Nalan Ramazanoğlu: “Hedefimiz Aidiyet Duygusunu Aşılamak”

Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı’nın ilk şampiyonluğunda payı olan ve günümüzde kulübümüzde Altyapı İdari Sorumlusu ve Fenerbahçe Gelişim Takımı Menajeri olarak görev yapan eski oyuncumuz Nalan Ramazanoğlu, Salon Tribünü ekibinden Aydın Şenyuva’ya oyunculuk yıllarını, altyapıdaki işleyişi ve yıldız adaylarının gelişimini anlattı.

• Kaptan, her şeyden önce röportaj teklifimizi kabul ettiğin için Salon Tribünü ekibi adına sana teşekkür ederiz. Kariyeri, Milli Takım ve Fenerbahçe’de başarılarla dolu. Yedi lig şampiyonluğun, dokuz Türkiye Kupası şampiyonluğun, altı Cumhurbaşkanlığı Kupası şampiyonluğun var. 70 kere Milli Takım forması giydin. Basketbola, altyapıda nasıl başladın? Bu süreci bizlere anlatabilir misin?

1992-93 sezonunda, açıkçası basketbolla çok fazla alakam olmadan başladım. Ablamın yönlendirmesi, arkadaşının Fenerbahçe’de antrenör olması derken, biraz da boyumun uzun olmasıyla başlayan bir serüven oldu benim için. Ben başladığımda tabii yaşıtlarımdan biraz daha gerideydim, basketbola geç başladım. Onlar Yıldız Takım’da oynuyorlardı. O arayı kapatmak için ekstra antrenmanlar yaptım, çok çalışma sürecinden geçtim. Onları yakalayabilmek için yedi-sekiz saat boyunca salondan çıkmadığımı biliyorum. Ve her zaman da bunun sonucunu aldım. Fenerbahçe maceram böyle başladı ve hala da öyle devam ediyor, basketbolcu olmasam da yönetici olarak devam ediyor.

• 1996’da altyapıdan A Takım’a çıktın. Ve 1999’da, kimseye nasip olmayacak şekilde şampiyonluk yaşadın. Bu da Fenerbahçe’nin kadın basketboldaki ilk şampiyonluğuydu ve Göksel Zeren ile gelmişti. Bu başarıyı kısaca anlatabilir misin?

1999 senesinde A Takım’a adım attım. Daha önce de A Takım’a çıkmaya başlamıştım, 1999 senesi bizim için inanılmaz bir şampiyonlukla sonuçlandı, çok önemliydi, çok özeldi. Çünkü benim A Takım seviyesindeki ilk şampiyonluğumdu. Yaşımızın küçük olmasıyla, A Takım’daki ablalarımızla beraber, inanılmaz bir atmosferde, Abdi İpekçi’de, Galatasaray’a karşı 3-2 biten bir seriyle galip gelerek şampiyon olmuştuk. O sahneler, sahanın içi, inanılmaz güzel bir taraftar, gerçekten gözümün önüne geliyor. Tüylerim diken diken oldu diyebilirim. Çok güzeldi. Orada yaşadığımız duyguların yanında, tabii ki çok büyük efsanelerle beraber bu şampiyonluğu yaşamak da ayrıca özel anlardan biri.

Yabancılardan Clarissa Davis, inanılmaz karakterli, oyunculuk kapasitesi inanılmaz derecede yüksek, bana göre gelmiş geçmiş en “parmakla gösterilecek” oyunculardan biriydi. Karakter olarak da, biz gençlere kattıkları bakımından da öyleydi. Aynı zamanda “ablalarımız” dediğimiz, o kadroda Arzu Özyiğit olsun, Serap Yücesir, Didem Akın, hepsinden öğrendiğimiz çok büyük şeyler oldu. İnanılmaz özel anlardan biridir. Burada bile anlatırken tüylerim diken diken oldu. Gurur verici.

• Genç Takım’dan adım atıp geliyorsun, çubuklu ile ilk şampiyonluk… Ben de o anda o salondaydım.

