Metin Sipahioğlu: “Bir Tane Fenerbahçe Var”

2018-2021 döneminde, kulübümüzde yöneticilik yapan ve kadın basketbol ile iletişim alanlarında görev alan Metin Sipahioğlu, Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran ile kadın basketbolumuzun dünü, bugünü ve kulübümüzün iletişim süreçleri üzerine konuştu.

Değerli Metin Ağabey, öncelikle hoşgeldiniz, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için Salon Tribünü ekibi adına size çok teşekkür ederim. 12 Ocak 1983 tarihinde dünyaya geldiniz, 2000 yılında Koç Özel Lisesi’nden, 2004 yılında ise İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden mezun oldunuz, 2005 ve 2007 yılları arasında ise Boğaziçi Üniversitesi’nde master yaptınız. Çocukluk ve gençlik yıllarınızı, Fenerbahçeli olma hikayenizi bizlere anlatabilir misiniz? 

Sevgili Erdi kardeşim, öncelikle bu teveccühü gösterip benimle röportaj yapmak istediğiniz için ben, sana ve ekibinize teşekkür ederim. Sizi de, yaptığınız değerli röportajları da ilgiyle takip ettiğimi belirtmek isterim. Umarım sizin gibi platformlar camiamızda çoğalır.

Dediğin gibi, 1983 yılında doğdum. Birçok Fenerbahçeliye göre biraz şanslı bir yerde doğdum diyebilirim. Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin başkenti diyebileceğimiz Fenerbahçe semtinde doğdum ve burada büyüdüm. Bu yüzden çocukluk yıllarım Fenerbahçe ile en fazla ne kadar dolu geçebilirse, o kadar dolu geçti. Birçok Fenerbahçeli gibi, babadan gelen bir Fenerlilik benimkisi de. Üç dört yaşından itibaren babamla maçlara, hatta takım idmanlarına gitmeye başladık. Çocukluğuma, 3-4 yaşıma dair hatırladığım en önemli kareler hep Fenerbahçe ile ilgili.

Sonrasında ilkokula başladım, o da yine Fenerbahçe semtindeki Nurettin Teksan İlkokulu’ydu. O zamanlar sabahçı ve öğlenci diye iki kavram vardı. Bir dönem okula sabah giderdik, bir dönem de öğlen. Eğer o dönem sabahçıysak okuldan sonra, öğlenciysek okuldan önce, okuldan arkadaşlarımızla haftada 2-3 kez Dereağzı’ndaki antremanlarımıza giderdik.

Sonrasında ortaokul ve lise çağı geldi. Bu sefer de ortaokul ve lise arkadaşlarımızla bu sevdanın peşine düştük. Hatta buradan da kendisine selam göndermiş olayım, şu an futbol takımımızın idari sorumlusu olan Emir Yolaç kardeşim benim ortaokul arkadaşımdır, onunla ve diğer okul arkadaşlarımızla beraber tribüne gitmeye başladık. 

Zamanla okuldaki arkadaşlarımızın yanında, tribünden tanıdığımız bir çok dost, ağabey, kardeş yer almaya başladı. Sonra tribün dostlarımızla beraber maçlara gider gelir olduk. O zamanlar için bunlar, bu kültür çok önemli şeylerdi.

Üniversiteye girdiğimde ise, ben Bilgi Üniversitesi’nde okuyordum. O vakitlerde okul içinde Fenerbahçe için örgütlenmeye, Fenerbahçeliler ile okul içinde bir arada olmaya başladık. Derken, aynı esnada kendi üniversitelerinde örgütlenen diğer üniversitelerdeki Fenerbahçeliler Birlikleri ile tanıştık. 

Sonrasında, 2001 yılıydı sanıyorum, altı farklı üniversiteden arkadaş olarak, yani altı kurucu yönetim kurulu üyesi olarak, 1907 Derneği ile beraber 1907 ÜNİFEB’i kurduk. Sonra altı kurucu üniversiteye birçok üniversite katıldı ve 1907 ÜNİFEB, bugün Türkiye’nin en büyük üniversite yapılanması durumunda. Bu anlamda 1907 ÜNİFEB’in altı kurucu üyesinden biri olduğum için de mutluyum. Gençlik yıllarımı anlatışım da üniversite ile beraber bitsin diyelim.

1907 ÜNİFEB’in kuruluş yıllarından. Kaynak: 1907unifeb.org

• 2008’de kurduğunuz dijital ajans Special Minds’da halen ajans başkanlığı görevini yürütmektesiniz. Bu süreçte kulübümüz ile ilişkileriniz ne durumdaydı, kulübümüze hangi yıl üye oldunuz? 

Ben 18 yaşıma girdiğim gibi, babam beni 18. yaş günü hediyesi olarak kulübümüze üye yaptı. Yani 2001 yılından beri kulübümüzün üyesiyim. Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası Finans Bölümü’nü bitirdikten sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde yazılım üzerine master yaptım ve sonrasında dediğin gibi, teknoloji şirketim olan Special Minds’ı kurdum.

