Zeki Gülay: “Beşiktaş Maçını Bir Daha Yaşamak İsterdim”

Altyapısından yetiştiği Fenerbahçe’nin formasını iki farklı jenerasyona tanıklık ederek, toplam dokuz sene boyunca giyen eski kaptanımız Zeki Gülay; basketbol yaşamını, unutamadığı maçları ve spora olan bakışını Salon Tribünü ekibinden Baran Arslan ve Erdi Tiran’a anlattı.

• 15 Ağustos 1972 tarihinde dünyaya geldiniz ve Fenerbahçe altyapısında yetiştiniz. Bu süreçte Genç Milli Takım’da da forma giydiniz. Basketbola başlama hikayenizi ve altyapı yıllarınızı anlatabilir misiniz?

Çok fazla uzatmayayım, kısaca şöyle anlatayım: Basketbola çok genç bir yaşta, 17 yaşıma girmeden yaklaşık bir buçuk ay kadar önce başladım. Spora bu kadar geç başlamamın sebebi şu: Türkiye’de zamanında spor okulları olsun, bir sürü konuda spora yönlendirme çok azdı. Bu eksiklerden dolayı geç başladım, zaten spor hayatım boyunca bunun kötü etkilerini yaşadım. Şimdiki gençler çok şanslı. Çocuklar ufak yaşlardan itibaren hayatlarını hemen hemen bütün spor dallarıyla iç içe olarak sürdürmeye başlıyorlar.

25 Haziran 1988’de Fenerbahçe altyapısında başladım, o tarihi unutmam. Sebebi de esasında şuydu, Rusya ile Hollanda’nın oynadığı Avrupa Futbol Şampiyonası finali vardı. Ruud Gullit ile Marco van Basten’in gol attığı maç, Rusya’yı yenmişlerdi. O günden dolayı o tarih aklımdan çıkmıyor. Altyapıda iki sene geçirdim. Zaten ilk sene hem fiziksel açıdan, hem de mentalite açısından spora bayağı uzaktım. Son senede bir şeyler yapmaya başladım, bir şekilde şansım da yaver gitti, emek de gösterdim, böylelikle A Takım serüvenim başlamış oldu.

• Ligin son şampiyonu olarak başladığımız 1991-92 sezonu ile birlikte Fenerbahçe A Takımı’nın kadrosunda yer almaya başladınız. Sarı-lacivertli ekipte genç bir oyuncu olarak geçirdiğiniz üç sezonluk ilk döneminizde bir Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Kupası zaferi yaşadınız. A takıma yükseldiğinizde neler hissettiniz? Play-off’larda yaşadığımız şanssızlıklar sonucu ligde istediğimizi alamadığımız bu sezonlar, sizin için nasıl geçti?

Çok gurur verici bir bölüm. Türkiye’nin en büyük kulübünün formasını giymek, orada bir şekilde yükselmek, oraya ait olmak çok gurur verici. Bundan çok gurur duyuyorum. Sonuçta sporun doğası bu, bir sürü başarısızlık oluyor, başarılı zamanlar oluyor, üst seviyede kalabilmek çok az sporcu ve kulübe nasip oluyor. Hatırladığımda sadece tebessüm ediyorum, özlüyorum. Türkiye’de sportif anlamda bir sürü şeyin parlamaya başladığı, sporun profesyonnelleştiği dönemlerdi. O yüzden geçmişe baktığımda, arkadaş çevreme o günlerden hep tebessüm ve mutlulukla bahsediyorum.

Kasım 1991’de Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı. (Kaynak. fenerbahcetarihi.org)

• 1994 yazında Fenerbahçe’den ayrıldınız ve 2001 yılına kadar olan süreci TED Ankara Kolejliler, Muratpaşa Belediyesi ve Türk Telekom gibi takımlarda geçirdiniz. Fenerbahçe’deki ilk döneminizin bitiş sebebi neydi? Başka takımlarda geçirdiğiniz bu sezonlar nasıl bir tecrübeydi?

Fenerbahçe’den ayrılma sebebim… Çok spesifik bir sebep yoktu. Sadece daha fazla oynamak, fırsat bulmak, tecrübe kazanmak, altyapıda yaşayamadığım veya eksik geçirdiğim yılların diyetini bir şekilde ödemekti. Sonuçta bir şekilde şehir dışına çıktım, benim için güzel bir tecrübe oldu. Yalnız yaşamak, hayata hazırlanmak açısından çok önemli oldu. Daha sonra da, 2001 yılında Fenerbahçe genç takımından koçum olan sayın Murat Özgül’ün isteğiyle Fenerbahçe’ye geri döndüm, kendisine her zaman müteşekkirim. Çok emeği vardır üzerimde, gerçek bir Fenerbahçelidir.