Öyle mi (gülüyor)… Genç Takım’dan geliyorsun, Abdi İpekçi’deki o atmosferi yaşamak herkese nasip olmaz. O kalabalık, taraftar, o zaman bize göre çok büyük salon, kadın basketbolu için de büyük bir adım. Fenerbahçe için kadın basketbolunda sıçrama noktasıdır, milattır. Ondan sonra da başarılarla devam etti.

• Caferağa’da, altyapı ve A Takım seviyesinde senelerce maçlar oynadın. Caferağa senin için nasıl bir salondu, nasıl anlatırsın?

Caferağa Spor Salonu, aslında sadece Fenerbahçeli oyuncular için değil… Basketbolun içinde olan kiminle konuşsam, herkes için çok özel. Yıllarca orada oynadık, salon küçük ama oradaki atmosfer çok özeldi. Çok özel bir taraftar grubumuz vardı. Her maç gelip destekleyen, maçın seyrine değişik anlamlar katan bir taraftar grubumuz vardı. İnsanlar “küçük salon” deyip geçiyor ama ben orada hala çok güzel maçların oynanabileceğini düşünüyorum. Orada o ruh kaldı mı? Çok bilmiyorum ama tekrar kullanılabileceğini düşünüyorum. Orada altyapılarla oynadığımızda bile, tekrar gittiğimde o eski canlılığı, eski günleri hatırlıyoruz. O canlılık kalmadığı için de üzülüyoruz, içimiz buruk oluyor.

Bu sene orada EuroLeague Women’ın grup maçları oynanmıştı, biz organize etmiştik, orayla ilgilenirken bunları tekrar yaşadım. Oranın en büyük özelliği de Kadıköy’ün merkezinde olması, oradan geçen herkesin basketbol izlemek için mola verdiği özel bir yer olması. İnşallah tekrar eski günlerine kavuşur. Evet, şimdi salonda kitleler çok arttı, taraftarlar özellikle, belki salonun içi günümüz basketbolu ve takımları için artık çok elverişli değil ama tekrardan bir şekilde canlandırılabilir. Umarım da kimse dokunmaz.

• Caferağa’daki atmosferi Ataşehir ile kıyaslayabilir misin?

Oranın atmosferi her zaman çok daha farklı. Biz hep ilki yaşadığımız için diye düşünüyorum ama ambiyansından tutun, biz oynarken olan taraftar grubuna kadar… Oranın öyle bir atmosferi vardı.

Fenerbahçe – Beşiktaş, 2 Mayıs 2005, Caferağa Spor Salonu. Kaynak: twitter.com/FBTarihiOrg

• 1999’dan sonra, kariyerinin sonuna dek Zafer Kalaycıoğlu ile çalıştın. Ona dair neler söylersin?

Zafer Kalaycıoğlu, antrenör olarak benim basketbolda ileriye gitmemdeki dönüm noktalarından birisidir. Zafer Ağabey ile ilgili şunu söyleyebilirim: Çok iyi bir koç olduğunu söylemeye gerek yok diye düşünüyorum. Onun yanında, takım içindeki atmosferi idare etmesi, diyaloglardaki iletişimi, her şeyiyle özel bir koç benim için. Benim hayatımdaki yeri de farklı. Çünkü ben basketbola ilk başladığımda boyumun uzun olmasından dolayı uzun oyuncu olarak oynatılıyordum. Zafer Ağabey, gelmesinden sonra beni forvete çekmeye başladı. Evet, bu biraz zor oldu ama şutumu geliştirerek, o ekstra çalışmalarla şutör oyuncu pozisyonuna geçtim. Belki de basketbol kariyerimin uzamasındaki en büyük şeylerden birisi olabilir. Zafer Ağabey, basketboluma dokunduğu nokta olarak, antrenör olarak, insan olarak çok sevdiğim birisidir. Hem yabancılarla, hem Türklerle… Arada bir antrenör olarak biz oyuncuları çıldırtsa da, gönül almayı da bilirdi. Hala da görüşüyoruz zaten.