Fakat açıkçası, şirketim ile Fenerbahçe arasında hiçbir zaman bir bağ olmadı. Sadece her Fenerbahçeli gibi, şirketimden kazandığım paraların hatırı sayılır bir bölümünü Fenerbahçemiz’in yolunda harcamışımdır. Bir de kendi işim olmasının verdiği zamansal rahatlıkla, Fenerbahçe’mizi içeride, dışarıda, yurt dışında destekleyebildiğim kadar desteklemiş, imkanım olan her zaman takımımızın yanında olmuşumdur. Zaten Fenerbahçe, hepimiz için bir yaşam biçimi. Bunlar aslında anlatılmaya gerek olmayan, normal ve doğal durumlar.

2018 yılında, dönemin başkanı Sayın Ali Koç’un oluşturduğu yönetim kuruluna girdiniz ve üç sene boyunca kurumsal iletişim bölümünden sorumlu oldunuz. Bunun yanında ilk iki senede Kadın Basketbol Şube Yardımcısı olarak görev yaparken, namağlup şampiyon olduğumuz ve Avrupa üçüncüsü olduğumuz son senenizde ise Kadın Basketbol Şubesi Ana Sorumlusu olarak görev aldınız. Fenerbahçe tribünlerinden gelen birisi olarak, yöneticiliğe geçiş sürecinizi ve o duygunun nasıl olduğunu bizlere anlatabilmeniz mümkün müdür? 

Öncelikle burada başkanımıza kendi adıma özel bir teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Bahsettiğin gibi, ben camia içinde kendi jenerasyonumdan az çok bilinen bir isimken, beni kulübümüze beni bir yönetici olarak kazandıran kişi başkanımız olmuştur. 3 Haziran 2018 seçimlerinde bana listesinde yer vererek, bana Fenerbahçe’mize yönetici olarak hizmet etme fırsatını tanımıştır.

Yönetime girdiğim ilk günlerde oldukça heyecanlıydım. Bir gün yönetim kademesinde kulübüne hizmet etmek, birçok Fenerbahçelinin hayalidir. Bir de bunu 35 yaşında, genç bir yaşta yaşamıştım. Üzerimde de bahsettiğin gibi, yönetime girer girmez, kulübün tüm iletişimi ve Kadın Basketbol Şubesi Yardımcılığı gibi iki önemli görev vardı.

Bu noktada hızlı bir şekilde, şunun farkına varmanız gerekiyor ve ben kendi adıma kısa sürede vardım diyebilirim: Duygusal olduğunuz sürece, heyecanlı olduğunuz sürece, yöneticilik işi size büyük bir olay gibi gelip ‘Ne oldum’ dediğiniz sürece camiamıza yöneticilik hizmetini doğru şekilde yapamazsınız. O gömlek, bu düşüncelerle size birkaç beden büyük gelir.

Yöneticiliği içselleştirip, normal, rutin bir olay gibi görmeniz gerekiyor ki, yönetim içi, dışı konularda, temsil ettiğiniz alanlarda, Fenerbahçe’nin en çıkarına hamleleri yapabilin, sözleri rahatlıkla söyleyebilin, herkesle doğruyu bulmak adına tartışabilin, düşüncelerinizin peşinden gidebilin. Ben bu noktada, tribünden yöneticiliğe geçişi duygusal manada ve içselleştirme anlamında oldukça hızlı şekilde gerçekleştirebildiğimi düşünüyorum.

Fotoğraf: fenerbahce.org

• 2019-20 sezonu sonlarında takımımız ligde lider konumdayken ve EuroLeague Women’ın play-off aşamasında 1-0 öne geçmesine rağmen sezon, pandemiden dolayı iptal edilmişti. Bu sezon hissettiklerinizi bizlere anlatabilir misiniz?

2019-20 sezonuna çok iyi bir planlama ile başlamıştık. O zamanki Başkanvekilimiz ve Basketbol Şubesi Ana Sorumlumuz olan Semih Özsoy ile beraber, takım menajeri değişikliği, koç değişikliği ve kadroda da çok ciddi değişikliklerle başlamış, bir önceki sezon olan 2018-2019 sezonundan daha iyi bir kadroyu da daha iyi şartlarda yaratmıştık. Yanlış hatırlamıyorsam ligde sadece Elazığ İl Özel İdare’ye yenilmiş, Avrupa’daki 14 maçta da iki üç maç dışında hep kazanmıştık. Cumhurbaşkanlığı Kupası ve Türkiye Kupası’nı da kazanmıştık. Tek hedefimiz kalan iki kulvarda da, yani ligde ve Avrupa’da şampiyonluktu.

