Ozan Balaban: “Udoh’u Ömrüm Boyunca Affetmem”

2015 ve 2018 yılları arasında Fenerbahçe’mizde Erkek Basketboldan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapan Ozan Balaban, Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran’a EuroLeague şampiyonluğunun öyküsünü, Aziz Yıldırım ve Željko Obradović ile yaşanan ilginç olayları ve perde arkasında şahit olduklarını anlattı.

• Değerli Ozan Bey, ilk olarak röportajımıza hoş geldiniz. Röportaj talebimizi kabul ettiğiniz ve bizleri ağırladığınız için çok teşekkür ederiz. 15 Aralık 1971 yılında doğdunuz ve İzmir Saint Joseph Lisesi’nden, İsviçre’de College Du Leman’dan, İtalya’da Floransa Devlet Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Clemson Üniversitesi’nden mezun oldunuz. Çocukluk ve gençlik yıllarınızdaki Fenerbahçelilik hikayeniz nasıl gelişti?

Şöyle söyleyeyim, eniştem vardı, rahmetli Saffet Eniştem. Beni kendisi Fenerbahçeli yaptı. Yani dört beş yaşımdan itibaren Fenerbahçeliydim. Bir de tabii İzmir’de olanlar ikinci bir takım tutarlar, ya da birinci takımları olur da… İşte Altay, Göztepe, Karşıyaka, ikinci takım olarak da ya Fenerbahçeli, ya Galatasaraylı, ya da Beşiktaşlı olurlar. Benim tam tersi oldu. Fenerbahçeliydim, Alsancak’ta oturduğum için Altay’ı tutuyordum. Çocukluğumdan beri, kendimi bildim bileli hep Fenerbahçe maçlarına giderdim. Fenerbahçeliyim yani, dört beş yaşımdan beri diyelim. Kendimi bildim bileli Fenerbahçeliyim.

• 2006 yılında işiniz dolayısıyla Türkiye’ye gelene dek yurt dışında yaşadınız. Bu süreçte Fenerbahçe ile ilişkiniz ne durumdaydı? Kulübümüze hangi yılda üye oldunuz?

Ben gittiğim her yerde, yurt dışında Fenerbahçe ile hiçbir zaman ilişkimi koparmadım. İnternetin olmadığı dönemde bile telefonla, telefonun önüne radyo koyup maç dinlerdim. Daha sonra, imkanım geliştikçe, öğrencilikten iş hayatına geçtikçe bütün derbi maçlarına bir günlüğüne geldim. Amerika’dan, Mustafa Ağabey’in (Mustafa Denizli) döneminde, Galatasaray’ı yenip şampiyon olduğumuz maça gelmişliğim var. Hatta Mustafa Ağabey’i aradım, şampiyonluk beraberlikte bile gidiyordu, Abi bak, Amerika’dan geleceğim, o yolun dönüşü çekilmez dedim. Sen gel, şampiyon olacağız” dedi.

Onu hiç unutmuyorum, Amerika’dan o maça bir günlüğüne gelip, ertesi gün de geri gitmişliğim var. O yüzden nerede yaşarsam yaşayayım, hiç kopmadım, Fenerbahçe’yi hep takip ettim. Zaten internet dünyasına geçtikten sonra da maçları seyretmek de, haberleri de almak kolay oldu. Ama Amerika’ya ilk gittiğim dönemde New York’ta bir Türk bakkalı vardı, hafta sonu Türkiye’den kasetleri getirtirdi, o kasetler salı veya çarşamba günü benim elime gelirdi. Hafta sonu Fenerbahçe’nin maçını baştan sona bir daha Amerika’da seyrederdim, o dönemler öyleydi.

Fotoğraf: fenerbahce.org

Bahsi geçen Galatasaray maçının son 15 dakikasında neler yaşamıştınız? Çünkü her Fenerbahçeli için geçmesi zor anlardı.

Olmaz mı, olmaz mı… Her Fenerbahçeli için Galatasaray maçı streslidir. 4-0 kazandığımız maçta bile stres oluyoruz, Galatasaray maçlarının bizde yeri ayrı. Tabii kazanmak çok önemliydi, 2-1 kazandık. Hatta hiç unutmuyorum, Mustafa Ağabey maçtan bir gün önce skoru bile söyledi, “2-1 kazanırız, Yusuf ile Ali Güneş atar golleri” diye.

• Rüştü Reçber sakatlanmıştı, kaleye Oğuz Dağlaroğlu geçmişti…

Zorlu bir maçtı.

2015 yılında, dönemin başkanı Aziz Yıldırım’ın oluşturduğu yönetim kuruluna girdiniz ve Erkek Basketbol Takımımızdan sorumlu yönetici oldunuz. Şubenin başına geçtiğinizde Željko Obradović, Maurizio Gherardini ve takımla tanışmanız nasıl gerçekleşti?

Aziz Bey’in yönetimine girince Aziz Bey, sağ olsun bize o imkanı verdi. Bir de şunu söyledi: “Bak, biz sana kulüpte önemli görevler vereceğiz. İşinle de, ailenle de konuş, ona göre gel”. Aslında ilk etapta basketbol şubesi benim çok istediğim bir bölümdü, ama verdiği ilk görevler Fenerbahçe Koleji, Fenerium, gayrimenkul yatırımları ve dış ilişkiler oldu. Yani Şekip Bey (Şekip Mosturoğlu) hukuki kısma bakıyordu, UEFA’da Fenerbahçe’yi ben temsil ediyordum. Görev dağılımından üç gün önce Ömer Bey (Ömer Temelli) beni aradı, “Ozan, ben basketbol şubesini bırakacağım, orası da sana yakışır, lütfen sen al” dedi.

Peki” dedik. Fenerium, Fenerbahçe Koleji ve dış ilişkiler kaldı, onun yanına bir de basketbol şubesi eklendi, tabii benim çok istediğim bir görevdi. O dönem biraz zor bir dönemdi, çünkü Ülker’in isim sponsorluğunun bittiği bir dönemdi, takımın baştan kurulması lazım. Bir sene önce Final-Four yaptık ama takım bayağı yorgun, epey sakat var, Türkiye’de Karşıyaka’ya yenilerek elenmişlik var, takımın baştan kurulması gereken bir dönemdi…

Ömer Onan ile birlikte Maurizio Gherardini… Zaten ben İtalyan geçmişim olduğu için İtalyan vatandaşıyım, Maurizio ile samimi oldum. Maurizio çok profesyonel bir adamdır. Hiç unutmuyorum: Yeni transfer bütçesi yapacağız, Aziz Bey’den randevu istedik. Ülker de yok, bütçe küçülecek mi, ne olacak… Ömer Onan da Ağabey, sponsor olmadan nasıl yapacağız, takım kurulması lazım” diyor… Aziz Bey bizi kulübe çağırdı, Ben aynı bütçenizi onaylıyorum. Bizim için çıktığımız yol şampiyonluk yolu, sponsor olup olmaması önemli değil, siz yeniden takımımızı kurun, ben basketbol şubesinin arkasındayım” dedi.