Kendisine selamlar olsun, çok kaliteli ve iyi bir insandır, sportif anlamda da çok kalitelidir. Herkesin kendisine rol model alması gereken çok özel bir karakterdir. Kendisine saygılarımı iletiyorum. Murat Ağabey ile bir dönem geçirdikten sonra, 2004-05 sezonuna Aydın Ağabey ile (Aydın Örs) başladık.

Aydın Ağabey’e de selamlar, kendisinin ellerinden öpüyorum, onun da Türk basketboluna, dolayısıyla Fenerbahçe’ye çok büyük emekleri oldu. Hatırlayınca onur ve gurur duyduğum yıllar, Allah herkese bu şekilde geçirebileceği vakitler nasip etsin.

Siz de değerlisiniz, basketbola emek veriyorsunuz. Biz bir şekilde bu işin içinde olduk, bu işten para kazandık, toplumda bir yerlere geldik. Siz burada basketbola belki bilabedel, hiçbir kazanç elde etmeden, tamamen bir sevda ile, gönülden emek veriyorsunuz. Bunları Fenerbahçe için yapıyorsunuz, hepsi çok güzel şeyler. Ben size teşekkür ederim, sizin yaptığınız çok daha büyük bir hizmet.

• 2001 yazında ise Murat Özgül yönetimindeki takımımıza geri döndünüz. Transfer ve takıma katılma süreciniz nasıl gerçekleşti?

Esasında fazla karıştırmak istemiyorum ama basketboldan kafa olarak biraz uzaklaştığım bir dönemdi. Büyük bir ailevi trajedi yaşadım, o sırada gelgitlerim vardı, sporu tamamen bırakmak gibi… Murat Ağabey ile tekrar bir şekilde yolumuz kesişti, Fenerbahçe’ye dönmemi istedi. Ben de onun o sözüyle, düşünmeden geri döndüm. Sonuçta onun da devamı geldi.

Fenerbahçe – BK Kiev, 28 Nisan 2005. (Fotoğraf: Fatih Sarıbaş)

• İkinci döneminizin ilk üç sezonu, düşük bütçeler ve mütevazı kadroların da etkisiyle sönük geçmişti. Tek başarımız, 2003-04 sezonu EuroCup Challenge Kupası Güney Konferansı’nda son dörde kalmamızdı. Takımın bu dönemdeki havasına ve mücadelesine dair aklımızda kalan şeyler neler?

Yani, bütçesi düşük derken, son yıllardaki bütçenin 40, 50, belki de 60 kat daha altıydı. O rakamları telaffuz etmek bile şu anki rakamların yanında komik oluyor. Profesyonel görünümlü, ama esasında amatör bir işti. Zaten çıta 2006 ve 2007’li yıllardan itibaren yükselmeye başladı, daha sonra da bu bütçelere geldi, sonuçta bütçeleri de taşımak kolay olmuyor. Harcanılan para ile kazanılan para arasında büyük bir uçurum olunca, yönetimler de fayda – zarar – maliyet analizi yapıyor, bütçe kesintisi veya şube kapatma yoluna gidiliyor. Esas problem, konuşulması gereken şeyler bunlar.

• Fenerbahçe’miz, 2004-05 sezonunda Türk basketbolunun efsane isimlerinden Aydın Örs’ün takımın başına gelmesi ile başarı grafiğini bir anda yükseltti. Takım, play-off yarı finalinde Efes Pilsen’e elense de EuroCup Challenge’ta Final-Four oynadı. Avrupa’daki bu başarıya ve Damir Mršič’in 37 sayıyla yıldızlaştığı, sizin de pota altındaki etkili savunmanızla gizli kahraman olduğunuz Beşiktaş derbisine dair neler söylersiniz?

2004-05 sezonunda Aydın Ağabey geldi. Esasında o seneki bütçemiz de şu andaki bütçelerle karşılaştırdığımızda çok komik kalıyor, hatırladığım kadarıyla toplam bütçe 1.5 milyon dolar civarıydı. Sadece oyuncu değil; koçumuzun ve yardımcı antrenörlerin maaşı, seyahat, konaklama gibi tüm bütçenin dahil olduğu bir paraydı.

