Umuyorum ki Türk oyuncuların da süre aldığı ve başarılı olduğumuz nice seneler olur.

Kaynak: fenerbahce.org

Basketbolu bırakmanızın ardından spordan kopmadınız ve kariyerinizi Samsunspor’da genel menajer olarak sürdürüyorsunuz. İdarecilik kariyerinize ve hedeflerinize dair neler söylemek istersiniz?

Ben basketbolu oyuncu olarak bıraktıktan sonra koçluktan çok yönetimsel tarafı seçtim. Açıkçası oraya daha çok meyilli olduğunu düşünüyorum. Bir de 20 senenin üzerinde profesyonel olarak oynadım ve bunun yedi sekiz senesi takım kaptanı olarak geçti. O yüzden o dönemde insanları yönlendirmek ve yönetmek benim için tecrübe oldu. Sonrasında bildiğimiz iş olduğu için basketbolun içinde devam etme kararı aldım. Sağ olsunlar, o dönemde Büyükçekmece takımında birkaç sene kaptanlık yaptıktan sonra bana böyle bir görev sundular. Orada üç sene çalıştım, yöneticilik anlamında keyifli bir üç sene geçti. Oradan devam eden bir süreç var, beni bu seneye kadar getirdi beni.

Samsunspor’da çok güzel bir yapılanma var, geçen sene takım neredeyse şampiyon olup Basketbol Süper Ligi’ne çıkacaktı, orada güzel ve büyük bir atılım var. Bu yapıyı uzun vadede, uzun bir şekilde yapacağız, önemli olan o. Sonrasında ise hedef takımı Süper Lig’e çıkarmak. Benim için hedef, bulunduğum ortamdaki takımları uzun vadede her sene üzerine koyarak düzenli bir yapıya getirmektir. Şu anda mutluyum, her şey iyi gidiyor. Doğduğum, büyüdüğüm şehirde çalışıyorum, o da benim için ayrı bir mutluluk. Umarım orada çok daha büyük başarılara imza atarız. Çünkü Samsun hem bir futbol şehri, hem de basketbolu çok seven bir şehir. Basketbol ile yatıp kalkan çok insan var. Hem altyapıdan oyuncu çıkarmak, hem de üst tarafta başarılı olmak. İleride hem futbolda, hem de basketbolda Süper Lig’de olalım, beraber güzel seneler geçirelim, böyle bir mutluluk yaşayalım istiyoruz. Bakalım, inşallah önümüzdeki seneler bunu bizlere gösterir.

Samsun, Atatürk’ün ayak bastığı şehir, Atatürk’lü arma bu anının büyüklüğü. Bunu iyi hissetmemiz lazım. Yani basketbol, Anadolu’daki şehirlerde de yaşasın. Tabii ki Fenerbahçe’nin, Anadolu Efes’in Galatasaray’ın, Beşiktaş’ın yaptığı şeyler çok ayrı, bunlar büyük camialar. Ama Anadolu’daki şehirlerde de basketbolu sevdirmemiz ve bu sporu benimsetmemiz lazım. Federasyonumuz da büyük çaba harcıyor, bizim de isteğimiz bu yönde. Bizim de isteğimizle beraber, çok daha güzel seneler geçireceğimizi umuyorum.

Emre Ekim.

Son olarak, bu röportajı okuyan Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?

Tüm Fenerbahçe camiasına selamlarımı ve sevgilerimi gönderiyorum. Orada geçen yıllarım çok güzeldi, umarım çok daha güzel yıllar geçiririz. Umarım Fenerbahçe Basketbol Takımı Avrupa’da çok ciddi başarılara imza atar, bizler de bununla gurur duyarız, onur duyarız. Çok güzel bir camia, zamanında bu camianın bir parçası olmak çok mutluluk vericiydi. Şimdi de doğup büyüdüğüm şehirde çalışıyorum ve oranın başarısı için uğraşıyorum, o da benim için ayrı bir mutluluk. Fenerbahçe’ye ve basketbol şubesine önümüzdeki senelerde başarılar diliyorum, taraftarlara selamlarımı iletiyorum.

Röportajımıza katıldığınız için size çok teşekkür ederiz, var olun.

Ben teşekkür ederim, size bu güzel çalışmalarınızda başarılar diliyorum, çok güzel bir iş yapıyorsunuz. Tekrardan sevgilerimle.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s