Onun üzerine hiç unutmuyorum, Obradović Mykonos’ta tatildeydi. Obradović’i çağırdık, atladı ve geldi. Oturduk ve takımı bir daha kurguladık, o sene zaten 10-11 yeni oyuncu almıştık. Takımı baştan, beş yıllık bir takım olarak kurduk, ilk tanışmamız öyle oldu. Oturup saatlerce transfer konuştuk. Ben yıllarca profesyonel yöneticilik yaptığım için, bir de dört dil konuşabildiğim için hoca ile ilişkimiz çok ayrı oldu. Ömer Onan zaten benim kardeşim, güvendiğim bir arkadaşım. Maurizio büyük bir profesyonel. O yüzden biz biraz tencere kapak gibi olduk. Ben kulüple takım arasında köprü görevi kurdum. Ömer; sahayla, hocayla benim aramdaki görevi kurdu. Maurizio da arka planda ofis görevi, genel menajerlik görevi yaptı. Aslında bu, çok iyi bir ekip çalışmasıydı.

Maurizio Gherardini, Željko Obradović ve Aziz Yıldırım.

Fenerbahçe’de yöneticilik yaptığınız ilk sezonda takım Türkiye Ligi’ni şampiyon tamamlamış, EuroLeague’de ise tarihinde ilk kez oynadığı finalde, kimsenin unutamadığı dramatik bir sonla CSKA Moskova’ya mağlup olmuştu. Öncelikle sezona dair neler söylersiniz? Ek olarak Berlin’deki finale, elimizden alınan şampiyonluğa ve maç sırasında Ruslarla yaşanan gerilime dair aklınızda kalanlar nelerdi?

Vallahi o sezon biraz zor oldu. Takımı yeni kurmuşuz, sıfırdan kurulan bir takımın oralara gitmesi, oyuncuları kaynaştırmak kolay değil… Bir de hepsi birbirine benzemeyen takımlardan gelen oyuncular. Hani gidersiniz, bir takımdan üç dört oyuncu alırsınız, o sene gelenlere baktığımızda Luigi Datome’yi gittik, Boston Celtics’ten transfer ettik, Pero Antić’i bir Üsküp tatilinde yakaladık ve Atlanta Hawks’tan transfer ettik, Kostas Sloukas geldi, Bobby Dixon… Aklıma gelen o kadar çok oyuncu aldık ki, o sene takımımızı sıfırdan kurduk. Tabii Jan Vesely ile Bogdan Bogdanović vardı. Bogdanović’in olgunlaşmaya başlayacağı bir yıldı.

Gittik, son anda Ekpe Udoh’u getirdik. Kolay olmadı, önce kabul etti, sonra “Gelmiyorum” dedi. Çin’e gitti, Çin’de memnun olmadı, oradan yakaladık ve getirdik, o sezon zordu. Ama tabii ki Obradović gibi bir hocanın elinde takım olunca, oraya kadar gittik. Hakikaten kazanırsınız, kaybedersiniz… Ben kısmetime üç yılda üç final oynama başarısı gösteren bir takımın yöneticiliğini yaptım. Üçüncü yılda Real Madrid bizden daha iyiydi, yani orada söylenecek bir şey yok, yine hakem hataları var ama Real Madrid hakkıyla kazandı. Ama ilk sene bizden onu kesinlikle çaldılar, yani tartışmasız. Zaten 1,08 saniye kala o tiplemeyi yaptırmasak kupa bizim, uzatmada da hakikaten Nikola Kalinić’e vurdular. Aziz Bey takımla yaşayan bir başkan, takımla beraber olan bir başkan, sporu çok seven bir başkan. Tabii Rusların yaptığı hareket… Saha bir anda karıştı, sonra biz Aziz Bey ile birer yıl sahaya girmeme cezası aldık. Daha sonra itiraz ettik, kameralardan seyredildi ve cezamız kaldırıldı.

Ömer Ağabey de oradaydı…

Evet, Ömer de vardı. Ondan sonra yönetim kurulunda bakıldı ki, hakikaten bizim bir günahımız yoktu, bizim cezalarımızı kaldırmışlardı. Ama daha sonra CSKA Moskova ile Maurizio sayesinde hakikaten iyi bir dostluğumuz oldu. Birbirimizden oyuncu almama, oyuncularımıza teklif yapmama anlaşması yaptık. Baktığımızda EuroLeague’de A Lisansı olan 11 kulüp var, ama orada beş kulübün sözü geçiyor. Fenerbahçe’nin sözü geçiyor, CSKA’nın sözü geçiyor, Maccabi’nin sözü geçiyor, Real Madrid’in sözü geçiyor, bir de Yunanlıların sözü geçiyor. O beşli ortak karar verir, geri kalan takımlar da buna uyarlar, bu yüzden CSKA ile yakın ilişkilerimiz oldu.

Zaten sonuç itibarı ile spor dünyasında bu dostlukları kurmak zorundasınız. Yöneticiyseniz birbirinize hep işiniz düşüyor, oraya gidiyorsunuz, kafilenizi karşılıyorlar, onlar geliyor biz karşılıyoruz, o yüzden CSKA ile Fenerbahçe’nin ilişkileri hep iyi oldu daha sonrasında.

Aziz Yıldırım’ın 2016’daki EuroLeague finalinde yaşadığı olayın görüntüsü.

Yine aynı sezonda, Real Madrid’i 3-0 ile saf dışı bıraktığımız play-off aşamasında ortaya çıkan Sarı Tribün oluşumu, takımımıza büyük destek sağlamıştı. O dönem beraber çalıştığınız Ömer Onan, kendisine buradan selamlarımızı gönderelim, bize verdiği röportajda tribünün talebi üzerine, yönetimden habersiz şekilde salona kornalar yerleştirdiklerini anlatmıştı. Biz taraftarlara tebessüm ettiren bu olaya dair yorumunuz nedir? Ek olarak Jan Vesely’nin Karşıyaka deplasmanında sakatlanmasından sonra Real Madrid’e elenececeğimize dair şeyler yorumlar sıkça dile getirilmişti. O süreci nasıl yönetmiştiniz, takımı nasıl motive etmiştiniz?