O sene Final-Four’a kalmamız gerçekten büyük bir başarıydı. Çünkü biz Final-Four’a kalan takımlar arasında, diğerlerine göre minimum beş kat daha ucuz maliyetli bir kadroyduk. Beşiktaş’ı eleyerek Final-Four’a kaldığımız maçı, salonun ambiyansını ömrüm boyunca unutmam. Soyunma odasına tayt ile gidebilmiştim; ayakkabım, çorabım, her şeyim alındı (gülüyor). Ömer Onan’ı hatırlıyorum, omuzlarda taşınıyordu, öyle bir gündü. Çok garip bir şeydi, yani öyle bir duyguyu bir daha yaşamak herhalde mümkün olmaz. Çünkü Abdi İpekçi’nin o ambiyansını hiçbir maçta hatırlamıyorum, seyirci olarak da, oyuncu olarak da. Koridorlarda bile yer yoktu, gerçekten içerde oksijen namına da bir şey yoktu, bir uğultu, bir gürültü… O maçı her düşündüğümde, Fenerbahçe taraftarının ne kadar müthiş bir taraftar olduğunu tekrar aklıma getiriyorum. Dünyada bazı şeyler vardır, herkese sorarsın, mesela “Hangi ortama geri dönmek istersin”, buna duygusal cevap verebilirsin… Yani vefat eden babamı bir kez daha görmek isterim, çocuğumun doğumuna bir kez daha tanıklık etmek isterim, bir de o maçı bir daha yaşamak isterdim, o kadar güzel bir maçtı.

Beşiktaş’ın o seneki kadrosu da bize göre çok maliyetliydi. Yani Ratko Varda, Khalid El-Amin, Haluk Yıldırım… Kadro kalitesi olarak bize göre daha ağır basıyorlardı, ama çok iyi müdafaa yaptık. Bu tamamen Aydın Ağabey’in bize verdiği idman modellemesi ile alakalı bir şeydi. Aydın Ağabey’in ısrarla yaptırdığı çalışma tekniklerinde bacaklar, artık otomatikman gitmesi gereken yere yöneliyordu Bunu Aydın Ağabey’in dominant yapısı da çok etkiliyordu. Laf işitmemek için, zor duruma düşmemek için, yapman gerekeni mutlaka yapıyorsun. Çok güzel, arkadaşlığın üst seviyede olduğu bir seneydi. Ama ondan sonraki sene için aynı şeyleri söyleyemem, bütçe bir anda yükseldi, işlerimiz istediğimiz gibi gitmedi. Bence 2004-05 sezonundaki takım, Türk basketbol tarihinde bütün takımları dahil ederseniz, bütçe maliyeti açısından analiz yaparsanız en rantabl (verimli) takımdı.

Fenerbahçe – Beşiktaş, 24 Mart 2005. (Kaynak: kirmizikrampon.blogspot.com)

• Sizce Kiev ile oynanan final maçında neler yanlış gitti?

Kiev’i normal sezonda, iki maçta yendik. Ama sporda “karar zamanı” diye bir şey var. Onların bize iki maçta yenilmeleri, bence bizden daha aşağıda bir kadro olduklarını göstermez.

• Aydın Örs de aynısını söylemişti…

Bence daha kaliteli kadroya sahiplerdi. Bir de Final-Four’un Abdi İpekçi’de olması çok baskı yarattı. Bence bizim takımda o baskıyı kaldırabilecek kalite yoktu. O kalite noksanına kendimi de dahil ederim, onun biraz altında kaldık. Yani yardımcı olamadık, hücumda sürekli boş olarak döndük. Hücumdan sürekli boş dönünce bu sefer müdafaa da düşmeye başladı. İkisi birbirini tetikleyerek bizi daha da aşağıya çekti ve toparlayamadık. İki maçta yenince beklenti çok yükseldi, Final-Four çantada keklik gibi gözüktü ama kazın ayağı öyle olmuyor.

2005-06 sezonunda Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı. Zeki Gülay, 14 numaralı formasıyla. (Kaynak: Pera Mezat)

• Lige play-off çeyrek finalinde yine Efes Pilsen’e elenerek havlu attığımız ve EuroCup Challenge maceramızın çeyrek finalde son bulduğu 2005-06 sezonunun ardından, Fenerbahçe basketbolunun kaderi Ülkerspor ile yapılan birleşme ile değişmişti. Yıllar sonra EuroLeague’de oynadığımız 2006-07 sezonu, uzun sürenin ardından gelen Türkiye Ligi şampiyonluğu ile taçlanmıştı. 100. yılda gelen bu unutulmaz şampiyonluk, size neler hissettirmişti?

