Aydın Örs: “Taraftarı Hayatım Boyunca Unutmayacağım”

Türk basketbolunda kazandığı uluslararası başarılarla yeni bir devrin kapısını açan ve çocukluğunun takımı Fenerbahçe’yi yüzüncü yılında TBL şampiyonluğuna ulaştıran efsane başantrenörümüz Aydın Örs, Fenerbahçe’deki günlerini, taraftarla olan gönül bağını ve kariyerinin dönüm noktalarını Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran’a anlattı.

• Kıymetli Aydın Hocam, öncelikle hoş geldiniz. Salon Tribünü ekibi olarak sizin gibi çok değerli, Fenerbahçe ve ülke basketbolunun tarihinde önemli yer tutan bir ismi konuk ettiğimiz için çok mutluyuz. Röportaj talebimizi geri çevirmediğiniz için sizlere teşekkürlerimizi sunarız.

1946 yılında Ankara’da dünyaya geldiniz. Yaşadığınız mahalle itibariyle sporla iç içe sayılabilecek bir ortamda büyüdünüz. Bu arada, o dönem basketbola başlayan ortanca ağabeyiniz sayesinde Fenerbahçeli oldunuz. Spora ve basketbola adım atmanızın, Fenerbahçeli olmanızın hikayesini anlatabilir misiniz?

Biz dört erkek kardeştik. Ben en ufaklarıydım. Dediğin gibi, bu dört erkek kardeşin en büyüğü olan ağabeyim eski bir futbolcu, tabii ben onu pek hatırlamıyorum. Benden on üç yaş büyüktü, Gençlerbirliği’nde oynamış. Onun bir ufağı, Gürel ağabeyimdi. Büyük abim aslında Beşiktaş’ı tutuyordu. Gürel ağabeyim Fenerbahçeliydi ve basketbola bizim mahallede, dört arkadaşıyla birlikte başlamıştı. Bizde basketbol aşkı böyle başladı. Bizim ev Cebeci’de, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin arkasındaydı. O zaman Ankara Mahalli Basketbol Ligi, o ufak salonda oynanırdı. Biz o maçları izlemeye giderdik. 

Benim bir büyük ağabeyim de futbolu seçti, daha sonra TRT televizyonun ilk kurucularından olan Adil Örs, o da Galatasaray’ı tutardı. Bizde Fenerbahçeli olma hikayesi böyle başladı. Ben küçükken, o ağabeyimin sayesinde Fenerbahçe’nin maçlarını radyodan dinlerdim. Sonra hiç unutmuyorum, ortaokulda Türkiye Spor isminde bir gazete vardı. O zaman öğleden sonraları gelirdi ve o gazeteyi hasretle beklerdim, Fenerbahçe ile ilgili şeyler yazacak diye. Benim Fenerbahçelilik hikayem böyle başladı.

• 1963 yılında başladığınız oyunculuk kariyerinizde Ankara DSİ ve Şekerspor’da oynadınız. Bu dönemde Fenerbahçe’den de bir teklif almıştınız ama yollarımız ne yazık ki o dönemde kesişmemişti. Teklif geldiğindeki hisleriniz nelerdi, bu transfer neden gerçekleşmedi?

Şimdi şöyle, aslında Fenerbahçe’den bana iki defa teklif geldi ilkinde Hüseyin Kozluca ve Erdal Poyrazoğlu’nun oynadığı takım ve Mehmet Baturalp’in antrenörlük yaptığı takımdan ilk teklif geldi, Daha sonra Hüseyin Kozluca’nın, Erdal ağabeyin (Erdal Poyrazoğlu) oynadığı takım vardı. Batur Abi (Mehmet Baturalp) de antrenörüydü. Bana bir teklif yaptılar, ben Fenerbahçe’ye imzayı attığımda Ankara’ya gittim ve bekliyorum, bu arada kendi kulübümde de çalışmalara katılmıyorum. Sonra, sezon başlamasına az bir zaman kala rahmetli Nejat Ağabey vardı, basketbol takımının yöneticisi, bana bir mektup yazdı. Hatta biz Nur Germen ile aynı evde kalmayı düşünüyorduk, planlar yapmıştık, o da Galatasaray’a transfer olmuştu. Neyse, mektupta ‘’Aydın’cığım, biz seni ve seninle beraber olmayı çok arzu ediyorduk, fakat bizim kulübün mali durumu oldukça kritik, o yüzden bu transferi gerçekleştiremiyoruz. İnşallah ileriki yıllarda beraber olmak ümidiyle’’ diye yazıyordu. Ben de, belki de isabet oldu, basketbola kendi kulübümde devam ettim. 

Sonra, ben bu dönem aynı zamanda A Milli Takım oyuncusu olmuştum. İstanbul’a Hüseyin Alp’in jübilesi için gelmiştim. Ali Şen o zaman basketbol takımının şube kaptanıydı. Hüseyin Kozluca ve Halil Dağlı vasıtasıyla beni Şişli’de bir kafeye davet etti. Maçların başlamasına bir hafta falan var. Orada bana “Aydın’cığım, biz seni transfer etmek istiyoruz, her türlü imkanı sağlarız vesaire…”. Ali Ağabey’in de ağzı iyi laf yapar tabii. Ben de o zaman Şekerspor takımının kaptanıydım, diyorum ki “Ali Ağabey, ben takımın kaptanlığını yapıyorum, kusura bakmayın, gelemem”. Bayağı ısrar etti, sonra “Benim işim var, kalkmam lazım ama Hüseyin, Halil, ikna edin Aydın’ı” dedi ve gitti. Ben tabii gitmedim Fenerbahçe’ye, çünkü takım kaptanıydım, benden genç oyuncular da vardı, onları bırakıp gitmek olmazdı. O şekilde oldu, yani oyuncu olarak Fenerbahçe’ye iki defa gitme durumu oldu ama gidemedik.