Şimdi birincisi, Sarı Tribün Fenerbahçe için önemli, bizi hep ateşlediler. Bence taraftar grupları kulüplerini düşündükleri sürece, ana amaçları kulüplerine destek vermek olduğu sürece desteklenmeli. Aslında Aziz Bey taraftarları sever, baktığınız zaman kendisi de bir taraftar. Hem başkan, hem Fenerbahçeli. Ama bir yaşanmışlıklar var, ondan bir dinlediğinizde geçmişte başına neler gelmiş, kulüplerine her zaman destek olanları tenzih ediyorum, taraftar grupları neler yapmışlar… Aziz Bey destek vermiş, bakmışlar ki amacı Fenerbahçe’den başka yerlere saptırmışlar. Fenerium’da Aziz Bey döneminde taraftar gruplarına ilk kez özel ürünler, kıyafetler yapılmıştı.

Ben o döneme detaylı girmeyeceğim, çünkü orada yoktum. Aziz Bey de o tepkiyi yaşanmış bir tecrübe ile koydu. Ama ben Sarı Tribün’ü çok destekledim, elimden geleni de yaptım. Oradaki amaç şu: Siyasete bulaşmayalım, politikaya bulaşmayalım, küfürlü şeyler olmasın, Fenerbahçe’ye yakışan budur. Zaten Ülker Arena’ya baktığınızda kadınların gelmesi, çocukların gelmesi, tribünlerde Sarı Tribün gibi ateşli bir oluşumun olması, taraftarın tam bir basketbol taraftarına dönüşmesi müthişti. Aziz Bey bana ilk başta “Yahu tiyatro gibi oldu burası” dedi. Hani biraz fazla çoluk çocuk var ama gerçek basketbol taraftarına dönüştü. Yani pozisyonları bilen, yerinde müdahaleler yapan, haksız olduğunda susan bir taraftar grubu oldu. O yüzden Sarı Tribün hakikaten çok iyi başlattı, daha sonra o iş bizim İzmir Marşı ile devam etti.

• İlk olarak 6 Ocak 2017’deki Milano maçında söylenmişti.

Hatta Milano maçında Sarı Tribün’den Alpaslan vardı. Onlar pankart sokacakları zaman ben otoparkta baktırırdım, siyasi içerik olmadığı müddetçe hep izin verdik. Aksi takdirde kulübün karşılaşabileceği ciddi yaptırımlar olabilir. Bir ilişki kurmak lazım, benim de bir ilişkim oldu, tabi bazen “Hayır” diyorsunuz, kızıyorlar ediyorlar ama sonuçta tek derdimiz Fenerbahçe. Marşın sözlerinin yazdığı 15 bin kağıt dağıtmıştık, koltuklara bırakmalarına izin vermiştik. Daha sonra hocadan da ricacı olduk, “Önde olursak bir mola alır mısın?” dedik. Hatta Obradović de bana şaka yollu kızmıştı, “Ne zaman mola alacağıma da mı karışıyorsun?” demişti. Öndeydik, hoca da orada mola alınca tam cuk dedi, oturdu. Bütün tribünler, 15 bin kişi, müthiş… Yani o İzmir Marşı, benim o tribünlerde yaşadığım en güzel anlardan birisidir.

Nisan 2017’de Panathinaikos ile oynanan play-off üçüncü maçında, Sarı Tribün’ün yönetimle yaşadığı anlaşmazlığa rağmen açılan dev pankart. Fotoğraf: fenerbahce.org

Bana Jan Vesely’nin sakatlanmasını sormuştunuz, hemen onu cevaplayayım. Orada Vesely’nin aşil tendonu, neredeyse yüzde 25 derecede koptu. Tek uzunla kalmıştık. Vesely’i Los Angeles’a yolladık, o konuda uzman bir doktora göründü, özel iğneler oldu. Aslında hiç koşmadan, hiç idman yapamadan sadece faul atışı çalışarak, özel ayakkabılarla oynadı. Bu arada Vesely, faul atış yüzdesini de yüzde 80’lere çıkarmıştı. Tabii finalde 11’de 1 serbest atış atınca herkes Jan Vesely’e yüklendi ama aslında kimse demiyor ki bu adam sakat sakat sahaya çıktı, aşil tendonu kopsa basketbol kariyeri bitecek… Jan Vesely, orada aslında çok büyük fedakarlık yaparak sahaya çıktı. Tek kelimeyle talihsizlik, yüzde 80’e çıkarmıştı, o gün olmadı, 11’de bir attı.

Ondan sonraki senede de ben hep emindim, Geçen sene kaçırdık, bu sene kesin şampiyon olacağız” dedim. Tabii bir ara sakatlıklar ve üst üste gelen mağlubiyetler ile Panathinaikos’un altına geldik. O akşam ben hem gururluydum, hem de iki sezonun yorgunluğu gitti diyelim, tek sezon da değil. Takımı kurmuşsunuz, yani ben bir de her deplasmana gidenbir yöneticiydim, takımı idmanlarına kadar, hiçbir zaman bırakmadım. O yüzden yorgunluk, ama bir o kadar da gurur.

İkinci sezonunuzda ise Fenerbahçe, bir kez daha kazandığı Türkiye Ligi şampiyonluğuna ek olarak, “Bitmemiş bir işimiz var” sloganıyla çıktığı 2016-17 sezonunda, İstanbul’daki Sinan Erdem Spor Salonu’nda oynanan EuroLeague finalinde Olympiakos’u mağlup ederek Türkiye’ye ilk EuroLeague şampiyonluğunu getiren kulüp olmuştu. Zaferde çok büyük emeği geçen bir isim olarak, o gecede ve sonrasında neler hissetmiştiniz ?

Şöyle söyleyeyim, ben ilk yıl kaybettiğimiz final de dahil olmak üzere takıma her zaman güvendim. Biz iyi bir takımdık ve o sene şampiyon olacağımıza da gerçekten inanıyorduk. İnan bana Erdi, hiçbir endişem yoktu, yani Final-Four’a çıkana kadar, Final-Four da dahil…

2016-2017 sezonunda, 11 Kasım 2016 tarihinde takımımız, Baskonia deplasmanında 86-52 gibi ağır bir mağlubiyet almıştı. Maç sonrasında görevi bırakmak isteyen Obradović‘i, Aziz Yıldırım ikna etmişti. O sürecte neler yaşandı?