A Takım ile ilgili paylaşabileceğim özel anılardan ilki, 1999’daki şampiyonluk. İlk olmasının da özelliği var. Onun dışında İtalya’da Avrupa Kupası’na, Final-Four’a katılmıştık. Orası şöyle özel: Evet, bizim için üzücü şekilde bitmişti, sonu güzel olmadı, daha önce Türkiye’de de katıldık ama ikinci olarak bitirdik. O zamanki fotoğraflara baktığımızda ağlamışız, üzülmüşüz ama sonuçta Avrupa ikincisi olmuşuz. Yaş biraz daha geçince “Aslında ne kadar güzel şeyler yaşamışız” diyorum, daha rahat görüyorsun. Çok güzel bir an. Belki de Türklüğün verdiği bir şey, ikinci olunca ağlıyoruz, şampiyonluğu kaçırmışız, içgüdüsel olarak madalya töreninde gözler şişmiş… Ben bunu çözememişimdir: Yabancı takımlar ikinci olunca sevinir, güler, eğlenir; biz üzülürüz, ağlarız. Şimdi baktığımda, ne kadar özel bir an olduğunu görüyorum. O sahnede üzülmüş olsam da, benim için mutlu anlardan birisiydi.

• Mesela voleybolcular ikinci oluyorlar, büyük gururla seviniyorlar…

Evet… Bilmiyorum, belki biraz -kendi adıma diyeyim- hırs, içgüdüsel… Yoksa kimse ikinci olduk diye bize bir şey demez. Belki de yapamamanın verdiği bir şey olabilir. Sonuçta büyük bir başarı. Geriye döndüğümüzde, ağladığımız ve üzüldüğümüz birçok şeyden zevk almak, onların tadına varmak gerek diye düşünüyorum.

• Döneminin en değerli isimlerinden Cappie Pondexter için neler söylersin?

Cappie Pondexter, çok değerli bir oyuncu. Bizim için de, Fenerbahçe için de çok anlamlı bir oyuncu. Bize ilk geldiğinde çaylaktı. İnanılmaz işler yaptı. Çalışmayı çok seven, hırslı, buraya adapte olup içimizdeki bir Fenerli gibi davranan, Fenerbahçe’ye bir şey söyleyenlerle tartışan, kavga eden hırçın bir çocuk gibiydi. Bir Amerikalının böyle bir şeye bürünmesine, Fenerbahçe’yi bu kadar içselleştirmesine çok şaşırmıştık. O, Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en değerli oyuncularından birisi. Çıkış yakaladığımız dönemlerdeki hırsı, oyunu hiçbir zaman bırakmaması, onu izleyen herkeste etki yaratmıştır diye düşünüyorum. İnanılmazdı. Oyunu sonuna kadar bırakmayan, sahada her şeyi yapan, sahanın her yerinde olan, koşan, zıplayan, savunma yapan, savaşan bir oyuncuydu. Bence Fenerbahçe için değerli yabancı oyunculardan biriydi.

• Basketbolu bırakmanızın ardından, şu anda Fenerbahçe altyapısında idareci olarak görev yapıyorsunuz. Bu sürece dair neler söylersiniz?

Basketbolu 2009 yılında, Fenerbahçe’de bıraktım. Bıraktıktan sonra uzun süre ara verdim. Yaklaşık üç sene önce, başkan Ali Koç’un gelmesi ile beraber, daha sonra Arzu Abla’nın şubeye gelmesiyle beraber bana altyapı sorumlusu olarak çalışmam için bir teklif geldi. Ben de açıkçası hiç düşünmeden kabul ettim. Altyapıların yeri bende farklı, çünkü ben de Fenerbahçe’nin altyapısında başlayıp, altyapısında oynayıp, burada bırakan bir sporcuyum. Belki de bunu yapan tek sporcuyum. Şimdi böyle olunca, hiç konuşmadan kabul ettim. Neler yapabiliriz, bunu düşünmeye başladım.