Play-off’ta Efes Pilsen’e elendik, bana göre biz şampiyon olabilirdik. Efes Pilsen’i geçtik mi, büyük ihtimalle şampiyon olurduk. Ama bizim talihsizliğimiz, Willie Solomon’a denk gelmemiz oldu. Solomon’un belki en dominant oynadığı iki seneden birisiydi. Ne yaptıysak, ne ettiysek onu geçemedik. Bir de Marc Salyers çok iyi bir oyuncuydu, her zaman bulduğu atışları bir türlü bulamadı ve biz bir şekilde o seriyi geçemedik. Ben o sezon şampiyon olabileceğimizi düşünüyordum ama Solomon faktörü ağır bir şekilde, bizim aleyhimize devreye girdi.

Bir kere 100. yıldaki şampiyonluk çok güzeldi. Takımdaki muhabbet seviyesi de çok yüksekti. İbrahim Kutluay, Ömer Onan, Mirsad Türkcan, baktığımız zaman çok zor bir takımdı. Egoların çok üst seviyede olduğu, insanların zor olduğu, aynı zamanda oyuncuların başarı alışkanlığının daim olduğu bir takımdı. Sonuçta bu bizi hedefe ulaştırdı, ama çok kolay olmadı, çantada keklik olmadı. Mesela Darüşşafaka ile oynadığımız çeyrek final ilk maçını kaybettik.

• Normal sezonda Efes Pilsen’e yenildik, bir de yine normal sezonda Jan Jagla’nın son saniye üçlüğüyle Türk Telekom’a kaybetmiştik.

Kaybettik yani. Mesela Antalya’daki Türkiye Kupası’nda Banvit’e elendik. Biz “Antalya’da şampiyon oluruz, orada da iki gün tatil yaparız” diye hesap yaparken maçtan sonra kendimizi uçakta, İstanbul’a gelirken bulduk. Ama sonuçta kalibrasyonu yüksek oyuncuların olması bizi hedefe ulaştırdı. Ama oyuncu yapısının zorluğunu, güçlüklerini bir şekilde iyi anlaşarak çözdük. Zor bir takımdı yani.

2006-07 sezonu Türkiye Basketbol Ligi şampiyonu Fenerbahçe. (Kaynak: twitter.com/Fener_basket_)

• O dönem EuroLeague’de Barcelona’yı çok güzel bir oyunla yenmiştik, sonra bir Napoli maçımız vardı, o maçı alsaydık Top 16’ya kalma ihtimalimiz fazlalaşacaktı. Napoli maçında neler yanlış gitti Zeki Ağabey?

Tyrone Ellis, Beşiktaş’ın eski oyuncusu, 29 sayı atmıştı, orada yendik, burada da kaybettik. Sonuçta üst seviye oyuncuların oynadığı takımlar, bazen taraftar baskısına rağmen istemedin bir sonuç alabiliyorsun. Doğru zamanda doğru momentumu yakaladılar ve maçı bırakmayıp kazandılar, tabii üzücüydü. Barcelona’yı yendikten sonra öyle bir maçla beraber her şeyi kaybetmek üzücü oldu. Sonuçta EuroLeague zor bir organizasyon, hiçbir şeyin çantada keklik görülemediği, her zaman sürprizlerin olduğu, şampiyon olur denilen takımların Final-Four’a bile giremediği bir organizasyon. Böyle örnekler çok oldu, sonuçta basketbolda günlük performanslar olayı çok değiştirir.

• Sarı lacivertli forma altında toplam dokuz sezon geçirdiniz ve iki farklı basketbol dönemine tanıklık ettiniz. Aliço’lu (Ali Limoncuoğlu), Larry Richard’lı, Hüsnü Çakırgil’li dönemi ve Damir Mršič’li, Willie Solomon’lı, İbrahim Kutluay’lı dönemi ayırmak istiyoruz. Bu iki dönemde beraber oynamaktan ve takım arkadaşlığı yapmaktan en keyif aldığınız isimler kimlerdi?

İlk dönem, genç bir oyuncu için zor bir dönem. Tabiri caizse “baba” oyuncuların zor olduğu dönemdi. Yani biz gençlerin ortaya çıkıp doğru düzgün muhabbetlere katılabildiği, veya amiyane tabirle “adam yerine konulduğu” bir dönem değildi. Basketbolun daha amatör olduğu bir dönemdi ama mesela Hüsnü Ağabey (Hüsnü Çakırgil) ile halen görüşüyorum. Yemek yiyoruz, oturuyoruz, arada sırada telefonlaşıyoruz, çok düzgün bir insan.