Tabii, şimdi koç her zaman takımı öne çıkaran bir koçtu. Hiçbir zaman oyuncularını halkın önünde, basının önünde şikayet etmemiş bir koçtu. Tabii o mağlubiyette, üçüncü çeyrek sonunda bütün takımı çıkardı ve genç oyuncuları koydu, reaksiyon vermiyorlar diye kızdı. Zaten soyunma odasında da hocanın tepkisi şu oldu: Sayın başkan ve yönetim, ben ne istersem yaptı. Bu oyuncuların ne bana, ne kulüplerine, ne yönetime, ne de sayın Aziz Yıldırım’a saygıları yok, ben bırakacağım” dedi.

Tabii biz orada onu engelledik. Maurizio, ben ve Obradović, daha sonra otelde sabaha kadar oturduk ve konuştuk. Ondan sonra İstanbul’a gidiyoruz, yine hocanın kafası bulanık. Yine maçımız var, Marriott oteline kampa gidiyoruz. Ben Aziz Bey’e orada “Durum kritik başkanım, lütfen yarın kampa gelebilirseniz çok iyi olur” dedim.

Sayın başkan da kampa geldi, hiç unutamadığım anlardan birisidir. Aziz Bey geldi ve hocaya şunu söyledi: “Ben buraya başkan olarak gelmedim, Aziz Yıldırım olarak geldim. Sen de benim arkadaşım Željko Obradović’sin. Kimse dostunu yarı yolda bırakmaz. Eğer problem oyuncularda ise 12 tane yeni oyuncu alırız. Bizim hedefimiz şampiyonluk, ben sana her türlü imkanı sağlıyorum. Üç yıllık yeni kontrat imzalayacağız. Hem oyuncular, hem EuroLeague, hem hakemler, herkes bu kulüpte patronun kim olduğunu bilsin. Ben başkansam sen de bizim teknik direktörümüzsün”.

Tabii orada çok duygusal anlar yaşandı. Aziz Bey’in bu hamlesi, hocaya o güveni, o yetkiyi vermesi bakıldığı zaman oyunculara da bir mesaj. Resmen “Siz gidersiniz, hoca kalır” dedi. Oyuncular iyi niyetlidir ama çok zekiler, bir otorite eksikliği hissettikleri anda ufak ufak kaytarmaya başlarlar. Aziz Bey o hamleyle sezonu döndürdü, arkasından şampiyonluk geldi.

Baskonia – Fenerbahçe, 11 Kasım 2016. Fotoğraf: Jon Izarra

Yine 2016-17 sezonunda takımımız,Mart ayında Maccabi Tel-Aviv, Anadolu Efes ve Real Madrid maçlarını üst üste kaybederek düşüşe geçmişti ve özellikle sosyal medyada takımın performansına dair büyük eleştiriler dile getirilmişti. Düşüşte olduğumuz zorlu süreci nasıl yönetmiştiniz?

Maalesef basketbolda bir düşüş başladığı zaman onu çevirmek kolay olmuyor. Çünkü takım fiziki olarak yorgun, sakatlıklar üst üste gelmiş… Ama dediğim gibi takım halinde hareket ederseniz, yönetimiyle, hocasıyla, teknik kadrosuyla, oyuncu grubuyla çatlak olmadan, tek vücut hareket ederseniz düştüğünüz gibi çıkıyorsunuz. Çünkü biz yeteneğimiz olduğunu biliyorduk, çok iyi oyuncularımız olduğunu da biliyorduk. Performansımız nasıl iniyorsa, çıkacağına da emindik. O yüzden başta Aziz Bey olmak üzere yönetim kurulunun desteği ve oyuncuların kenetlenmesi önemliydi.

Bizde lider vasıflı çok oyuncu vardı. Gigi Datome İtalyan Milli Takımı’nın kaptanıydı, Bobby Dixon Karşıyaka’dan çok tecrübeli şekilde geldi, Melih Mahmutoğlu’nu biz kaptan yaptık, gençlerle Türk oyuncular, Jan Vesely ayrı lider ruhlu bir adam. Bogdanović, Kalinić… Bunlar küsmeyen, kavgacı insanlar. O yüzden takım, nasıl düştüyse öyle çıktı. Ama tek vücut olmak, ekip olmak… Hiç çatlak olmadı, kimse birbirini suçlamadı. Orada deseydik ki “Hocanın suçu”, deseydik ki “Yöneticinin suçu”, yok “Yönetimin suçu”, yok “Teknik kadronun suçu”… Çıkılmazdı. Tek vücut olduk, takımımıza inandık, sonunda da başarı geldi.

Şampiyonluğun sonrasında, zaferin mimarlarından Ekpe Udoh’un beklenmedik bir şekil ve zamanda ayrılması, koç Obradović‘i ve takımı zor durumda bırakmıştı. Bu tatsız süreci nasıl yönetmiştiniz, özellikle koçun tepkisi ne olmuştu?

Ben Ekpe Udoh’u ömrüm boyunca affetmem. Udoh’u transfer eden yönetici benim. Ömer Onan, Udoh’u Amerika’dan buldu. Avrupa’da beş numara arıyoruz ama beş numara yok, bir iki opsiyon var ama yeterli değil. Ömer de NBA Yaz Ligi’ne, Las Vegas’a oyuncu bakmaya gitti. Dedi ki “Ağabey, bir oyuncu var, Ekpe Udoh. Bu, draft’larda altıncı sıradan seçilmiş. Çok yetenekli ama yedek oturuyor”. Ömer, Udoh’un bizim hocanın sistemine tam olarak uygun olduğunu söyledi. Obradović “pick and roll”cü, yani uzunların dışarıya çıkıp savunma yapmasını istiyor. Pota altında gömülü pivot sevmez, hareketli pivot sever ve o çevreden de şutunun olmasını ister.