Altyapının geçmişi ve bugün arasındaki farklılıklar neler? Ben geldiğimde aradaki fark şuydu: En büyük hedefimiz çocuklara aidiyet duygusunu aşılamak oldu. Fenerbahçe’yi gerçekten benimsemelerini, hazmetmelerini sağlamak. Bu nasıl oldu? Benim zamanımda bunlar biraz daha farklıydı ama şimdi şu var: Yabancı oyuncu sayıları arttı, hedefler yukarıda, A Takım seviyesinde hedefler yükseldi, dolayısıyla süre alma eksikliği var. Altyapıdan oyuncu çıkmış, çıkmamış, bugüne kadar kaç yıllık bir periyot var… Başkan ile beraber en büyük şeyimiz bu. Fenerbahçe Gelişim takımımızın da amacı bu zaten. Önce en miniklerden başladık.

Bizim altyapıda şöyle bir şeyimiz var, açıkça söyleyeyim: Altyapıda maça çıktığımızda 20-30 farkla öndeyiz, evet, elimizde çok iyi jenerasyonlar var ama kenarda hiç oynamayan çocuk var. Biz oradan başladık. Antrenörlerle toplantılar yaptık. O çocuğun kenarda otururkenki hissiyatını da biliyorum, anlıyorum, oradan çıkıp gittiğindeki hissiyatını da anlıyorum. Tamamen bu tip şeylere kanalize olduk. Bunları antrenörlerle paylaştık, onlara anlattık. Çünkü bunu en iyi ben biliyorum, oranın içindeydim. Ondan sonra bir takım ruhu oluşmaya başladı. O eski şeyi toparladık ve o ruh, altyapıdaki tüm takımlarımızda var. Elimizden geldiğince minik maçlarına da gidiyoruz, sahaya çıkıyoruz, onlara onu aşılamaya çalışıyoruz, konuşuyoruz ve artık hakikaten biraz aile gibi olmaya başladık. Çocuklar bizlerle her şeyi paylaşmaya başladı, diyalog kurmaya başladı.

Fotoğraf: fenerbahce.org

Ondan sonraki nokta ise Fenerbahçe Gelişim takımı. Gelişim takımının en büyük kuruluş amacı şu: Türkiye’de baktığımızda iki tane gelişim takımı var: BOTAŞ ve biz. Bizim gelişim takımımız, tarihte ilk defa geçen sene play-off’a kalmayı başardı. Buradan, yönetimin de desteğiyle A Takım’a oyuncu çıkarmak istiyoruz. Bunu başkan da bana soruyor, “Kimler çıkıyor, nasıl gidiyor?” diye diyalog kuruluyor. Şimdiki yöneticimiz Kemal Bey (Danabaş) de öyle. Takımın tüm maçlarını takip ediyor, Federasyon Kupası’nda telefonla arayıp soyunma odasında çocuklarla konuşuyor, antrenmanlarımıza geliyor… Bunlar, onlar için çok önemli şeyler. Mesela geçen sene Duygu vardı, kiralık verdik. Bu sene de Gelişim takımımızı iyice küçülttük, dışarıdan bir tane oyuncu transfer ettik, o da yaşı bize uygun olan Selin. Onun dışında, hep 2005’lilere kadar oyuncumuz var. Şu anki periyotta, Amerikalı oyuncumuzun (Shelby Cheslek) sakat olmasından dolayı Elif İstanbulluoğlu, bizim en büyük kazanımımız. Şu an KBSL’de veya TKBL’de 2005’li oyuncu oynatan kulüp yoktur diye düşünüyorum. Geri kalanlar çoğunlukla 2004 ve 2003 doğumlu, yani gitgide küçülüyor.

Çocukların burada A Takım’a adapte olması adına sistemi de oturtmaya çalışıyoruz. A Takım’daki çalışma sistemi ve düzen neyse, Gelişim takımında da aynı şekilde ilerliyor, ki çocuklar o adaptasyonu daha kolay geçirsinler diye. Yoksa sekteye uğruyorlar. O yüzden Gelişim takımının da önemi çok fazla. Sonuçta 1. Lig’de mücadele ediyorlar. Çok zor, sert bir lig. O yüzden çok güzel tecrübeler kazanıyorlar. İnşallah istediğimiz gibi hedeflerimize ulaşıp, buradaki çocukları A Takım’a adapte edip, yukarı doğru çıkarız.