Sonra pandemi ortaya çıktı. Hiç unutmuyorum, pandemi ortaya çıktıktan sonra ligde oynayacağımız ilk maç, ligin sonlarına doğru olan Galatasaray deplasmanıydı. Avrupa’da çeyrek finalde evimizde maçı kazanmış, üç gün sonra da Galatasaray ile ligde oynayacaktık. Avrupa maçını kazandığımız günün ertesi günü idmana gittim. Galatasaray maçına iki gün vardı. Oyuncularımıza ligde Galatasaray’ın iki galibiyet önünde olmamızdan dolayı rehavete girmemeleri gerektiğini, bu maçın her Fenerbahçe – Galatasaray maçı gibi, bizler için bir nevi namus meselesi olduğunu anlatacaktım.

Fakat idmana gittiğimde gördüğüm tablo çok feciydi. Yabancı bir oyuncumuzun dedesi Covid-19 yüzünden ülkesinde ölümle boğuşmaktaydı, teknik kadromuzdan iki kişinin ailelerinde ise çok ciddi Covid-19 vakaları vardı. Tüm oyuncu grubu ve teknik ekip farklı şehir ve ülkelerdeki yakınlarını merak ediyordu, idman yapacak durumda bile değillerdi. O tablo karşısında planladığım konuşmayı yapamamıştım. 

İki gün sonra Galatasaray’la deplasmanda oynadık ve maçı kaybettik. Aynı maçın sabahı, demin bahsettiğim yabancı oyuncumuzun dedesinin Covid-19’dan vefat ettiği haberi gelmişti. Normalde bizim oyuncularımız bilir, eğer Galatasaray’a nadiren de olsa kaybedersek soyunma odasında çok farklı konuşmalarım da olmuştur, ama o maçtan sonra soyunma odasına bile gitmedim. O günü, o ortamı, o insan psikolojilerini yaşadıktan sonra, ligin de, Avrupa’daki maçların da oynanmayacağını anlamıştım. Sonra da zaten TBF ve FIBA tarafından kararlar açıklandı.

Tabii bütün bir sezon emek verdiğiniz, sonuna kadar getirdiğiniz, ligde lider olduğunuz ve çok muhtemelen şampiyon olacağınız, Avrupa’da da Final-Four yapmanıza bir maçın kaldığı bir ortamda, tüm turnuvaların iptal edilmesi ve bir şampiyonun belirlenmemesi çok ciddi bir travma yaratıyor. Her şeyin, bütün sezon verilen tüm emeklerin boşa gitmişlik hissi…

Fakat yöneticiyseniz, o dakikada yapabileceğiniz tek şey ise, rasyonel olmak ve önümüzdeki sezonun yapılanmasına, planlamalarına başlamak, sizinle devam edecek teknik ekibi ve oyuncu grubunu ayağa kaldırıp, yeni hedeflere ikna edip, yeni bir başlangıç yaratmaya çalışmak oluyor, ki biz de bunu yaptık.

Fotoğraf: fenerbahce.org

• 2020-21 sezonunda ise takımımız ligi namağlup şampiyon tamamladı, Euroleague’de ise Final-Four’da Ekaterinburg’a elendi. 2009-10 sezonundan sonraki tek namağlup şampiyonluğumuza giden zafer yolunda yapılanları, buna karşın EuroLeague Women’ın yarı finalindeki Ekaterinburg maçında nelerin yanlış gittiğini bizlere anlatabilir misiniz.

2020-21 sezonu, benim için çok özel bir sezondu. Başkanımızın bana verdiği yetki ile, kulübümüzdeki beş ana sportif branştan birisinin ana sorumlusu olmuştum. Bu yüzden her ne kadar kulübümüzde amiral gemi futbol, ikinci önemli branş da erkek basketbol olsa da, beş ana branştan birisinin yönetiminin sorumluluğunu tek başıma üstlenmek önemli bir sorumluluktu. İletişimdeki görevimin yanında, sportif bir branşı komple yönetmek tecrübesini de edinecektim. Başkanımız sağ olsun, verdiği yetkiden sonra bize çok inandı, güvendi, her zaman onun desteğini sezon boyunca hep hissettik. 

Önce eldeki bütçemiz doğrultusunda, maliyet fayda endeksi yüksek, güçlü bir kadro oluşturduk. Kadromuza yeni katılan Kayla McBride, Satou Sabally, Jasmine Thomas, Kia Vaughn gibi oyuncularımız oldu. Türk oyuncularımızla da sözleşmelerimizi uzattık. Sezonun devre arasında da, bizzat Başkanımızın devreye girerek transfer ettiği Alina Iagupova’yı yeniden kadromuza kattık.