Ömer Onan Ağabey, tam aradığımız oyuncu, Erdem Can’ı yollarsan biz bunu idmana alalım” dedi. Hemen Erdem’i aradım, Erdem’i Amerika’ya yolladık. Udoh’u orada üç gün idmana aldık, ondan sonra buraya getirdik. Udoh, eğer Udoh olduysa Fenerbahçe sayesinde oldu. Fenerbahçe sayesinde MVP (en değerli oyuncu) oldu, Fenerbahçe sayesinde tekrar NBA’e gitti, Fenerbahçe sayesinde Çin’e gitti. Şimdi eğer Virtus Bologna’da ise, yine Fenerbahçe sayesinde oldu.

Udoh bize Mart ayında söz verdi. Çünkü o dönemde EuroLeague’de başka bir beş numara var, çok iyi bir oyuncu, onun menajeri ile bir yere kadar gelmişiz. Udoh Ben gitmeyeceğim” diye söz verdiği için Obradović, o beş numarayı almadı. Gittiğini Twitter’dan öğrendik. Biz bir yere kadar gelip, menajeri ile de iki yıllık kontrat konusunda anlaştık. Üzerimize düşeni yapmamıza rağmen bir tweet ile bunu öğrendiğimiz için ben, kendisini ömrüm boyunca affetmeyeceğim. Herhalde Obradović de affetmez diye düşünüyorum.

Şunu da ekleyeyim, hiçbir oyuncu Fenerbahçe’den büyük değildir, biri gider diğeri gelir. O yüzden bence Udoh gittiği ile kaldı. Fenerbahçe tarihinde altın sayfalarda kalacak iken, şimdi böyle arada derede kaldı. Virtus Bologna ile Türkiye’ye geldiği zaman da Fenerbahçe taraftarı… Bilmiyorum, tabii ki severler ama bize kazık atıp gitti, onu da söyleyeyim.

Fenerbahçe’yi bırakan her zaman kaybetmiştir” sözünün karşılığı olsa gerek Ozan Bey.

Aynen öyle.

Ekpe Udoh. Kaynak: NTV Spor

Asla yetmez” sloganıyla yola çıktığımız 2017-18 sezonunda takımımız lig şampiyonluğunu bir kez daha kazanmış, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da binlerce Fenerbahçe taraftarı önünde oynanan EuroLeague finalinde ise Real Madrid’e mağlup olmuştu. Bu sezona dair yorumunuz nedir?

Orada iki üç tane etken var, Birincisi Udoh’un hakikaten bizi bırakıp gitmesi. İkincisi ise şu: Bogdan Bogdanović’i tutmayı çok istedik, hatta o bizim için bir evlat gibi. Aziz Bey kendisine bir yıllık kontrat ve NBA’de aldığı paranın aynısını teklif etti. Bir yıl daha kal, NBA‘de kaç para alıyorsun, şu kadar bin dolar… Ben bir yıl bu parayı vereceğim sana” dedi. Ama o sezon ortasında ciddi bir ayak sakatlanması geçirmişti, yarın öbür gün sakatlanır ve gidemez diye korktu, Bogdanović’i tutamadık, yani orada Obradović de çok istedi, kendi ülkesinde EuroLeague kupasını bir daha kaldırsın, oradan törenle onu yolcu edelim… Olmadı tabii. Bunlar yerleri dolabilecek oyuncular değil elbette.

Brad Wanamaker geldi, o da çok iyi bir oyuncu. Ama o takımdan iki tane çok önemli oyuncu kaybolunca biz yine iyi yere kadar geldik. Tabii ki Real Madrid’in de ne kadar iyi olduğunu unutmayalım, orada bir Luka Dončić var, Slovenya’yı Avrupa şampiyonu yaptı. Zaten NBA’de neler yaptığını gördük. Maçın başında bizim uzunları, Vesely ile Ahmet Düverioğlu’nu pat pat pat, faullerle de kestiler.

Tabii EuroLeague’de bir İspanyol hegemonyası var, bir Real Madrid lobisi var, baktığınızda Jordi Bertomeu çok iyi bir CEO, ama İspanyol. Orada büyük baskılar vardı, Fenerbahçe’yi üst üste iki yıl veya üç yıl şampiyon yaparlar mıydı? Zor. Ama Real Madrid üç sene üst üste şampiyon olur mu? Olur bence. O hakemler de önünü böyle ufak ufak kesiyorlar, biz maçlarda bunu anlıyoruz, okuyoruz. Vesely’e iki tane üst üste faul çalındı, başkası olsa çalmayacağı pozisyonlar… Kısmet değilmiş ama Real Madrid de o sene iyiydi, açık açık söylemek lazım.

2016 ve 2017’de Real Madrid’i bozacak oyunu bulmuştuk, özellikle Ekpe Udoh hamlesi ile. Onlar da 2017-18 sezonunda Walter Tavares hamlesini yaptılar, bizde de maalesef Udoh ayrılınca Belgrad’da bizden üstün oldular.

Evet, doğru.

Fenerbahçe’de çalıştığınız üç sezon boyunca koç Željko Obradović ile çok iyi ilişkilerinizin olduğu, biz taraftarlar tarafından biliniyor. Aranızdaki bağa ve koçun özel kişiliğine dair neler söylemek istersiniz?

Tabii Obradović benim çok saygı duyduğum bir insan, aramızdaki yaş farkından dolayı bana hocalık da yaptı. Obradović ile basketbol dışında da çok sohbetler ettik, dünya hakkında konuştuk, politika hakkında konuştuk. O, bize eski Yugoslavya’yı anlattı. Benim aile dostumdur, ben onun eşi ile, kızıyla da görüşüyordum. Zaten fırsat bulduğumuzda eşimle hep Belgrad’a gittik, onunla özel hayatta da görüştük. Hatta şimdi Partizan’ın başına geçtiği için Partizan’dan iki tane saha içi kombine alacağım, hocaya da söyledim. Onun maçlarına da fırsat buldukça gitmek istiyorum. O, benim için çalıştığım bir teknik direktörden daha fazlası, bir dost, bir ağabey. O yüzden kendisiyle çalışmış olmaktan çok mutluyum, çok da gurur duyuyorum.

Koç için “Çok iyi bir öğretmendir”de diyebilir miyiz?

Tabii ki, kesinlikle. Herkes için.

Željko Obradović ve Ozan Balaban.

Genel menajer Maurizio Gherardini ve oyuncularla ilişkileriniz nasıldı? Aranızdaki bağın özel olduğu, ast-üst ilişkisinin ötesinde dostluk kurduğunuz oyuncular var mıydı?