Aydın Örs, Efes Pilsen’in başında.

• Genç yaşınızda başladığınız koçluk kariyerinizde 1983 yılında Efes Pilsen altyapısının başına geçerek İstanbul’a adım attınız, bir sene sonra Genç Milli Takım’da da görev aldınız, daha sonraki süreç herkesin malumu: Gençler seviyesinde gelen başarılar, Türkiye Basketbol Ligi şampiyonlukları, Saporta Kupası ikinciliği, 1996’da Koraç Kupası şampiyonluğu… Fenerbahçeli bir yayın organı olsak da, sizin kazandığınız bu başarılara değinmemek doğru olmazdı. Efes’te gelen bu başarıların kazanılmasındaki ana faktör neydi?

Bunun cevabı biraz uzun. Aslında ben Ankara’dan İstanbul’a Efes Pilsen altyapısının başına geçmek için geldim. Aslında biraz daha geriye gitmem, basketbol antrenörlüğüne nasıl başladığımı anlatmam lazım. Ben 22 yaşında faal bir oyuncuydum, çok da iddialı bir oyuncuydum, Milli Takım kadrosuna da çağırılıyordum. Bir gün Zeki Hakyemez (Doğan Hakyemez’in babası), bizim şube kaptanımızdı, eski albay emeklisi, hatta böyle asker komutları falan da vardı. O beni çok severdi. “Aydın, sana yıldız takımını verdim” dedi. “Nasıl yani?” dedim. Bir taraftan oyunculuk bir taraftan takım çalıştırmak çok zordu. “Yaparsın, yaparsın” dedi ve ben bu şekilde başladım, ama iyi ki de başlamışım.

O kadar zevkli geldi ki bana… Araba yok, bir şey yok, çok zor şartlarda, buz gibi havalarda dolmuşlarla Cebeci’den Etlik’e gidiyordum. Aydınlıkevler Lisesi’nde camları kırık bir salon… Orada haftada üç gün antrenman yaptırıyordum ama ben orada antrenman yaptırırken öğrettiğim bazı şeyleri kendi antremanımda da uygulayıp gelişmemi sürdürüyordum. Sonra yıllarca Şekerspor’da genç takımı çalıştırdım, DSİ’ye geldim, orada genç takımı çalıştırdım, bir ara Genç Milli Takım yardımcı antrenörlüğü teklifi de geldi. Böylece altyapılarla ilgili bir tecrübem oluştu. 

Efes Pilsen’in şube kaptanı Pano Natof benim eski dostumdur. Doğan Hakyemez de kaptandı Efes’te. “Aydın, seni altyapının başına getirmek istiyoruz” dediler. Önce Ankara’dan ayrılmak istemedim, biraz zorlandım ama sonra İstanbul’a geldim. İstanbul’da, altyapıda bayağı zorlu bir çalışma dönemi başladı. Fakat üç ay sonra A Takım antrenörü görevinden ayrıldı. Rahmetli Aydan Siyavuş başantrenör olarak geldi. “Ben yardımcı olarak Aydın Örs ile çalışmak istiyorum” dedi. Ondan sonra onunla beraber hem A takımı çalıştırdım, hem de altyapı sorumlusu olarak çalıştım. Altyapıda yıllarca bu şekilde oyuncu yetiştirmenin ne olduğunu, oyuncuların nasıl yetişmesi gerektiğini deneyerek, hata da yaparak, öğrene öğrene önemli oyuncuların yukarıya çıkmasını sağlamaya çalıştık. 

Geldik 92 Şubat’ına… Yine A Takım antrenörü görevinden ayrıldı ve Pano Natof dedi ki, “Sen A Takım’ın başına geçeceksin”. Normal sezonun bitimine beş maç kala A Takım’ın başına geçtim. Çok zorlu rakiplere rağmen şampiyon olduk ve o bana bir özgüven getirdi. Ondan sonra Türkiye Ligi şampiyonlukları, Petar Naumoski ve Larry Richard transferleri… O sene Türkiye Ligi’nde otuz yedi maçta otuz yedi galibiyetle namağlup şampiyon olduk. Sonra Aris ile o zamanki adı Kupa Galipleri Kupası’nda, sonradan Saporta Kupası oldu, final oynama başarısı gösterdik. Daha sonra, 1994 yılında Şampiyonlar Ligi’nde sekizli grupta birinci olduktan sonra diğer grubun dördüncüsü Barcelona ile eşleştik. Biz dar bir kadroyla oynuyorduk, bir iki oyuncumuzun sakatlığı nedeniyle de 2-1 ile elendik. Ondan sonra da 1996’da Koraç Kupası şampiyonluğu geldi.

Burada esas söylemek istediğim, benim felsefeme göre, bir kulübün sistemini yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya doğru inşa etmek lazım. İşte bu güven çerçevesinde, bu başarılar geldi. Benim en çok gururlandığım şey gerek Saporta Kupası’nda, gerek Koraç Kupası’nda, lig şampiyonluklarını saymıyorum, gerekse üç dört defa Şampiyonlar Ligi’nde, şimdiki adıyla EuroLeague’de çeyrek final oynadığımızda hepsinde de on iki oyuncunun sekiz tanesinin altyapıdan gelmiş olmasıydı. Bu benim için çok önemliydi, beni en çok gururlandıran şeydi. Çünkü yıllarca onlara emek vermiş olmaktan, bir altyapı antrenörü olarak bunu sağlamış olmaktan, bu kulübün temelini atarken bu plan doğrultusunda hareket etmiş olmaktan çok mutlu olmuştum. Yani olayın özü budur.