Ama bizim en sonuncu dönem olan İbrahim Kutluay’lı, Ömer Onan’lı dönemi tabii ki çok daha değerli buluyorum. Çünkü onlar hem yaşıtlarımız, hem de aynı dili konuşabildiğimiz, çok daha iyi anlaşabildiğimiz, her şeyi paylaşabildiğimiz, takım arkadaşları olarak işleri daha yolunda götürebildiğimiz insanlardı. Sonuçta ilk dönem yarı amatör veya profesyonel; son dönem de beklentilerin, bütçelerin, her şeyin daha üst seviyede olduğu, daha bir profesyonel bir dönemdi.

Zeki Gülay, en solda. (Kaynak: Fanatik Basket)

• Çubuklu formayla birçok unutulmaz maça çıktınız. Bunlardan sizin için en unutulmaz olanı hangisiydi?

Kesinlikle 2004-05 sezonundaki Beşiktaş maçı. Fenerbahçe’nin ondan sonra EuroLeague şampiyonluğu, Final-Four gibi başarıları var ama o maç Fenerbahçe’nin daha sonra kazandığı başarıları saymazsak en ciddi başarısı oldu. Bir de gerçek bir arkadaşlık ve takım havasında, düşük bir bütçe ile bunu elde etmemiz çok değerliydi. En çok parayı harcayınca başarılı olma ihtimaliniz daha yüksek oluyor, ancak dediğim gibi Final-Four’a kalan diğer takımlarla karşılaştırdığımızda bütçemiz bir oyuncunun parasına denk geliyordu. Mesela şöyle hatırlıyorum: UNICS Kazan’da oynayan ve daha sonra bize gelen Kaspars Kambala’nın aldığı ücret, bir milyon doların üzerindeydi. Yani neredeyse bizim takım kadar pahalıydı. Onlar Final-Four’a kalamadılar.

Bir de maçların içinde bazen planlı, bazen programlı, bazen de spontane gelişen ani hareketler oluyor. Ama smaç yaptıktan sonra direkt seyirciye yönelip hareket yapmanın anlamı olduğunu düşünmüyorum, o tamamen provakasyona giriyor. Kendi adıma böyle yaptığım hareket olmadı mı? Oldu. Son altı ayımda, Fenerbahçe’nin rezerv takımı olan Alpella’da oynadım, muhakkak biliyorsunuzdur, gençlere ağabeylik yapıyordum. Caferağa Spor Salonu’nda Alpella olarak ev sahibiyiz, Galatasaray ile oynuyoruz, ama tribün olduğu gibi Galatasaraylı. Ben 36 yaşındayım, takımda benden sonra en yaşlı olan kişi 22-23 yaşındaydı, Marshall Strickland. Ondan sonra oda arkadaşım 16 yaşında, takımın hepsi 17-18 yaşında, yani hepsi çoluk çocuk. O maçta bir buçuk saat boyunca ana avrat küfür yedim. Ama öyle galiz küfürler ki… Eş, anne, baba, yedi ceddimize kadar küfür yedik. Doluyorsun, sonuçta yaptığın bir hareketin bir anlamı oluyor ama durup dururken bir hareket yapıp insanları galeyana getirmenin anlamı yok.

• Kulübümüzde geçirdiğiniz süre zarfında, saha dışında yaşadığınız en ilginç, unutulmaz olayı anlatmanız mümkün müdür?

Esasında bu komik bir şey, hiç unutmuyorum: 2002-03 sezonu daha başlamamıştı, o zaman amatör şubelerin kapanma durumu vardı. Serdar Bilgili Beşiktaş’ın başkanıydı, rahmetli Özhan Canaydın Galatasaray’ın başkanıydı, bizim başkanımız da Aziz Yıldırım’dı. “Vergi kolaylığı yapılsın, yoksa amatör şubeler kapanacak” diye bir şeyler vardı. Biz de idmanlarımızı yapıyoruz ama ligin başlayıp başlamayacağı muallak. O sırada bizim soyunma odasındayız, idmandan çıktık, içeri bir tane adam girdi, elinde de pencerenin bir kanadı. “Sen kimsin?” dedim, “Ben Selim” dedi, ben de millete “O pencere ne arıyor sizde?” dedim. Ben herhalde bizim şube kapandı, kapıyı pencereyi sökmeye başladılar sandım. Selim de kulübe yeni gelen idari personelmiş, pencereyi tamirattan getiriyormuş, öyle garip bir şey olmuştu. O da bir stres… Şube kapanacak mı, kapanmayacak mı, kurbanlık koyun gibi bekliyorduk.