O sezonun başından sonuna kadar, takım menajerimiz Arzu Özyiğit ve koçumuz Víctor Lapeña ile çok iyi, güvene dayalı bir beyin takımı ortamı yarattık. Başkanımızın bana duyduğu güveni ben de onlara aktardım ve tüm teknik, idari kadro ile, oyuncularımız ile birlikte çok özel bir saha dışı kimya ortamı yakaladık. Maçları kazanırken bile, takım menajerimiz ve koçumuz ile beraber saatlerce “Nasıl daha iyi oluruz, neyi daha iyi yapabiliriz, ilk beşimizde, bench’imizde, oyun stratejimizde neleri değiştirebiliriz, nelere takviye yapabiliriz” diye, çok iyi bir fikir platformunda çalıştık. Víctor Lapeña da bu konularda çok açık bir koçtu.

Fenerbahçe gibi milyonların sevdası olan ve bu nedenle de, doğal olarak bünyemizde çalışan profesyonellerin baskı ortamını son derece fazla hissettiği bir kulüpte, sportif bir şube yönetiyor olmanın bence en önemli olayı, rasyonel hamlelerle doğru takım mühendisliğini yaptıktan sonra, takımı bu baskıdan uzak ve sağlıklı tutmak; teknik, idari kadronun ve en önemlisi oyuncuların rahat bir ortamda, kendilerine güven duyulduğunu hissederek, en fazla performansı verebilecek şekilde çalışmasını sağlamaktır. Zaman zaman, ekipte rehaveti gördüğünüz zaman, elbette gerilimi de biraz yükseltmeniz gerekir. Yani bu dengeyi ve dokunuşları doğru sağlayabildiğiniz zaman, iyi de bir takım kurduysanız zaten başarı kaçınılmazdır. Bizim de, o sezon için tüm bu ortamları hep birlikte çok iyi şekilde sağladığımızı düşünüyorum. 

Tabii bu noktada sponsorumuzu da atlamak olmaz. O sezonki sponsorumuz Öznur Kablo ve sahibi İbrahim Balarısı da tüm sezon maddi manevi desteklerini bizden esirgemedi, hatta benim Covid-19 olmam nedeniyle gidemediğim, EuroLeague Women çeyrek finalindeki Galatasaray serisine de takımla beraber gitti. Tüm bu yapılanmalar doğrultusunda da, tarihte ikinci defa ligimizi namağlup şampiyon olarak, hem de ezeli rakibimizi finalde yenerek tamamladık.

EuroLeague Women’a ve Ekaterinburg maçlarına gelince… O sezon EuroLeague’de grup maçlarında sadece ASVEL Feminin Lyon-Villeurbanne’a bir maç kaybetmiştik, onda da iki oyun kurucumuzdan Jasmine Thomas maça sakat olduğu için çıkamamıştı, Olcay Çakır Turgut da maçın hemen başında sakatlanmıştı ve biz maçı oyun kurucusuz oynamak zorunda kalmıştık. O maçın haricindeki tüm grup maçlarını kazanmıştık. Çeyrek finalde de Galatasaray ile eşleşmiş ve onları elemiştik.

Ekaterinburg maçı öncesi çok moralliydik ve takımımız, o maçı kazandığımız takdirde finali de rahatlıkla alıp şampiyon olacağımıza gerçekten inanıyordu. Ama maçtan tahminen 10 gün önce bir sabah, takım menajerimiz Arzu Özyiğit beni aradı ve sesi titriyordu, ağlamaklıydı. Ne olduğunu sordum. Jasmine Thomas, Kayla McBride ve Alina Iagupova’nın Covid-19 testlerinin pozitif çıktığını söyledi. Yıkılmıştık. Başkanımız, o günlerde kendisi de Covid-19 geçiriyor olmasına rağmen, tüm desteğini vererek, oyuncularımızı maça yetiştirmek için elinden geleni yaptı. Ama maalesef bu üç oyuncumuz maçtan sadece iki gün önce iyileşebildi, negatif test sonucu alabildiler ve sadece maçtan bir gün önceki idmanda yer alarak Ekaterinburg karşılaşmasında oynadılar.

Maça da iyi başladık, özellikle hatırladığım kadarıyla Alina Iagupova ve Satou Sabally ilk periyot bizi maçta tuttular. Sonrasında, ikinci ve üçüncü periyotların bitiminde Ekaterinburg altı yedi sayıyla öndeydi. Dördüncü periyotta, bir ara bu sayının daha da açılmasına, farkın dokuza, ona çıkmasına rağmen takımımız, aslında müthiş bir geri dönüş yaparak dördüncü periyotun sonlarında karşılaşmayı berabere getirmeyi bildi. Sonra orada maç berabereyken ve maçın ivmesi tamamen bize dönmüşken, top çevirerek boş şutu bulmak veya içeriden oynamak yerine, atağın bitimine sanırım 10 saniye kadar varken el üstünden kullandığımız bir üçlük oldu. Maçın bize dönen ivmesi, orada maalesef karşı tarafa geçti. Sonrasındaki iki hücumda da Ekaterinburg, kadın basketboluna göre çok uzun fizikli oyuncuları ile iki adet hücum ribaundu alarak bunları sayıya çevirince maçı kopardılar ve dört sayı ile kazandılar. Biz de sonrasındaki üçüncülük maçında Sopron’u yenip Avrupa üçüncüsü olduk.