Aydın Örs, Koraç Kupası ile.

• Daha sonra, 2000-2003 yılları arasında A Milli Takım ile geçirdiğiniz ve 2001 yılındaki Avrupa Basketbol Şampiyonası’nı gümüş madalyayla tamamladığımız bir süreç var. Sizin için nasıl bir deneyim oldu? Milli takımımızın bu başarıyı 2010’daki dünya ikinciliği haricinde tekrarladığını söylemek güç, sizce ülke basketbolu olarak neleri yapsaydık istikrar sağlayabilirdik?

Ben oraya antrenör olarak gelmeden önce Genç Milli Takım başantrenörlüğü yaptım ve iki defa Balkan şampiyonu olduk. Bir de Ümitler Avrupa Şampiyonası’nda ilk dörde girdik ve Dünya Şampiyonası’na katılma hakkını elde ettik ama ben o turnuvaya gidemedim. 2000 yılında federasyonun teklifiyle A Milli Takım antrenörlüğüne geldim. 1999’un sonunda Efes’ten ayrılmıştım. Çok kaliteli oyunculardan kurulu bir takımımız vardı. Yetenek olarak çok kaliteliydi ama çok sorunlu bir takımdı. Çünkü dört tane ayrı jenerasyonun çok kıymetli oyuncuları bulunuyordu ve çoğunun da müthiş egoları vardı. Dolayısıyla o takımı yönetmek gerçekten çok zordu. Bir taraftan antrenman ve maçlarda saha içini yönetirken, bir taraftan da takımla ilgili dışarıdaki sorunları halletmeye çalışıyorduk. Sonuçta öyle ya da böyle, 2001 yılında Avrupa ikincisi olduk. Aslında kendi sahanda oynamak zordur, baskı altında oynarsın ancak yine de büyük bir başarı elde ettik. Yıllar sonra Dünya Şampiyonası’na katılma hakkını elde ettik. 

2001 yılında o ikincilik bize öyle bir hava getirdi ki, insanlarda ülkede sanki bir basketbol patlaması olmuş, ekol olmuş, Türk Milli Takımı herkesi yenebilecek seviyeye gelmiş gibi bir düşünce oldu. Ben hep şunu söylüyorum, biz sadece o turnuvanın ikincisiyiz, dünyada ilk onun içinde olabiliriz ama daha çok yol kat etmemiz gereken şeyler var. Neyse, biz o şekilde Dünya Şampiyonası’na gittik. Brezilya ve Porto Riko’ya küçük farklarla yenildikten sonra dünya dokuzuncusu olarak döndük. İsveç’te de şanssız bir Sırbistan mağlubiyetinden sonra ülkeye döndük. Onları yenseydik ilk sekize girecektik. Dönünce federasyon devam etmemi istedi ama ben misyonumu tamamlamıştım ve istifa ettim. Türk basketbolunun istikrarsızlığı şuradan ileri geliyor: Milli Takım son anda önem kazanıyor, yani Milli Takım’ı bir kulüp takımı havasına getirmek gerektiğini hep söylemişimdir. O dönemde biz, 2000 yılında antrenör olduktan sonra atmış gün kamp yaptık, çeşitli turneler vesaire… Sırf insanları kaynaştırabilmek için. İstikrarsızlık ne yazık ki en kötü şey.

EuroBasket 2001 ikincisi Türkiye. Kaynak: trendbasket.net

• 2004 yazında taraftarı olduğunuz, Efes Pilsen’in başındayken zaman zaman maçlarına gittiğiniz ve Aziz Yıldırım’ın başkanlığını yaptığı Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın başına geçtiniz. Fenerbahçe’den teklif aldığınızda neler hissettiniz, süreç nasıl işledi?

Mahmut Uslu benim Ankara’dan gençlik arkadaşımdı. O da Ziraat Fakültesi’nde bir dönem oyunculuk ve antrenörlük yaptı. Bir gün, Milli Takım’ı bıraktıktan sonra beni aradı. Benim de Fenerbahçeli olduğumu biliyorlar zaten. “Aydın, bizimle çalışmak ister misin?” dedi. “Vallahi isterim ama bir şartları konuşalım” dedim. Şartlar dediğim de para pul değil, çalışma şartları. Neyse, bir gün randevulaştık, Aziz Yıldırım ile ilk tanışmamız. Takım da o sırada Denizli’den yeni dönmüştü, şampiyon olmuşlardı ve neşeleri de gayet yerindeydi. “Hoca, ne istiyorsun?” dedi başkan. O dönemde maaş ödemeleri biraz geriden geliyormuş. Dedim, “Ödemelerin zamanında yapılması benim için çok önemli”. Menajerler ödemelerin zamanında yapılmaması nedeniyle Fenerbahçe’ye oyuncu vermeme kararı almışlar. Ben oraya gidince “Aydın Örs geldi, artık ödemeler düzenli yapılır” diyerek tekrardan oyuncu vermeye başlamışlardı. Sonra “İkinci şartım, benim işime kimse karışmasın” dedim. Başkan da espri yaptı, “Karışırsa bu Mahmut karışır” falan dedi. Bir de Doğan Hakyemez’in de gelmesini istedim. Doğan Hakyemez ile hem Efes’te, hem de Milli Takım’da beraber çalıştığımız için istedim, o da sonuçta Fenerbahçe’nin on altı yıl önceki şampiyonluğunda olan bir isim. Başkan “Ben de Doğan’ı senin kadar severim ama şu andaki şartlarda onu hiç bu işe karıştırmayalım istersen” dedi. Sonuç olarak ben teklifi kabul ettim ve Fenerbahçe’de göreve başladım. 