Esasında sorduğunuz soru bununla alakalı değil ama… Bu bütçelerin maliyetlerini, gelirini daha sistemli ve gelir gider dengesini gözeterek yapılandırmak lazım. Bu, işleri biraz daha uzun soluklu hale getirir. Bakıyorsunuz, Türk basketbolunda Çukurova’lar kapandı, Paşabahçe’ler kapandı, Eczacıbaşı kapandı, gün geldi Efes Pilsen bile yatırımını küçülttü, Fenerbahçe bir ileri gitti, iki geri geldi. Fenerbahçe’nin Željko Obradović ile geçirdiği 6-7 senede başarılar var ama 250-300 milyon avroya yakın paralar harcandı, bunların geri dönüşü ne oldu? Sonuçta bunların hepsi kulüplerin üstüne ciddi bir yük getirdi. Buralarda benim tek düşündüğüm aidiyeti daha fazla olan, daha fazla sayıda kaliteli Türk oyuncuyu sisteme adapte etmek. Maliyetleri bir şekilde, biraz daha rantabl seviyede tutarak, bu işleri aynı seviyede nasıl devam ettirebiliriz, bunun modellemesi yapılmalı. Bakıyorsunuz, Galatasaray şampiyonluğa oynayacak bir kuruyor, üç sene sonra ligin en altına demir atıyor oyuncular, 3-5 ay maaş alamıyor. Bunun mantıklı bir yapısı yok. Bir kulübe özel konuşmuyorum, hepsi için konuşuyorum.

Şu an bu bütçeler Fenerbahçe için zorlayıcı değil mi? Yüzde yüz zorlayıcı. Bu sene de Sayın Ali Koç’un fedakarlıkları ile bu düzen devam ediyor. Avis sponsor, Beko sponsor, bu şekilde gidiyor, bunun böyle bir gidişata bağlı olmaması lazım. Örnek veriyorum, Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın 7 milyon dolar bütçesi var, geliri de bunu kompanse edecek (dengeleyecek) bir rakam olmalı. Bu sizin sorunuz değildi ama bu yüzden belirtmek istedim.

TÜBAD Turnuvası şampiyonu Fenerbahçe, 9 Ekim 2004. Zeki Gülay, 14 numaralı formasıyla. (Kaynak: fenerbahcetarihi.org)

• Biz de bir yorum getirmek isteriz: Ülkenin bu şartları altında, hele ki avronun 9-10 lira seviyesinde oluşu, Türkiye ekonomisinin durumu aşikarken artık 25-30 milyon avroluk bütçeler sürdürülebilir değil.

Bunların sürdürebilirliği yok kardeşim. Bir yerden sonra, şampiyon olsanız da bezginlik yaratıyor. Fenerbahçe Obradović döneminde başarılı mı? Başarılı. Tabii şampiyon olmuş, Final-Four’a kalmış, son sene işler yolunda gitmedi ama bunun sürdürebilirliği yok. Bir şekilde frene basma ihtiyacı hasıl oluyor, artık bu parayı harcayamazsın. 30 milyon avro harca, senin 12-13 milyon avro gelirin olsun, dünyanın en pahalı oyuncusunu al, bunu sürdüremezsin. Ancak birinin çıkıp kendi servetini bu işe vakfetmesi lazım. “Benim 500 milyon dolarım var, ben ölene kadar Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın sponsorluğunu yapıyorum” diyip tüm parasını buna harcaması lazım, bunun bir mantığı yok.

Bakıyorsun, basketbol takımında forma giyen bir sporcunun sezonluk maaşı 2-3 milyon avro. Bugün sen bu paraları ortaya koy, binlerce insan burada birbirini yer, etine kemiğine kadar yer yani. Üç milyon avro yani, nasıl ödeyeceksin ki bunu? Bu parayı NBA’de ödersin, adamların yayın geliri senelik 2-3 milyar dolar, bunu takımlara bölüyorlar. Şöyle söyleyeyim, menajerlik de yapıyorum, o konulardan dolayı bilgim var. Mesela NBA’de oyuncular bir paraya anlaşıyorlar, bu para üzerinden vergi ödüyorlar. Örnek veriyorum, yüzde 40 federal vergi ödüyorlar, şehir vergisi ödüyorlar. Aynı zamanda paralarından yüzde üçlük bir kısım da bloklanıyor. Yani o sene takım zarar ederse o parayı da kesiyorlar. NBA’de kapanan takım duydunuz mu? Bugün sen NBA’de bir takımı satışa çıkarttığın anda direkt satılır, yani gelir var. İnsanlar ellerine içkilerini alıp, bilmem nelerini alıp son derece rahat koltuklarda her türlü şovları izleyerek, bunları yaparak maç izliyorlar. Yani orası için bir sosyalleşme.