Hayatta bazen insan, geçmişte yaşadığı olaylar bir kez daha tekrarlansa “Bu sefer sonuç ne olur?” diye merak eder. Acaba üç en önemli oyuncumuz maçtan 10 gün önce Covid-19 olmasa ve tam olarak hazır durumda o maça çıksaydık ne olurdu? Gerçekten bazen bunu düşünüyorum. Kim bilir, belki bu sefer dört değil, 14 sayı da fark yiyebilirdik, neticede günlük performanslara bağlı bir spor bu. Ama belki de sonuç çok başka olurdu…

Avrupa üçüncüsü Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı. Fotoğraf: fenerbahce.org

• Kadın Basketbol Şubemizde yöneticilik yaptığınız dönemin en unutulmaz iki maçını ve saha dışında yaşadığınız en ilginç iki anıyı anlatmanız mümkün müdür?

Esasında iki unutulmaz maçtan da demin bahsettim. Birincisi, geçen sezonki Final-Four yarı finali, Ekaterinburg maçı. Dediğim gibi, en önemli üç oyuncumuzun virüsten iyileşip maça sadece bir antrenmanla çıkmalarına rağmen, çok ufak nüanslarla maçı kaybettik. Ve maçı kazansaydık hepimiz biliyorduk ki, EuroLeague şampiyonu olacaktık. O maçtan sonra soyunma odasına Başkanımızla birlikte gittiğimizdeki sahneyi, tüm oyuncularımızın döktüğü gözyaşlarını ve Başkanımızla birlikte onları teker teker teselli edişimizi unutamıyorum.

İkincisi de Ekaterinburg maçından birkaç hafta sonraki, Galatasaray ile oynanan play-off final serimizin deplasmandaki son maçı, tarihimizde ikinci defa namağlup lig şampiyonluğuna ulaştığımız maç. Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi olarak, kulüp tarihimizde ikinci defa namağlup şampiyon olan takımımızla beraber tarihe geçmek benim adıma unutulmazdı.

İlginç anılara gelince, üç sene boyunca çok anımız var. Ama burada biraz esprili, ve de bir mesaj olsun diye birinci anımı farklı bir hikayeden anlatacağım: Demin de anlattığım gibi, bizim özellikle geçen sezon tüm oyuncu grubu ve teknik ekiple çok özel bir diyaloğumuz vardı. Ben onlara zaman zaman dertlerini dinleyen, çözen bir ağabey, arkadaş, gerektiğinde de bir Yönetim Kurulu Üyesi gibi yaklaşıyordum.

Ağabey olarak yaklaştığım anlardan birinde, Prag’da EuroLeague Women maç serileri için bulunurken, maç olmayan ve otelde geçirdiğimiz boş bir günümüzde, bizim teknik ve idari kadronun tamamının PlayStation’da FIFA turnuvası yaptığını ve çok iddialı olduklarını gördüm. Birbirleri ile iddialaştıkları sırada, “Beni FIFA’da yenen herkese benden Playstation 5” diyerek projeksiyon odasına girdim, bu konuda iddialıyımdır. Tabii herkes büyük bir hevesle ve heyecanla sıraya girdi, teker teker tüm ekip ile saatlerce oynadık, bazıları ile ikişer defa oynadık, ve sonunda herkesi sıraya dizerek namağlup ayrıldım. Buradan da tüm o arkadaşlara selam olsun, iyi çalışırlarsa bir gün yeniden oynarız. (gülüyor)

İkinci ilginç anıma gelince, şu hep aklımda kalmış bir olaydır: Koçumuz Víctor Lapeña’nın ülkeye geldiği ilk sezonuydu ve ilk derbisiydi. Evimizde Galatasaray ile oynuyorduk. Kadromuz da tam kadroydu, çok fazla eksiğimiz yoktu. Maçın ilk periyoduna çok iyi başladık. Birkaç dakika içinde fark sekize, dokuza çıktı. Sonra daha maçın altıncı dakikasında, bir anda yabancı oyuncularımız kenara geldi, yerlerine yerli oyuncularımız sahaya girdi. Galatasaray farkı kapadı, hatta öne de geçti sanırım. Daha ilk periyotta koparacağımız maç biraz zora girdi, bütün maç zar zor geçti ama sonunda kazandık. Ben maçtan sonra, akşam eve geldim. Önemli maçlardan sonra mutlaka maçın tekrarını, kırılma anlarını defalarca izlerdim. YouTube’dan maçı açtım, izliyorum, neden rahat kazanamadık, kendi kendime onu analiz etme peşindeyim. İlk periyotta, maçın kırılma anındaki bu değişiklikler yine dikkatimi çekti.