Çetin Yılmaz, Ertuğrul Erdoğan ve Aydın Örs. Kaynak: Socrates Dergi

• Fenerbahçe’deki ilk sezonunuz olan 2004-2005 sezonunda 1.250.000 dolar gibi kısıtlı bir bütçeyle yola çıkmamıza rağmen ligde ve Avrupa’da başarılı bir sezon geçirmiştik. Beşiktaş’ı eleyerek çıktığımız ve Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynanan FIBA Avrupa Kupası dörtlü finalinde, eleme grubundaki iki maçta mağlup ettiğimiz BC Kiev’e yarı finalde elenmiştik. Bu sezona ve Avrupa’da gelen başarıya dair görüşleriniz nelerdir? Sizce kaybettiğimiz yarı final maçında neler yanlış gitti?

O zaman Aras Kargo’nun sahibi olan rahmetli Celal Aras, Fenerbahçe’ye sponsor oldu. Verdiği rakam 800 bin dolardı, kulübün de katkılarıyla toplam bütçe 1 milyon 250 bin dolar civarıdır herhalde, daha fazla değildir. Damir Mršič Rusya’da oynuyordu, onu aldık, Ömer Onan Efes’teydi, onu aldık. İki de Amerikalı oyuncu aldık ama tecrübesiz oyuncular. Biri Marc Salyers, biri de uzun bir oyuncuydu, sonrasında sakatlandı ve gönderdik. Ondan sonra başladık ama baktığın zaman bizim kadro çok kısıtlıydı. Ona rağmen yazın çok iyi çalıştık. Yalnız ben Efes’ten gelen tecrübe ile hep şunu söylüyordum: Tamam, Türkiye liginde bir iddiamız olsun ama benim esas hedefim Avrupa kupalarıydı. Oynadığımız lig FIBA Şampiyonlar Ligi’ydi. Yazdan itibaren çalışmaya başladık, maçlar başladı. Türkiye Ligi de kolay değil tabii, bizden çok daha iyi kadrolar vardı. 

Avrupa kupalarında da Kiev çok iyi bir takımdı. Orada onları otuz sayıyla yendik ama maçın gerçek skoru o değildi. Bizim yaptığımız zone müdafaaya (alan savunması) bir türlü hücum edemediler. Sonunda diğer maçların bir çoğunu kazandık ve Final-Four’a kaldık. Final-Four’da yine Kiev ile karşılaştık. Dediğin gibi, iki maçı kazandık ama onlar çok kaliteli ve çok yönlü bir kadroya sahipti. Ayrıca bizi çok iyi tanımışlardı, artık bizim skor gücümüzün nerede olduğunun farkındalardı ve çok iyi tedbir almışlardı. Ona rağmen maç kafa kafaya gitti ve sonunda kaybettik. Sonra üçüncülük – dördüncülük maçını da kaybettik. Ancak yeni kurulmuş bir takım için oraya yükselmek de büyük bir başarıydı. O sene ligde play-off’ta Efes ile eşleştik. Efes’i eleme durumuna geldik. Maç hep kafa kafaya gidiyordu. Marc Salyers yedide sıfır üçlük attı, o biraz iyi bir skor yapabilseydi belki finale kadar gidebilecektik. O sene o şekilde geçti.

Kaynak: NTV

• İkinci sezonunuz olan 2005-2006 sezonunda ise lig maceramız play-off çeyrek finalinde sonlanmıştı, FIBA Avrupa Kupası’nda ise dörtlü final hedefimize ulaşamamıştık. Sizin açınızdan nasıl bir sezondu?

İkinci sezon bize Semih Erden ve Hakan Demirel gibi iki genç ve tecrübesiz oyuncu katıldı, Ömer Onan Ülkerspor’a transfer oldu, Kaspars Kambala’yı transfer etmiştik. O sene ne yazık ki istediğimiz formu tutturamadık. İyi çalışıyorduk, Türkiye Ligi’nde normal sezonda çok önemli galibiyetler aldık ama gerek Avrupa Kupası’nda, gerek Türkiye Liginde gerçek performansımızı ortaya koyamadık. Bu biraz da yeni oyuncuların tecrübesizliğinden de kaynaklanıyordu. Dolayısıyla, o sene başarılı olamadık diyebilirim. Takımın kimyasını da ne yazık ki iyi oluşturamamıştık.

• Ve üçüncü sezonunuz olan 2006-2007 sezonu… 2006 yazında Ülker ile güçlerini birleştiren Fenerbahçe’miz uzun süre sonra EuroLeague arenasında yer almış, “Türk basketbolunun lokomotifi” olunmaya giden yolda büyük bir adım atmıştı. EuroLeague’de belki kulübün tecrübe eksikliği nedeniyle gruptan çıkamasak da Türkiye Basketbol Ligi final serisinde Efes Pilsen’i 4-0’la geçerek 16 yıl sonra lig şampiyonu olmuştuk. Fenerbahçe için nelerin doğru, nelerin yanlış yapıldığı bir sezondu? Yüzüncü yılımızda gelen şampiyonluk size neler hissettirdi?