• Kariyeriniz boyunca ne yazık ki istatistik kağıtlarında öne çıkamadınız ama Fenerbahçe için iyi bir kaptan, teknik ekibe zaman zaman yardımcı olan bir ağabey, takıma gerektiğinde maddi destek veren, taraftarca sevilen bir isim oldunuz. Fenerbahçe’de uzun süre boyunca kaptanlık yapmak ve şampiyonluk yaşamak nasıldı, size neler kattı?

Herkes bulunduğu takımın istatistiki olarak yıldızı olmayı ister. Bulunduğu takımın istatistiki anlamda yükünü çekmek, tabii ki insanların gururunu okşayan şeylerden biridir. Bizim gibi ülkelerde taksiye bindiğiniz zaman taksici yüzde yüz santrafor oynamıştır, gol kralı olmuştur, spor hayatı başarılarla doludur. Spor hayatı başarısız olan kimseyle daha tanışmadım. Bu konuda kendimi en çok eleştiren insan benim. Benim basketbola çok geç başlamam, maalesef fundamental (temel) ile ilgili bir sürü eksikle yola devam etmeme sebep oldu.

Ancak şu konuya da parantez açmak gerekiyor; hayatta her şey gözükmüyor veya sadece o işin içinde olan insanlar sizin ne yaptığınızın takdirini verebiliyorlar. Örneğin Beşiktaş maçında “Damir Mršič 37 sayı attı” diyorsun ama aynı insanlar o maçı izlesinler, bakalım Ratko Varda 20 dakika boyunca eline top alabilmiş mi? Bu bir ayrıntıdır. Bunu çok net söylüyorum. O maçta bana laf edenler izlesinler, bakalım Ratko Varda eline 20 dakika boyunca top alabilmiş mi, sayı atabilmiş mi? Örnek veriyorum, ben size bir maç söyleyeyim, mesela bir sonraki sene, 2005-06 sezonunda Türk Telekom ile deplasman maçı oynuyoruz, sonradan ismi Ersin Dağlı olan Erwin Dudley’in Telekom’daki ilk senesi. Maç başladı, Semih Erden ve Kaspars Kambala ile başladık, Erwin Dudley “sağdan soldan estarabim” yapıyor. Bir anda fark 17 ila 20 sayıya çıktı, Telekom öne fırladı. Sonra Aydın Ağabey bizimkilerden birini küfür kıyamet kenara aldı, beni soktu. Erwin Dudley sonraki 20 dakika boyunca topu eline alamadı. Sonuçta görünmeyen işi yapıyordum ama şimdi bana sorsan ben de derim ki, “Bu arkadaş ne yapıyor?” (gülerek).

Zeki Gülay ve Cenk Renda, 15 Ocak 2021, Fenerbahçe – Panathinaikos maçı. (Kaynak: fenerbahce.org)

• Sizin döneminizde Fenerbahçe’nin maçlarına genelde Abdi İpekçi Spor Salonu ev sahipliği yapıyordu, kısa bir süre boyunca da Ümraniye’deki Haldun Alagaş Spor Salonu’nda oynamıştık. Bu salonlardaki atmosfere, tribünlerin desteğine ve taraftarla olan ilişkilerinize dair aklınızda neler kaldı?

Haldun Alagaş, dünyanın en kötü basketbol salonu olabilir. Bu konuyla ilgili söylenebilecek fazla bir şey yok. Abdi İpekçi ise çok özel bir salondu ama yıkıldı ve gitti, ahir ömrünü tamamlamış bir kompleks oldu. Çünkü artık tehlike arz ediyordu, çatısı çökebilirdi. O yüzden şimdi oraya yeni yapılacak yapıyı dört gözle bekliyoruz. Oranın basketbolu yine ivmelendireceğini düşünüyorum.

• Sizin gibi değerli eski sporcularımız, Spor Sergi’den de çok bahsederdi.

Esasında üzücü olan şu: Yurt dışında böyle yerler yüzlerce yıl boyunca hizmet verebiliyorken, biz Spor Sergi’yi neden kaybettik arkadaş? Neden? Koca İstanbul’da Kongre Merkezi yapılabilecek başka bir yer yok muydu? Öyle bir yapının yapılabileceği başka bir yer yok muydu? Sadece orada mı olması lazım, onun iki kilometre ilerisinde bir yerde kamulaştırma yapıp bir şey yapılamaz mıydı? Elbette yapılırdı ama “Ne olacak, spor salonu gitsin, bir şey olmaz” mantığı var ve bu hep böyleydi. Maalesef yanlış. Ama Abdi İpekçi ile alakalı, oranın yapısıyla alakalı çok ciddi bir sıkıntı olduğunu biliyordum. “Orası her an çökebilir” diye bekleniyordu.