Koçu aradım, “Yarın sabah kahvaltı edelim, galibiyeti kutlayalım” dedim. Sabah ikimiz kahvaltıda buluştuk. Yemek siparişlerini verdik, tam ben konuya gireceğim, daha ben sözlerime başlamadan o, “Ne söyleyeceğini biliyorum… ‘Maçın ilk periyodunda o değişiklikleri neden yaptın?’ diye soracaksın. Türk oyuncular maça çok fazla motiveydi, bu bir derbi olduğu için Türk oyuncuları da maç genelinde normalden fazla oynatarak maçı o şekilde kazanmanın camiamız adına daha anlamlı olacağını düşündüm” dedi.

Ben de kendisine “Fenerbahçe – Galatasaray maçlarında istersen uzaylıları oynat, öyle kazan, kimi oynattığın umrumuzda değil, yeter ki kazan, hatta daha anlamlı olmasını istiyorsan kazanmayı bırak, atabildiğin kadar fark at” dedim… O da güldü. “Bu, benim bu ülkedeki ilk derbimdi, şimdi her şeyi daha iyi anladım” dedi, sarıldık… Sonrasında geçen sezon Galatasaray ile yedi maç yaptı Víctor, altısını kazandı.. Hatta onların evindeki bir maçta, ilk periyodu 35-8 falan önde kapattık. Kaybettiği tek maç EuroLeague Women çeyrek final ikinci maçıydı, o maça da zaten 15 sayıya yakın avantajla çıkmıştık.

Víctor Lapeña ve Metin Sipahioğlu. Fotoğraf: Burak Saltık / fenerbahce.org

• Kadın Basketbol Takımımızın bu sezonki performansına dair neler söylemek istersiniz? 

Şu anda ben yönetimde olmadığım için, kadın basketbol branşımızdan da sorumlu başka bir yöneticimiz olduğu için, bu konuyu sadece dışarıdan bir taraftar olarak gördüğüm kadarıyla yorumlayabilirim.

Aslında Mayıs ayı içerisinde, kongremiz öncesinde, biz yeni sezon için 11 oyuncu ile kadromuzu oluşturmuş ve geçen sezondan da -kağıt üzerinde- daha iyi bir kadro yaratmıştık. Fakat sonrasında, takımın önemli yeni oyuncularından gözüken Héléna Ciak, sağlık kontrolünden olumsuz sonuç almış ve Lyon’a geri dönerek orada oynama yoluna gitmiş. Bundan sonraki adımlarda da biraz domino etkisi yaşandı diye görüyorum. Fransız Ciak’ın yerine, ABD’li Elizabeth Williams geldi, ki kendisi eski oyuncumuz, sert ve pota altını özellikle savunmada karartan, ribaundları çok kuvvetli oyuncu, hem de çok iyi bir karakter. Ama o geldiği için, takımın en önemli oyun kurucusu ABD’li Jasmine Thomas listeye giremedi. Bunun yanında Satou Sabally de henüz gelmedi, sanırım sakatlığı varmış. 

Bütün bunlar üst üste gelince de, beklenmeyen bir olumsuz oyun tablosu oluşmuş gibi duruyor sezon başı için. Neticede takım, şu anda EuroLeague Women’daki maçlarda, ilk beşimizde sezon başında kafada banko yazdığınız 1 numara, Jasmine Thomas ve 4 numara Satou Sabally olmadan oynuyor. Ayrıca geçen sezonki Kristīne Vītola yerine alınan yabancı backup oyuncumuz, sezon başında sahada tahminlerin ötesinde süre aldı, Satou henüz gelmediğinden ve Kiah Stokes da geç geldiğinden. Oysa Vītola’yı upgrade etsin diye, onun yerine alınmış bir backup oyuncusuydu.

Özetle, takım bu haliyle ligi götürüyor bir şekilde, ama kadroda 1 ve 4 numara mevkilerindeki as oyuncularda sorun yaşandığından EuroLeague Women’da zorlanıyor. Burada şu analizi de yapmak lazım: Jasmine Thomas gibi cezalandırıcı ve gerektiğinde skor yapan bir oyun kurucu ve Satou Sabally gibi hem dış şutu olan hem de birebiri olan skorer 4 numaramız şu an kadroda olmadığı için, EuroLeague Women’deki rakipler diğer oyuncularımızı savunmayı riske ederek, ağırlıklı olarak tüm savunma kurgularını 2 ve 3 numara pozisyonundaki McBride ve Alina’yı savunma üzerine kuruyor, bu oyuncularımız da doğal olarak zorlanıyor.