O sezon beni memnun eden bir sonuçla bitti ama Avrupa kupalarında belirli hedefleri olan biri olarak beni üzüntüye sevk eden olay, birleşmeden sonra takımın o kozmopolit yapısının, yeni bir takım olmasının, çeşitli sakatlıklarla gelen talihsizliklerin getirdiği durumla EuroLeague’e kötü başlamamız, bu nedenle sonuca gidememiş olmamızdı. Bu beni çok üzdü. Sonradan peş peşe galibiyetler almaya başladık. Barcelona’yı, Benetton’u yendik, Žalgiris’i deplasmanda yendik ama bu sonuçlar yetmedi. Willie Solomon’un lig başındaki ciddi sakatlığı, Mirsad’ın (Mirsad Türkcan) zaman zaman yaşadığı sakatlıklar… İki takımı birleştirip yeni bir takım yaratmak kolay değil. Ülker’den gelen İbrahim Kutluay, Ömer Onan, Mirsad Türkcan, Oğuz Savaş, ABD’li Ira Clark vesaire… Bizde Semih ve Damir Mršič oynuyordu, Solomon’u transfer etmiştik, Eddie Basden’i aldık. Böyle bir takımla yola çıkmıştık ve kolay değildi. Gelen oyuncuların da egoları vardı sonuçta. İlk başlarda sakatlıklar vesaire, sıkıntısını çektik. O yüzden özellikle belirtiyorum, o sezondaki en büyük üzüntüm, hayal kırıklığım EuroLeague’de çok daha iyi sonuç alabilecekken sonraki galibiyetlere rağmen başaramamamızdı. 

Daha sonra Türkiye Ligi’nde finale kaldık. Tabi takımla çalışa çalışa, öyle bir kemik savunma yapar hale geldi ki Efes serisi müthiş bir dominasyon oldu. Çok farklı galibiyetler kazandık. Birinci maçı yanlış hatırlamıyorsam 30 sayı ile kazandık. Tabii ki insan seviniyor, Yüzüncü yıl olması önemliydi. Hiç unutmuyorum, o sene Fenerbahçe Futbol Takımı şampiyon olmuştu, Bayan Basketbol Takımı şampiyon olmuştu, en son bizimki kalmıştı. Kulüpte bir arkadaş vardı, hiç unutmuyorum idarecilerden biri “Hocam, senin yerinde olmak istemezdim” dedi. “Niye?” dedim. “Bütün kategorilerde şampiyonluklar yaşandı, bir basketbol kaldı. Bütün dikkatler üstünde” dedi. Dedim ki “Yapacak bir şey yok”. Sonrasında şampiyon olduk. Yüzüncü yıl olması ayrı bir keyifti ve Fenerbahçe basketbol tarihine geçtiğimizi düşünüyorum.

İbrahim Kutluay, Damir Mršič ve Aydın Örs.

• Aydın Hocam, bu sorunun içinde size bir soru daha sormak istiyoruz. Barcelona maçından sonra bir Napoli maçımız vardı, evimizde kaybetmiştik. O maçta neler yanlış gitti? Çünkü o maçta kazansaydık belki de gruptan çıkacaktık.

En önemli oyuncularımızdan biri Ömer Onan’dı. Ömer hastalandı. Rakibin guardı Tyrone Ellis 29 sayı attı. Bizim için Ömer’in en önemli özelliği hücumdan çok savunmasıydı. Tabii sadece savunması da değil, hücumdaki aktivasyonu da çok önemliydi. Biz o maçta uzatmalarda yenildik. Tabii salon da tıklım tıklımdı, bizim için üzücü oldu. Kazanabileceğimiz bir maçtı ama tabii EuroLeague’de maçlar böyle bir şey. Şimdi bakıyorsun, Fenerbahçe hiç ummadığı galibiyetler de alıyor, mağlubiyetler de alıyor.

• Altyapı kökenli olan ve oyuncu gelişimi konusunda isim yapmış bir koçsunuz. Fenerbahçe’de çalıştığınız süre zarfında Semih Erden, Oğuz Savaş, Ömer Onan gibi isimlerin gelişimine büyük katkı sağladınız. Bu gelişim nasıl gerçekleşti?

Özellikle Semih ve Oğuz konusunda şöyle bir anekdot anlatayım: Şampiyon olduğumuz yüzüncü yılda, Avrupa maçları da oynanırken Kaspars Kambala’da doping çıktı. Play-off’un başlamasına da bir ay kadar vardı. Yardımcım Ertuğrul Erdoğan ile konuşuyoruz, Amerikan Geliştirme Ligi’nden uzun oyuncularla ilgili tavsiye geliyordu. Biraz araştırma yaptık sonra Ertuğrul hocaya dedim ki “Bak Ertuğrul, biz bu oyunucuyu getireceğiz şimdi, takıma adaptasyonu en az bir ay sürecek. Ben Semih ve Oğuz’la bir toplantı yapacağım”. Çağırdım onları, “Kaspars Kambala gitti, biz onun yerine bir oyuncu almamaya karar verdik” dedim. Zaten onlar önemli günlerde özel antrenman yapıyorlardı ama dedim ki “Son bir ay ölesiye çalışacağız, var mısınız?”. İkisi de heyecanla “Varız!” dediler. Nasıl çalışıyorlar biliyor musun? Sabah çalışıyorlar, akşam çalışıyorlar, antrenman bitiyor, ribaund drillleri, sprint drillleri, koşma, sıçrama… Anormal bir çalışmaya girdiler ve zaten bunun da karşılığını aldık. Onları çok iyi kullandık, onlar da hakkını verdiler. 

Şimdi şu noktaya geleceğim: Biz Türkiye’de oyuncuları yetiştiriyoruz, fakat geliştiremiyoruz. Geliştirme, bireysel antrenmanlarla, özel antrenmanlarla olur. Türkiye’de bugün de baktığımız zaman, genç oyuncuların yeterli performansı ortaya koyamama nedeni şu: Belki Türkiye’de yeterli süre alamıyorlar ama kendilerini rekabete sokacak donanımı da kazanamıyorlar. Tabii, sadece kendileriyle olmaz. Antrenörlerin de onları yönlendirmesi lazım, bireysel gelişim antrenörleri çok önemli. Biz o dönemde onları bayağı bir özel antrenmanla geliştirdik. Ömer’in altyapısı zaten çok kuvvetliydi, Efes’ten gelen bir altyapısı vardı. O da sıkı çalışarak şutör oyuncu haline geldi. Şu mesajı da vermemiz lazım: Bu, Ömer Onan gibi bir oyuncunun üst düzey oyuncu haline gelebileceğini gösterdik. Sadece savunma yönü kuvvetli olan bir oyuncu değil, hücum yönünde de güçlü hale gelebileceğini gösterdiUzun zamandır bu kadar çok konuşmamıştım, öksürttü beni biraz. (gülüyor)

2006-07 sezonu Türkiye Basketbol Ligi şampiyonu Fenerbahçe.