• Peki, sizce bu iş yabancısız olur mu?

Biraz zor, şöyle: Şu anki gidişatta bir yabancıya ihtiyaç var, çünkü her takımın yabancıya ihtiyacı var. Sadece Gelişim takımı olarak düşünmeyin, biz A Takım’a üç tane oyuncu veriyoruz, yeri geliyor, eksik çıkıyoruz. Bu çocukların yarısı, aynı zamanda BGL’de de oynayacak. O da deplasmanlı bir lig. Yani biz böyle oradan oraya, oradan oraya giderek oynatıyoruz, eksiklerle gidilecek maçlar da var. Mücadele ederler ama en önemlisi şu: Çocuklar tecrübe kazanırken, hedef düşmemek ki bu ligde tecrübe kazansınlar. Bir alt lige düşersek, bu çocuklar tecrübe kazanamaz. O yüzden de tüm takımlarda olduğu için, bir yabancı oyuncu şart.

Ama Shelby için bir parantez açabilirim: Gördüğüm en iyi yabancı oyunculardan birisi. Basketbolu ile ilgili herkes yorum yapabilir ama karakter olarak bence tam bir Gelişim takımı yabancısı. İki senedir bu çocukların parlayıp oynamasının en büyük nedenlerinden birisi de odur. Amerikalı veya yabancı oyuncular kendilerini ön planla çıkarmayı ister ama onda öyle bir şey hiç yok. Yanındakiler, geçen sene Merve Arı, TKBL’nin en skorer oyuncusu olup Bursa’ya gitti. İrem Sözen, Duygu Özen… Baktığımızda hepsi 2001’li, 2002’li. Çok iyi sezonlar geçirdiler. Saha içinde ve dışında, hepsine çok yardımcı oluyor. İnanılmaz karakterli bir oyuncu.

Fotoğraf: fenerbahce.org

• Altyapıdaki oyuncuların antrenman ve okul ilişkisini nasıl sağlıyorsunuz?

Bir kere, ben göreve geldiğimden beri olmazsa olmaz olan şey, okul. Bir kere her çocuk okuyacak, okuluna gidecek. Burada hepsinin sporcu olarak çıkmasının mümkünatı yok. Okullarını okuyup, o bileziklerini kollarına takmak zorundalar. Altyapı sporcularının okullarına gidip gitmemeleri ile ilgili biraz sıkıntılar vardı, şimdi hepsini sisteme soktuk. Düzenli olarak okullarına gidiyorlar, WhatsApp gruplarımız var, okuldan takiplerini de yapıyoruz. Biraz zor oluyor, biz de bu zorluğu yaşadık. Sabah kalkıyorlar, okula gidiyorlar, okuldan çıkıp antrenmana geliyorlar, akşam ders yapıyor, yatıyor… Bu yüzden hem uyku düzenlerine, hem de beslenmelerine çok dikkat etmeleri gerek.

Biz antrenman saatlerini ayarlamaya çalışsak da, okul saatleri dışında antrenman yapmamız gerekiyor. Burada çocuklarla iletişimi sağlıyoruz, onlara beslenme ile ilgili kısımları anlatıyoruz. Ailelerinin de onları gözlem altında tutması gerek. Minik takımlar daha geç saatte uyanıyor, kursları olanlar oluyor, daha geç saatte geliyorlar ama sistem, hep bu şekildeydi. Biz sadece çocukları biraz bilinçlendirmeye çalışıyoruz, burayı nasıl yönetebileceklerini anlatmaya çalışıyoruz. Anlattığımız şeyleri anlıyorlar, bazısı geç anlıyor, bazısı iş işten geçtikten sonra anlıyor, özveri lazım.