Fakat Satou geldikten sonra, bir de yeni transfer Bria Hartley geldiğinde, eğer Hartley oyun kurucu pozisyonunu iyi oynayabilirse, takımın tamamının performansı çok artacaktır diye düşünüyorum. Burada kilit nokta, bu oyuncuların bir an önce takıma katılması ve o esnada geçecek maçlar olacak. İnşallah fazla kaybımız olmaz o aşamada. Ve dediğim gibi bence en önemli konu şu: Hartley’in kendisi için yeni bir pozisyon olacak olan 1 numarada, hücumdaki top dağıtımındaki ve paylaşımındaki yeni rolünü benimseyebilmesi ve savunmada verebileceği sertlik, EuroLeague maçlarımız için belirleyici olacak. Hartley bu yeni rolü benimseyebilirse çok faydalı olur, çünkü çok yetenekli bir oyuncu.

Netice itibarıyla, takımımızın saha dışı kimyası ve enerjisi de iyi gittiği takdirde, kadroya 1 ve 4 numara pozisyonuna katılacak oyuncularımızla, bu sezon ligde Çukurova ile final oynayıp şampiyon olacağımızı, EuroLeague Women’da ise çeyrek finale kalıp, takım tamamlandıktan sonra da rakip Ekaterinburg hariç kim olursa olsun, çeyrek finalde eleyerek Final-Four’a kalacağımızı düşünüyorum.

Fotoğraf: Burak Saltık / fenerbahce.org

• Kadın basketbol branşında ana sorumlu yönetici olarak görev yapmış biri olarak, kadın basketbolda Türkiye’nin son yıllardaki durumunu nasıl buluyorsunuz? Ve takımımızdaki Türk oyuncular çokça eleştiri alıyor, bununla ilgili görüşünüzü paylaşır mısınız?

Çok net olarak şunu ifade etmek lazım: Maalesef kadın basketbolda eski jenerasyonlardaki gibi önemli ve Avrupa ile rekabet edebilecek üst düzey Türk oyuncular şu an yetişmiyor, alttan gelmiyor. Bunun birçok sebebi olabilir. Şahsen ben bunun sebeplerini bulabilecek araştırmalara ve verilere sahip değilim. Benim alanım, görev yaptığım süre içinde, olmuş, pişmiş, takıma katkı yapacak iyi oyuncuları teknik ve idari kadromuz ile birlikte seçmekti. Neden artık eski jenerasyonlar gibi oyuncular çıkmıyor, buna ben yorum yapamam, bu konuda çalışmaları olan yetkililere sormanız daha doğru olur. Ama sonuçta gerçek olan şu ki, Türkiye’de kadın basketbolu eskiye nazaran, yerli oyuncu kalitesi ve jenerasyonu anlamında geriliyor.

Bizim takımdaki oyuncularımıza gelince… Ben de bazen sosyal medyada rastlıyorum, özellikle takımımızdaki Türk oyuncularımız oldukça fazla eleştiri alıyor. Ama bunları yazan arkadaşlara şunu söylemek isterim: Ligin kuralları gereği, Türkiye Ligi maçlarına sadece dört yabancı yazabiliyorsunuz ve en fazla üç yabancı aynı anda sahada olabiliyor. Bu şartlarda bakarsanız, şu an neredeyse tüm Türk oyuncularımız, devşirme oyuncumuz Stokes dahil, milli takımımızda oynuyor ve hepsi milli takımın önemli oyuncuları.

Yani “Kadromuzdaki bu oyunculardan çok daha iyi seviyede Türk oyuncular var da kulüp almıyor” diye bir şey yok. Maalesef şu gerçeği kabul edelim, artık kadın basketbolunda eski gücünde, yeni bir Türk jenerasyonu gelmiyor. Ligimizde de, Avrupa’da da, “game changer” dediğimiz, maça damga vuran, maç kazandıran, fark yaratan oyuncular hep yabancı oyuncular oluyor. Bir nevi yabancı oyuncuların kadar gücün oluyor. Ancak bu gerçeği kabul etmenin ışığında, lütfen biz taraftarlar olarak elimizdeki tüm değerlerimizi, sahada çubuklu forma ile mücadele eden tüm oyuncularımızı, yabancı-yerli oyuncu ayrımı yapmadan sonuna kadar destekleyelim, sahip çıkalım.

Fotoğraf: Burak Saltık / fenerbahce.org

• Ne kadar basketbol ağırlıklı bir site olsak da, kulübümüzde yöneticilik yaptığınız dönemde kurumsal iletişimden de sorumlu olduğunuz için size iletişimle ilgili de bir soru sormak istiyoruz Metin Ağabey: Biliyorsunuz, kulübümüzde sosyal medyada her zaman en çok konuşulan konulardan biri iletişim konusu. Sizin döneminizde iletişim sürecinin nasıl yönetildiğini bizlere anlatabilmeniz mümkün müdür? 