• Var olun hocam… Basketbol takımımızı çalıştırdığınız süre zarfında Damir Mršič, Willie Solomon, Ömer Onan, Mirsad Türkcan gibi oyuncuların antrenörlüğünü yaptınız. Fenerbahçe’de beraber çalışmaktan en keyif aldığınız ve saha içinde çalışırken en çok zorlandığınız isim kimlerdi? 

Oyuncuları ayırt etmek istemem. Hepsine, bizi şampiyon yapan, kadrodaki bütün oyunculara teşekkür borcum var. Fenerbahçe’ye yüzüncü yılda şampiyonluk hediye etmemiz, tarihe geçmemiz… Ben antrenör olarak tarihe geçtiysem onların sayesinde geçtim. O bakımdan hepsiyle çalıştım. 

Tabii ki Solomon ve Mirsad. Mirsad tabii küçük yaştan itibaren, 15 yaşında bizim elimize gelmiş bir oyuncu olduğu için, zor bir oyuncu olmasına rağmen beni bir baba olarak gördüğü için onunla değişik yöntemlerle uğraşıyorduk. Solomon, yapı olarak çok değişik bir oyuncu. İlk başlarda zorlandık ama sonra aramızda öyle kuvvetli bir bağ oluştu ki, hiç unutmuyorum, şampiyonluk kupasını kaptanlar almadan alıp bana getirmişti ve bana bir sarılması vardı, onu hiç unutmuyorum. Hiçbiri ile bir problemim olmadı. Saha içinde belli kurallarım vardır, o kurallara yeterli ölçüde riayet edilmesini önemserim. Saha içinde tabii birtakım tatsızlıklar olmuş olabilir ama saha dışında ağabey-kardeş pozisyonum olmuştur. 

• Aydın Hocam, bu soruyla ilgili bir yorum getirmek istiyoruz. Solomon demişken, Efes maçı performansı, Can Akın’a attığı reverse… İnanılmazdı gerçekten. Onun videolarını izlerken biz hala keyifleniyoruz, o derece güzel bir takımdı. Müsadenizle bir sonraki sorumuza geçiyoruz: Kariyeriniz boyunca birlikte çalışmak istediğiniz ama fırsat bulamadığınız, içinizde ukte olarak kalan bir oyuncu ismi verecek olsanız, kimi söylersiniz?

Gerek Efes’te, gerek Milli Takım’da, gerekse Fenerbahçe’de öyle oyuncularla çalıştım ki hepsi beni hedefe taşıdılar. Efes’te 20’ye yakın kupa kazandık. Bir tanesi Avrupa Kupası, bir tanesi Avrupa Finali… Milli Takım’a geldiğimiz zaman Avrupa ikinciliğine taşıdılar. Hepsi çok klas oyunculardı. Fenerbahçe’ye geldiğimizde de yüzüncü yıl şampiyonluğuna taşıdılar. Demek ki aklıma gelmediğine göre, çoğu oyuncuyla çalıştığıma göre öyle bir isim düşünmemişim. O dönem NBA’de olan 3 oyuncu vardı: Mirsad, Mehmet ve Hidayet. Mirsad gitti ama sebat edemeden döndü. Sonra Hidayet gitti, sonra da Mehmet Okur gitti. Ben bunların hepsiyle çalıştım. Mehmet Okur’la Milli Takım’da çalıştım. Hidayet’le hem Efes’te, hem de Milli Takım’da çalıştım. Orhunlar (Orhun Ene), Harunlar (Harun Erdenay) ile Milli Takım’da çalıştım. 

• 2007 yazında Efes karşısında çok üstün bir oyunla gelen Türkiye Basketbol Ligi şampiyonluğunun ardından, hiç beklenmedik bir anda Fenerbahçe’miz ile yollarınızı ayırmıştınız. Ayrılığın öncesi ve sonrasında yaşananlar, dönemin yöneticilerinin yaptıkları hatalar biz Fenerbahçelileri derinden üzmüştü. Öyle ki, Kadıköy’de bir protesto yürüyüşü gerçekleştirilmişti. Bizler de o gün oradaydık. Katılır mısınız Aydın hocam, bilmiyoruz ancak o günlerde şahsınıza büyük bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Siz bu sürece dair neler söylemek istersiniz? Kulüpten ayrılırken neler hissettiniz?

Benim Fenerbahçe ile anlaşmam üç yıllıktı ve üç yıl bitmişti. Mahmut Uslu bana o sinyalleri veriyordu. Bana “Başkan da senin CEO olmanı istiyor” demişti. Sezon bittikten sonra toplantı yaptık, başkan bana “Hoca gel, CEO ol” dedi. Aslında o sırada Tanjević ile anlaşmış onlar, “İstediğin yetkiyi veriyoruz sana, imza yetkisi, antrenör atarsın” vesaire dedi. Aziz Yıldırım’a büyük saygım vardı, “Başkan, ben biraz düşüneyim” dedim. Aslında ben çoktan kararımı vermiştim. Eve gittim, eşime “Ben Fenerbahçe’den ayrılıyorum” dedim. Ertesi gün Anadolu Ajansı’na gittim ve istifayı yazdırdım. İstesem Fenerbahçe’de CEO olarak kalabilirdim. 