• Galatasaray ve Beşiktaş ile oynanan derbiler, Efes Pilsen ile girilen rekabet her zaman ön planda ama tribünler sizin zamanınızda bir başka güzeldi. Bu maçların takım açısından önemine ve genel havasına dair, bir kaptan olarak neler anlatırsınız?

Yıllar geçtikçe her şeyin, her anlamda daha tatsızlaştığını görüyorsun. Belki bunu yaşayan her insan, kendi dönemiyle ilgili aynısını düşünüyordur. Eskiden her şey daha güzeldi, şimdi her şey daha fazla var. Televizyonu açıyorsun, her kanalda ayrı bir spor müsabakası var. Bir şeylerin daha az olduğu dönemler, bazı şeyleri daha değerli kılıyordu. Şimdi her şeye, bütün bilgiye ve maçlara ulaşım olduğu için bu da insanlarda biraz tembellik yaratıyor. İnsanlar evinde daha fazla vakit geçirmeye başlıyor. Bir de, bence değişen jenerasyon her şeyi kolay tüketmeye alıştığı için seyirci anlamında agresifliği de azalıyor. Ancak bizim kendi yaş grubumuzda daha ihtiraslı insanlar vardı, seyirci olarak da öyleydi. Şimdi gidip de öyle gırtlağını yırtarcasına bağırma diye bir olay kaldığını düşünmüyorum. Şimdiki zamanda herkes “Yaya trafiğine kalmadan nasıl kaçarım” diye, son 5 dakikada skora bakmadan kaçıyor.

(Kaynak: fenerbahce.org)

Fenerbahçe’miz, sizin de bildiğiniz gibi, müzesinde Euroleague kupasını barındıran bir kulüp olarak son yıllarda Avrupa’nın devlerinden birisi haline geldi. Bu gelişimi ve takımın durumunu nasıl görüyorsunuz? *

*: (Bu röportaj, 2020-21 sezonunun devam ettiği dönemde yapılmıştır)

Bence Igor Kokoškov, eldeki malzemeye göre çok güzel bir yemek çıkarttı. İlk başlardaki gidişat pek hoş değildi, ama takımı çok iyi toparladı ve efektif bir basketbol oynattı. Halef-selef olarak da sonuçta ağır bir işin altına imza atmış oldu. Željko Obradović’ten sonra gelmek ciddi bir baskı unsuru, bütçenin sağlam bir şekilde kırpılmış olması da büyük bir eksiklik. Aynı zamanda takımda hali hazırda birçok yüksek maliyetli oyuncunun olması, sonuçta tehlikeli bir durumdu. Bu, takımın altına dinamit koymak gibi bir şey ama Fenerbahçe sonradan çok iyi toparladı. Sonu ne olursa olsun, bu sene bence Fenerbahçe için bir kazanç yılı oldu.

Takım bütçesi neredeyse üçte iki oranında azaldı diye biliyorum. Vesely’nin maaşında da iyileştirme yapıldı, bir sürü şey yapıldı. Bence bu takımı Obradović’e versen facia olurdu. En fazla parayı harcayarak başarılı olma ihtimali, tabii ki yüksek oluyor. Igor Kokoškov ile birçok kez karşılaştık. Bir kere çok naif bir insan, yani el sıkması ve bakmasından bu net olarak anlaşılıyor. Maçlardaki hali, bu işin illa vurup, kırıp, bağırarak, çağırarak yapılmayacağını da bir şekilde ispatlıyor, sonuçta o modelde birisi olsaydı takımı çok daha aşağı düşürürdü, toparlayıcı oldu bence.

• Son olarak, bu röportajı okuyan Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?

Mesaj vermek çok zor bir şey ama basketbolun özelinde konuşayım, futbola girmeye gerek yok. Basketbolun uzun yıllar boyunca bu yatırım seviyesinde kalması için mutlaka bir modelleme yapılması lazım. Ben sonuçta karar verici bir mekanizmada değilim, sadece eski bir kulüp çalışanıyım gibi düşünelim. Sonuçta bu kulübe hizmet ettik.

• Röportajımıza katıldığınız için size çok teşekkür ederiz Zeki Ağabey.

Ben teşekkür ederim kardeşim, basketbola hizmet veriyorsunuz, bu çok önemli ve değerli bir iş. Ben teşekkür ederim sizlere.

Yorum bırakın