Şahsen çok egolu bir insan değilim, “ben” diyen bir insan olmadım, “biz” diyen bir insan oldum. O yüzden hoca çağırmadığı sürece soyunma odasına girmedim, oyuncular çağırmadığı sürece oyuncuların soyunma odasına girmedim. Oyuncularla çok yakın bir ilişkim var ama aynı zamanda, gerektiğinde patronun kim olduğunu da göstermek lazım. Benim sert tarafım da serttir, oyuncular bilir. Ama ağabeylik yaptığım dönemler de çok olmuştur, onların bütün problemlerini çözmeye çalıştım ve uğraştım.

Tabii şanslıyız, bu bir ekip işi, orada Cenk Renda gibi çok kıymetli bir kardeşim var. Cenk de çok iyi bir idareci. Siz düşünün, maçtan sonra gelir, otelde oyuncuların yiyeceği yemekleri, hocanın yiyeceği patatese kadar tadardı. Bu hakikaten ekip işi, ama zorunda mı? Değil. Aman iyi yesinler, aman kendilerine iyi baksınlar… Ama oyuncuların, işin sonunda kimin patron olduğunu iyi bilmesi lazım. Önce Aziz Bey, ondan sonra da biz, gerektiğinde sert yüzümüzü de gösteriyorduk.

Aslında olması gereken bu Ozan Bey, özellikle böyle profesyonel yönetilen yerlerde.

Tabii ki, benim bütün oyuncularla samimiyetim vardır, bütün oyuncuları aile düzeyinde bilirim, kız arkadaşı kimdir, eşi var mıdır, çocuğu var mıdır, isimlerine kadar bilirim. Çünkü orada küçük bir ailesiniz. Ama gerektiği zamanda da kapının önünü göstermek gereken oyuncu varsa gösteririz, zaten gösterdik de.

2016-17 sezonu EuroLeague şampiyonu Fenerbahçe. Kaynak: TrendBasket

Fenerbahçe’de yöneticilik yaptığınız dönemin en unutulmaz maçını ve saha dışında yaşadığınız en ilginç anıyı anlatmanız mümkün müdür?

Maç olarak Baskonia maçı, o çok büyük fark yediğimiz maç. En ilginç anı da Baskonia maçında, Aziz Bey ve hocayla yaptığımız maç sonrası toplantısı. Ömrüm boyunca unutamam, bu takımla ilgili çok anım var…

Panathinaikos maçına gideceğiz, 22 yıldır hiçbir Türk kulübü orada (OAKA) Panathinaikos’u yenememiş. Hoca bize geldiğinden beri de, oraya her gittiğimizde yenilmişiz. Salona bir giriyorsunuz, yüzlerce Obradović bayrağı, Panathinaikos salonu yıkılıyor, bize küfür ediyorlar, Obradović’i alkışlıyorlar…

O salonda, yukarıda asılan pankartlarda, tüm başarılarda, şampiyonluklarda Obradović‘in imzası var Ozan Bey. Bunu da belirtmek lazım.

Tabii ki, yenemiyoruz. Biz beşinciliğe düşünce, bir de Panathinaikos var, o kadar yatırım var… Aziz Bey beni kulübe çağırdı, Ne yapıp ne edip finale kalacaksınız, eğer aksi bir şey olursa hepinizi kovalarım. Senden başlarım, Maurizio’dan Obradović‘e kadar topunuzu kovalarım” dedi. Der de, biliyorsunuz. “Git ne halt yiyeceksen ye, hocanla mı konuşacaksın, ne yapacaksın… Sakın. Bir de final Türkiye’de, kesin yeneceksiniz” dedi. Zaten arada CSKA’yı uzatmada yendik, o maçta ömrümden ömür gitti. O maçı da anlatayım, o da bir anı.

Neyse, ben tabii bembeyaz oldum, Ülker Arena’ya gittim. Hoca ofisinde çok çalışıp, analizler yapan biridir. İçeri girdim, gözlüğü indirdi ve bana baktı. Ağzımı açamadım, içeri girdim. Başkana söyle, Panathinaikos’u eleyip geleceğiz” dedi. Yani ben bembeyaz suratla içeri girince anladı, Git başkana söyle” dedi.

Ben de 20 dakika sonra kulübe geri gittim. Aziz Bey beni koridorda yakaladı, “Ben seni Obradović ile konuşman için kovalamadım mı?” dedi. “Vallahi konuştum” dedim. “Ne dedi, ‘3-0 yeneceğiz’ mi diyor?” dedi, öyle dediğini söyledim. “Bütün deliler de beni buluyor” dedi, bağırdı, çağırdı, gitti.

Biz tabii ertesi gün atladık ve Atina’ya gittik, ilk yarıda 14 sayı ile mağlubuz. Panathinaikos bizi paramparça yapıyor. Devamlı telefona bakıyorum, bilinmeyen numara ne zaman arayacak diye… Aziz Bey’in numarası bilinmeyen numara, bizi arayacak şimdi, uçuracak… Devre arası beni soyunma odasına çağırdılar, gittim, hoca zaten kopuyor. Sonra biz çıktık, hoca da çıktı. Luigi Datome Siz de çıkar mısınız?” dedi. Biz de çıktık, oyuncular kendi aralarında bağırış, çağırış bilmem ne… Ama sahaya çok motive çıkıyorlar, ondan sonra ilk sayıyı onlar attı, fark 16 sayı oldu. Ben hep yedek kulübesinin yanında otururum. Ne VIP tribününde, ne locada, ne de şeref tribününde asla oturmam. Erkan Ağabey’in (Erkan Karaca) solunda otururdum.

Bu, aslında yöneticinin yapması gereken bir harekettir. Takımın yanında olduğunu hissettirmek anlamı taşır.

Orada takımın yanında olduğumu göstermek için hep onların yanında oturdum. Fark 16 sayı oldu, “Allahım” diyorum. Yani bir de Maurizio Burada oturmayalım” dedi. Hoca başlıyor bağırmaya, pozisyonu anlatıyor, Bobby bir hata yapıyor, ordaki guarda gelip söylüyor, sonra atlıyor Maurizio’ya, oradan atlıyor ve bana geliyor… Biz de fırça yiyoruz tabii, nasibimizi alıyoruz.