Öncelikle, Fenerbahçe gibi bir kulüpte iletişim gibi herkesin önündeki ve kulübün yüzü konumunda bir departmanı yönetiyorsanız bana göre olmazsa olmaz dört olay vardır:

Birincisi, her türlü olumlu olumsuz görüşe saygı duymak, bunlara kulaklarınızı tıkamadan yapıcı şekilde alabildiklerinizi kazanım olarak almak, ama duygusal olarak da bunlardan hiç etkilenmemek.

İkincisi, camiamızın dinamiklerine ve kurumsal hafızasına hakim, farklı görüş ve bakış açılarını barındıran bir ekiple bu işi yapmak ve alınacak kararlardan, atılacak adımlardan, yapılacak açıklamalardan önce, bu farklı bakış açılarındaki ekibin görüşünü almak ve mümkünse bir konsensusu sağlamak.

Üçüncüsü, kendi camiamızın tamamına karşı, yediden yetmişe, “Ocu, şucu, bucu” demeden, mümkün olabilen en üst düzeyde kapsayıcı olmak, Fenerbahçe Spor Kulübü kimliğinin en üst kimlik ve tabiri caizse bir “baba” konumunda olduğunu bilerek tüm camiamızın fertlerine karşı kucaklayıcı olmak.

Dördüncü ve son olarak da, camiayı temsil etmeniz gereken alanlarda iyi bir temsil kabiliyetine sahip olmak ve Fenerbahçe Spor Kulübü’nün çıkarlarını her şeyden, kendinizden de önde tutarak, bu makamlarda ana ve tek davanın Fenerbahçe davası olduğunu bilerek, gerektiğinde gözü kara olmak.

Biz Başkanımız liderliğinde ve önderliğinde, kulübümüzün kurumsal iletişimini üç sene boyunca yönetirken, bu dört maddeyi de çok iyi uyguladığımızı düşüyorum. Başkanımızla beraber, ben, Can Gebetaş ve Burcu Aydın sürekli istişare halindeydik. Başkanımız hepimizin görüşlerine, fikirlerine çok önem verirdi. Hatta bazen “Son kararı size bırakıyorum, karar sizindir” bile derdi. Tabii zaman zaman Başkanımızla birlikte yaptığımız toplantılarda, kendi aramızda hararetli fikir ayrılıkları ve tartışmalar yaşadığımız da olmuştur, çünkü bu gibi konumlarda yeri geldiğinde inandığınız doğruları sonuna kadar savunmak da gereklidir, ama hepimiz neticede aslolanın Fenerbahçe olduğunu bilirdik ve tüm fikirlerin Fenerbahçe için söylendiği gerçeği ile iletişim ailesi ortamında yolumuza devam ederdik.

Tabii maalesef üç sene boyunca amiral gemisi futbolda başarı gelmeyince camiada yüksek gerilimli genel bir ruh hali ile iletişim yapmak da çok kolay olmadı. Böyle bir iklimde kulübün iletişimini yönetmek, zaman zaman oldukça yorucuydu. Bu iklim yerine şampiyonluklarla dolu bir iklimde iletişimi yapmayı çok isterdim. 

Ama yine de görev aldığım üç seneye bakınca, haklı eleştiri konusu olan bazı hatalarımız olsa da, demin saydığım dört maddeye bağlı kalarak; gerek “28 şampiyonluk”taki iletişim stratejimizle, gerek Fenerbahçe’nin haklarını savunma noktasında rakiplerimize karşı, icabında en sert söylemleri dile getirmemizle, gerek muhabirlerimizle kurduğumuz iletişimde, gerek kendi camiamızın tamamına kapsayıcı ve kucaklayıcı yaklaşımımızla, futbolda başarının gelmediği bir iklime göre iyi bir iletişim dönemi geçirdiğimizi düşünüyorum.

Fotoğraf: fenerbahce.org

• Son olarak, bu röportajımızı okuyan biz Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir? 

Bir tane Fenerbahçe var. Biz Fenerbahçe ailesinin tüm fertleri olarak, yediden yetmişe, “Ocu, şucu, bucu” olmadan kulübümüz etrafında, “Sadece Fenerbahçe” diyerek birleşelim. Doğru bildiklerimizi de söyleyelim, yapıcı eleştirilerimizi de mutlaka yapalım. Eleştiri kültürünün camiamız içinde gelişmesi, muhakkak ki camiamızı ileri götürecektir.

Ama ne olursa olsun, birlik beraberlik içerisinde olalım. Çünkü Fenerbahçemizin yürüdüğü yollar, maalesef her zaman birçok “düşman”ın birlikte hareket ederek göz koyduğu yollar oluyor. Bu yollardan, ancak birlik beraberlik içinde yürüyerek zafere gidebiliriz. Tüm camiamıza sevgilerimi ve saygılarımı iletiyorum.

• Röportajımıza katıldığınız için size kendi adıma ve ekip arkadaşlarım adına çok teşekkür ederim Metin Ağabey. Kulübümüze kattıklarınız için size minnettarız.

Saygılarımla.

Yorum bırakın