Beş ay sonra başkan, kardeşi Ali Yıldırım ile yemeğe davet etti. Başkan yemekte “Hoca, biz senin gitmeni istemiyorduk, çok üzüldük. Gel, kulübün başına geç, imza yetkisini al, istersen antrenörü at, başkasını getir, istiyorsan sen antrenör ol” dedi. Ben de “Başkan ben yapı itibariyle bunu yapamam, kusura bakmayın” dedim ve o dönem öyle geçti.

Sonra 2010 yılında başkan bana koordinatörlük teklifi yaptı. Ben de tereddütlü olmama rağmen Fenerbahçeli olduğum için, başkana da saygım vardı, bu teklifi kabul ettim. Tereddütüm şuydu; Neven Spahija ile anlaşmışlardı. Dedim ki “Başkan, beni çağırıyorsunuz ama siz antrenör ile anlaşmışsınız”. Başkan da haklı, “Sen ortada yoktun, geç geldin. Kulüple anlaşman geç olduğu için antrenörsüz kalmamak için anlaştık.” dedi ve orada da 2012 yılına kadar çalıştık. Sonra başka bir nedenden dolayı ayrılmak durumunda kaldım.

Fenerbahçe taraftarı, Aydın Örs’ün ayrılığına forumlarda ve sokaklarda sert tepki göstermişti.

• Fenerbahçe’mize 2010 yazında Şube Genel Koordinatörü olarak geri dönmüştünüz. 2010-11 sezonunda gelen Türkiye Basketbol Ligi şampiyonluğunun ardından maalesef 3 Temmuz Kumpası patlak vermişti. Ve bu sürecin gölgesinde, başarısız bir şekilde geçirdiğimiz 2011-12 sezonunun ardından görevinizden istifa etmiştiniz. Bu iki sezonu nasıl değerlendirirsiniz, nasıl bir çalışma ortamı vardı?

Şimdi, 2011 yılında şampiyon olduktan sonra ne yazık ki 3 Temmuz patladı, ben her ay Metris Cezaevi’ne başkanı ziyarete gidiyordum. Yani o sezona aslında iyi de başladık, EuroLeague’de iyi de galibiyetler de aldık fakat mesela bizim en kritik maçımız deplasmanda oynadığımız Žalgiris maçıydı. Bir gece önce Türkiye Kupası’nı almıştık, Mirsad orada sakatlanmıştı, onu kullanamadık. Üç gün sonra Litvanya’ya gittik, o maçı oynadık. Sonra, bir gece önce Roko Ukić 40 derece ateşle oynayamadı ve son saniyelerde o maçı kaybettik. Bizi Final-Four’a götürecek maçlardan biriydi o maç.

O senenin sonunda başkan içeride… Ben baktım, takımın koordinatörü olmama rağmen o dönemde antrenörü gönderiyorlar, yeni oyuncular ve menajerlerle temas ediyorlar, benim haberim olmuyor falan… Ondan sonra ben de gittim ve dedim ki, “Başkan, benim sıkıntılarım var”. Ondan sonra “Ya, işte bekle, Ali Yıldırım ile konuşursun” gibi bir şey dedi. Sonra baktım ki, bir şey olmuyor. Ben de orada kalmamın doğru olmayacağını, Aydın Örs olarak orda kalmamın kendime saygısızlık olacağını vicdanen düşündüğüm için istifayı verdim ve çıktım.

• Aydın Hocam, Žalgiris maçından bahsetmiştiniz, o maçtan bir hafta sonra içeride Olympiacos ile oynamıştık, 16 sayı öne geçip kaybettiğimiz çok üzücü bir maçtı. Biz de tribündeydik. Sizce o maçlarda neler yanlış gitti?

Valla teknik olarak bir şey söylemek istemiyorum, çünkü koç değildim sonuçta. Ama orada onların guardı meşhur Theodoros Papaloukas, müthiş oynadı o maçta, yani guardlarını tutamadık, kritik anlarda iyi savunma yapamadık. Bir de çok tecrübeli bir takımlardı, aslında onları Atina’da yenmiştik ama o zaman karar maçı değildi. Yani, böyle karar maçlarında tecrübe çok önemli bir şey. Onlar böyle maçları nasıl oynayacaklarını iyi biliyorlar. Nitekim, üst üste 2 defa EuroLeague şampiyonu oldular. 

• 2012 ve 2013’te oldular, o sezonda da play-off’ta Montepaschi Siena’yı ilk maçta 89-41 yendiler, sonra ise 3-1 ile elenmişlerdi.

Evet ama o kadronun temeli, üst üste EuroLeague şampiyonu oldu. 

• Fenerbahçe’mizde çalıştığınız dönemde ve sonrasında taraftarla her zaman güzel bir bağınız olmuştu. Özellikle derbilerde ve final serilerinde Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oluşan atmosfere ve tribünlere dair neler söylemek istersiniz?

Vallahi Fenerbahçe seyircisini tarif etmem mümkün değil. Hele oyuncular Kıraç’ın o meşhur marşı ile sahaya çıkarken insanın tüyleri diken diken oluyor. Ben tabii ki Efes orijinliyim, yani bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sonuç olarak Efes’te antrenör oldum. Ama sonuçta çocukluktan beri bir Fenerbahçe sevgisi var. Fenerbahçe büyük bir kulüp. Sahaya çıkarken, insanın tüyleri diken diken oluyor. Bir de maçı kazanmışsanız insan çok daha fazla gurur duyuyor. 