Sonra Bogdan’ın orta sahaya yakın bir yerlerden o üçlüğü atıp kafasını sallaması var. Pero Antić eski Olympiakoslu, Panathinaikos’a düşman. Tribünlere bir hareket yaptı, ortalığı bir karıştırdı tribünlerin konsantrasyonu maçtan koptu, döndü bize geldi. O, çok profesyonelce yapılan bir hareket. Saha bir anda karıştı, adamların dengesini bozduk, biz atmaya başlayınca maç oradan döndü, zaten 3-0 yaptık iş bitti, oradan finale döndük.

Bogdan Bogdanović, Panathinaikos’a karşı. Kaynak: Eurohoops

O sezon CSKA maçına gidiyoruz, o maçtan önce de sürekli kaybediyoruz, takımın gidişatı kötü. Doğuş Grubu Fenerbahçe’ye sponsor olacak. Darüşşafaka maçı var, Darüşşafaka maçından sonra da kendi aramızda bir kutlama yapacağız. Darüşşafaka’ya da yenildik. Ferit Bey (Ferit Şahenk) bizi restoranlarından birine davet etti, kutlama yapacağız. Tabii herkesin morali bozuk, ertesi gün de CSKA deplasmanına gidiyoruz. Dördüncü olur muyuz hesabı yaparken, arka arkaya yenilsek beşincilik ve altıncılık da sıkıntıya girecek. CSKA deplasmanına o psikoloji ile gittik. Tabii fark 15 sayı, mağlubuz. İki buçuk dakika kalmış, son topta Bobby’ye faul yaptıkları pozisyon… Üç sayıdan geldik, ondan sonra 15 sayı ile kazandık, geldik. O dönüş uçağı çok eğlenceliydi, güzeldi. Takım olduğunuzda, gırgır şamata, o moraller bir anda düzeliyor. Orada beşinci olduk, döndük, geldik, şampiyon olduk… Çok enteresan bir sezondu.

Ömer Onan gibi Fenerbahçe basketbol tarihinde özel bir isim, bize verdiği röpörtajda Aziz Yıldırım’ın basketbola verdiği önemi anlatmıştı. Siz de kendisiyle çalışmış bir yönetici olarak, izlenimlerinizi bizlere anlatabilir misiniz?

Aziz Bey’in yaptıkları… Aslında son 3-5 yıla bakarsak haksızlık olur, bu aslında 1998 yılından itibaren başlayan bir macera. Fenerbahçe geçmişte tabii ki bir Eczacıbaşı, bir İTÜ, bir Efes Pilsen kadar değil ama basketbolda hep iyi işler yapmış, iddialı olmuş. Hatırlıyorum, benim çocukluğumda Calvin Roberts vardı. Galatasaray’daki Michaelle Scearce, Paul Dawkins çekişmelerini hatırlıyorum. Aliço’lar (Ali Limoncuoğlu) var, “Baba” Necdet Ronabar Ağabey var, onların döneminde basketbolda iyi işler yapmışız. Esas 1998 yılında Aziz Bey’in gelmesi ile beraber… Aliço bunu bana hep anlatır, “Duşlarda sıcak su akmazdı” der. Büyükler girermiş, gençlere su kalmazmış. Mesela İbrahim Kutluay hep anlatır, “Ben hep soğuk suyla yıkanırdım” derdi.

Yani sıcak suyu bile olmayan tesislerden Ülker Arena gibi bir yere getirip EuroLeague şampiyonluğunu yaşatmış bir başkan. Aslında 20 yıllık bir macera. Fenerbahçe basketbolu tabii ki çok kıymetli. Fenerbahçe tarihinde Aydın Örs Ağabey gibi isimler var, çok kıymetli başka hocalar var. Aziz Bey’den önce de basketbolda Sayın Ali Şen’in Hüseyin Kozluca’yı teknik direktör yapması… Aziz Bey’in vizyonu ile Fenerbahçe’yi tesisleşmede nereye getirdiğini, neler yaptığını zaten biliyorsunuz. Basketbol şubesinin oradan buraya gelmesi çok büyük bir olay. O yüzden Ülker sponsorluktan çekildiğinde dahi “Bizim yolumuz şampiyonluk, arkanızda ben varım, gidin, transferleri yapın” demesi bile bunun bir göstergesi.

Dönemin başkanı Aziz Yıldırım’ın 3 Haziran 2018’de yapılan genel kurulda yerini Sayın Ali Koç’a bırakması ile göreviniz sona ermişti. Takımımızın üç senedir gösterdiği performansa ve Željko Obradović‘in geçtiğimiz yıl yaşanan ayrılığına dair yorumunuz nedir?

Bu bir bayrak yarışı. Bir yönetim gider, diğer yönetim gelir. Kimse Fenerbahçe’nin sahibi değil. Biz bir iş yaptık, inşallah bu yönetim de üzerine bir tuğla daha koyar, daha güzel işler yapar, sonuçta kazanan Fenerbahçe oluyor. Ama ben şunu gördüm: Galatasaray’ın 2000 yılında UEFA Kupası’nı aldıktan sonra hem taraftar, hem gençler konusunda yaptığı bir atak var. Avrupa’da gurbetçilerin, çocukların Galatasaray forması giymesi, Galatasaraylı olması uluslararası başarıyla oluyor. Galatasaray’ın aldığı UEFA Kupası’nı küçümsemiyorum, o dönemde büyük iş yaptılar ama EuroLeague kupası, tartışmasız ondan çok daha büyük bir kupa.

Fenerbahçe Spor Kulübü, Basketbol Şubesi sayesinde Avrupa’da en çok konuşulan, en güzide ve en elit kulüplerinden birisi oldu. Bugün Real Madrid başkanı deplasmana gittiğinizde sizi ağırlıyorsa, Barcelona başkanı sizi arayıp transfer konuşuyorsa, her deplasmanda çok büyük saygı görüyorsanız, bütün mikrofonlar size dönüyorsa, Avrupa’nın değişik şehirlerinde çocuklar Fenerbahçe forması giymeye başladıysa basketbol şubesinin çok büyük önemi var.

Ben kulüp ekonomisini de anlıyorum, borçlanmayı da anlıyorum. Tabii ki o borcun karşılığında ne var, o borçlar neden yapıldı, onların sorgulanması lazım. Borç varsa, karşılığında borçtan çok daha fazla bir mal mülk var. Bunun yanında da bir 3 Temmuz gerçeği de var. Fenerbahçe, 3 Temmuz Operasyonu olmasa o sene ilk 10 kulüp içinde, Borussia Dortmund ve Porto’nun üzerinde olacaktı. İlk 4-5 elit kulüpten hemen sonra Fenerbahçe geliyordu. Neticede hepimiz biliyoruz, zaten açılan bir dava var, herhalde o da sembolik, 250 milyon, herhalde sonra milyara kadar gider. Ama ben, naçizane, böyle önemli bir markada, böyle önemli bir şubede bütçenin düşürülmemesi gerektiğine inanıyorum.

Ali Koç ve Željko Obradović. Kaynak: Hürriyet

Obradović’in gitmesi bütçeyle alakalı mı, hiç zannetmiyorum, Obradović’e “Hocam bak, bu sene sıkıntı var, bütçeyi şöyle düşürelim, sana şu kadar maaş verelim” denseydi ben Obradović’in gitmeyeceğine inanıyordum. Ama hocada bir yorgunluk, pandeminin getirdiği stres, yönetimin değişmesi.. Tabii bizim Obradović ile ilişkimiz çok farklıydı. Aziz Bey, Obradović ile çok yakın ilişkiler içerisindeydi. Ali Koç yeni başkan oldu, kulübü daha profesyonel bir yapıda yönetiyor. Hoca desteği hissetmemiş veya herhangi bir kulüp çalışanı gibi görüldüğünü düşünmüş olabilir. Bunlar benim uzaktan gözlemlerim ve yorumlarım. Hocanın psikolojisinden anlamaya çalıştıklarım bu. Ama ben, ne maliyetle olursa olsun, ne Obradović’in gitmesine izin verirdim, ne de bütçeyi küçültürdüm.

Çünkü dediğim gibi basketbol, Fenerbahçe için çok önemli. Avrupa’da söz sahibi olması açısından, tüm çocukları tekrardan Fenerbahçeli yapmak için, Türkiye’nin bayrağını dışarıda gururla temsil etmesinden dolayı önemli. Obradović bizimle hiçbir zaman para konuşmadı. Ben Obradović ile iki kez kontrat uzattım, Aziz Bey kağıda rakamı yazdı, hocamız hep boş bıraktı, altını imzaladı. O yüzden Obradović’in maaş veya bütçe konusunda ısrarcı olup gittiğine ben inanmıyorum.

Takımımızın geleceği hakkında yorumlarınız ve fikirleriniz nelerdir?

Basketbol Şubesi, çok sistemli bir şube. Ben geldiğimde de, şubeyi hazır halde buldum. Orada öyle bir sistem var ki, şube yapısı Fenerbahçe yönetiminin altında, taraftarın sahip çıkması… Bence şube emin ellerde. Yönetim gelir gider, önce Semih Bey (Semih Özsoy)vardı, şimdi Sertaç Bey (Sertaç Komsuoğlu) var. Sertaç Bey daha çok ilgileniyor, çünkü Semih Bey kendi döneminde futbol ile de ilgileniyordu. Basketbol şubesi yandan, yarım ilgilenilecek bir yer değil, başında birebir durup ilgilenmek lazım.

Maurizio büyük bir profesyonel, orada her şey kurumsal ilerliyor, her şey yazılı her şey onaylı. Öyle sözlü, “Şöyle karar verdik, yaptık” diye bir şey yok, bizim şubede her şey transparandır. Menajerlerle ilişkiler olsun, oyuncularla ilişkiler olsun, federasyon ile ilişkiler olsun, her şey transparandır, o yüzden bir çok iyi bir yapı kurduk. Bozabilmek için hakikaten uğraşmak lazım.

Şampiyonluklar gelip geçici, Her sene şampiyon olacaksınız” diye bir şey yok ama ben, taraftar olarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nün basketbol takımının rekabetçi olmamasını kabullenmem. Yönetimden önce de saha içinde yerim vardı, yönetici oldum, ben yine tribünüme döndüm. O yüzden hiçbir Fenerbahçe taraftarı, o takımın kavga etmeden, terini akıtmadan, kanını akıtmadan sahadan çıkmasına izin vermez.

Geçen seneki hissiyat biraz öyleydi ama bu sene yeni hocanın, Sasha Djordjević’in gelmesi… Sasha çok kavgacı bir adamdır, iyi anlamda kavgacıdır, pes etmez. O yüzden bu sene göreceksiniz, sahaya tekme tokat kavga eden bir takım çıkacak, ki bu bence iyi bir şey. Avrupa basketbolunu çok iyi bilir. Takım bizim Obradović’in sistemine dönecek, çünkü Avrupa’da böyle NBA stili koç diye bir sistem yok, hani uzun koşsun, gelsin, getirsin, yok. Set oyununu Avrupa’da oynatmazlar, adama top göstermezler, oyuncu kalitesinin düştüğü, yetenekli adamınızın az olduğu zaman topu hiç göstermezler. Geçen sene başımıza gelen olay buydu, o yüzden Sasha kavga etmeyeni takımda tutmaz. O eski set oyunu, kavgacı kısaların hakim olduğu, o şapkadan tavşanın çıktığı sistemler… Elbette hiçbir zaman bir Obradović olamaz ama Sasha, Obradović sistemine en yakın hocalardan birisidir.

Aleksandar Djordjević. Fotoğraf: fenerbahce.org

Röportaj için size bir kez daha teşekkürlerimizi sunarız Ozan Bey. Son olarak, bu röportajı okuyan biz Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?

Vallahi mesajım şu Erdi: Bu takım, bugüne kadar sahip çıktıkları için buraya geldi. Her zaman sahip çıksınlar, hiç farketmez. Takım şampiyon oldu, olmadı, kendi sahamızda Galatasaray’a yenildik, yenilmedik… Geçen sene yenildikten sonra bayağı bir taraftar tepkisi vardı, bunu yapmamak lazım. Takıma her zaman sahip çıksınlar, çünkü Fenerbahçe Basketbol Takımı hakikaten çok güzide bir takım. Taraftar sahip çıktığı sürece bizim bileğimizi kimse bükemez, takıma sahip çıksınlar, Fenerium’dan alışveriş yapsınlar, takımlarına destek olsunlar, kombinelerini alsınlar, gerisi gelir.

Size ben, ekip arkadaşlarım ve Fenerbahçe taraftarları adına bizlere yaşattığınız o güzel günler ve o güzel anılar için çok teşekkür ederim Ozan Bey, var olun.

Ben teşekkür ederim, siz sağ olun.

Ozan Balaban: “Udoh’u Ömrüm Boyunca Affetmem”” için bir yorum

Kerem Öktemer için bir cevap yazın Cevabı iptal et