Demin ona değinemedim, 2007’de ayrıldıktan sonra taraftarların benim için yürüyüş yapmaları tarihte rastlanılacak bir şey değildi, yani ben çok ağlamaklı oldum. O olay bana o kadar çok haz verdi ki, demek ki her şey başarı veya başarısızlıktan öte… İnsanlara ben kendimi sevdirmişim, kabul ettirmişim yani. Çok büyük onur duydum. Bunun için, bu vesileyle senin şahsında sana ve o organizasyonu yapan, benim için yürüyüş yapan bütün arkadaşlara çok teşekkür ederim Erdi.

• Var olun Aydın hocam, sizi sevmemek mümkün mü? Ellerinizden öperiz. Müsadeniz ile diğer sorumuza geçiyoruz: Temellerinin sizin döneminizde atıldığı, Fenerbahçe’mizin yıllardır yaptığı atılım, en büyük meyvesini 2017 yılında kazanılan EuroLeague kupası ile vermişti. Željko Obradović’in önderliğindeki yedi senelik altın döneme, kulübümüze kazandırdığı basketbol geleneğine dair görüşleriniz nelerdir?

Bir defa, Fenerbahçe Kulübü’nün Obradović’e her zaman için bir teşekkür borcu var. Çünkü gerçekten çok tecrübeli, kazanmaya alışmış ve oyuncuları kazandırmaya alıştırmış, çok yönlü, çalışkan… Ben aynı zamanda da “fair” olarak da çok kaliteli bir insan olduğunu düşünüyorum. Ama Aziz Yıldırım’ın Obradović gibi Avrupanın bir numarası olan antrenörünü oraya getirmek ve çok çok önemli bir bütçeyi ona ayırmak için yaptığı fedakarlığı burada pas geçemeyiz. Avrupa’nın neredeyse en önemli oyuncularından oluşmuş bir takımı Obradović’in eline vermek, Obradović’in de o takımı inşa ederek yavaş yavaş Final-Four’un devamlı takımı haline getirmesi… Şampiyonluk, ikincilik, üçüncülük, ama hep oralarda olmak. Bence kulüp ve Obradović’in birlikteliği ve ortak başarısıdır.

Fotoğraf: Andreas Rentz

• Aydın Hocam, biraz da ülke basketbolunun sorunlarına dair değerli görüşlerinizi almak isteriz. Önceki bölümümüzde milli takımımızın istikrarsızlığından bahsetmiştik. Ülkemizde şu anda uygulanan yabancı sınırı ve kulüplerin oyuncu yetiştirme bazında yaşadıkları sorunlar hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Bu, şu anda Türk basketbolundaki en büyük sorunlardan bir tanesi. Daha önce de söylediğim gibi, oyuncuları yetiştiriyoruz fakat geliştiremiyoruz. Bunun için, genç oyuncuların süre alabilmesi için, onların önünü açmak için yabancı kuralını gözden geçirmekte yarar var. Bunu Türkiye Ligi için söylüyorum, EuroLeague’de kulüpler doğal olarak iddialı. Bütçelerine göre istedikleri kadar yabancı oyuncu oynatabiliyorlar, çünkü hedefleri büyük ama Türkiye Ligi’nde yabancı kuralını gözden geçirmekte yarar var. Ama sadece yabancı kuralını değiştirmekle de olmaz, genç oyuncuların kendilerini rekabete girebilecek seviyede geliştirmesi, antrenörlerin özel antremanlarla onların atletik performanslarını ve fundamentallarını geliştirmeleri, oyuncuların oyunu okumak ve oyunu anlamak konularında kendilerini geliştirmeleri gerekir. Türk basketbolundaki yıldız oyuncu eksikliğini bu şekilde giderebiliriz diye düşünüyorum. 

Şimdi, şu anda Türk Milli Takımı’nda bazı genç oyuncular göze çarpmaya başladılar. Bunların bir kısmı Banvit’in altyapılarından yetişmiş oyunculardı. Geçtiğimiz yıl Beşiktaş bu çocukları aldı, bütçelerine göre biraz da zorunlu olarak genç bir takım kurdu. Bunları oynattılar ve bu çocuklar kendilerini bayağı  gösterdiler. Bu da gösteriyor ki, demek ki altyapıdan donanımlı bir şekilde yetişmiş Türk oyunculara yer verebilirsek, onları oynatabilirsek, süre verebilirsek Türk basketbolunu daha ileriye taşıyabilirler. Şu andaki en büyük sorunumuz bu.

• Son sorumuza geliyoruz değerli Aydın Hocam. Salon Tribünü ekibi olarak, siz değerli, büyük efsanemize bu güzel röportajdan dolayı bir kez daha teşekkür ederiz. Son olarak, bu röportajımızı okuyan  biz Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?

Daha önce de söylediğim gibi, Fenerbahçe taraftarına her zaman müteşekkirim. Gerek antrenörlük dönemimde, gerek koordinatör olarak görev yaptığım dönemde bana gösterdikleri sevgi ve saygıdan dolayı onlara minnettarım. Onlarla çok güzel günlerimiz oldu, tekrar ediyorum, 2007 yılında ayrıldıktan sonra benimle ilgili yaptıkları yayınlarla, yürüyüşlerle bana olan sevgilerini saygılarını gösterdiler. Onlara büyük anlamda müteşekkirim. Onları çok seviyorum ve kendilerini hayatım boyunca unutmayacağım.

• Aydın Hocam, size tekrardan çok çok teşekkür ederiz. O kadar çok mutlu olduk ki, kelimelerle tarif edilemez. Kıymetli ellerinizden öperiz.

Estağfurullah Erdi, ben teşekkür ederim.

Fenerbahçe SK Müzesi Müdürü Alp Bacıoğlu, efsane başantrenörümüz Aydın Örs ve Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran.

Yorum bırakın