• Covid-19 pandemisinden dolayı, jenerasyonlarda büyük erime yaşadık. Bu erozyon bizi ne kadar etkiledi?

Pandemiden dolayı ülke sporunda ve basketbolda, jenerasyonlarda kayıplar oldu. Bizi de etkiledi, şöyle etkiledi: Biz pandemi sezonunda altyapılarda olsun, Gelişim takımında olsun, İstanbul liglerini tamamlamıştık. Genç Takımımız İstanbul Ligi’ni namağlup bitirdi, Yıldız Takım ikinci oldu, Küçük A-B, Minikler… Hepsi çok iyi yerlerde bitirdiler. Türkiye Şampiyonası’ndan çok iyi şeyler bekliyorduk, hedef o doğrultudaydı. Ama “Her şeyin başı sağlık” dedik ve orayı geriye attık.

Ondan sonraki süreçte… Biz biraz da alt jenerasyonları üstlerde de oynatmaktan yanayız. Çocuklar üstte oynattığımız için çok bir şey kaybetmediler ama kendi yaş gruplarını kaçıran oyuncular oldu. Yani 2002 jenerasyonunda büyük kayıp oldu. Geçen sene BGL kuruldu ama orada da bir oyuncuya izin verdiler. Bizde şöyle bir şey vardı, 2002’lileri Gelişim takımında oynatıyorduk. “Bu bizi ne kadar etkiledi?” derseniz, “O sene altyapıda alacağımız şampiyonlukları etkiledi” diyebilirim. Sağlık olsun, önümüzdeki senelere bakacağız.

2019-20 sezonu Federasyon Kupası şampiyonu Fenerbahçe Gelişim. Fotoğraf: fenerbahce.org

• Altyapıdaki en üst takımımız, Fenerbahçe Gelişim, yoluna başarıyla devam ediyor. A Takım’a son olarak Olcay’ı kazandırdık, takımın başında Alper Koç var, çok değerli bir altyapı hocası. A Takım’ı zorlayacak, güçlü karakterli oyuncularımız var mı? Gelişimlerini yukarıya çekiyorlar mı?

Gelişim takımının asıl amacı, A Takım’a oyuncu çıkarmak. Ve bu bence çok değerli. Geçen sene takımın başında Ömer Buharalı vardı, bu sene Alper Koç var, ikisi de altyapılar için çok değerli hocalar. Gelişim takımımızın oyuncuları üzerinde şöyle bir şeyimiz var, biz çocukların bireysel gelişimleri ile uğraşıyoruz. Bir takım olsak da, takım antrenmanlarının dışında özel idmanlar, bireysel idmanlar var. Bunların hepsinin programı, Alper ve diğer altyapı antrenörlerinin desteğiyle hazırlandı. Birebir şekilde sabah programları oluyor, akşam takım idmanları oluyor…

Bizim hedefimiz maç kazanarak ligde kalmak ama çocukların bireysel gelişimlerini sağlamak. Geçen seneden Merve Arı’nın gelişimi, Duygu Özen, Merve Arı, İdil Saçalır, bu sene Doğa Adıcan, Banu Şimşek, Ayşe Yılmaz… Hepsi çok farklılık gösteriyor. Bizim amacımız, çocukların bireysel gelişimlerine katkı sağlayarak yukarıya çıkmak. O yüzden de Alper bizim için çok önemli ve değerli bir koç. Çalışma arkadaşım, onun da emeklerine sağlık.

• Kadın basketbolda özellikle oyun kurucu ve pivot pozisyonlarında oyuncu bulma ve yetiştirme konusunda sorunlar var diye düşünüyorum. Senin düşüncen nedir?

Basketbolda oyun kurucu yetiştirmek… Bir kere şu bir gerçek, oyuncu yetiştirmede altyapı antrenörlerinin çok özverili, içten, isteyerek çalışmaları gerek. Yeni jenerasyon koçlarda, ben bunu açıkçası çok fazla göremiyorum. Altyapı antrenörlüğü, çok farklı bir şey. Gecesini gündüzüne veren, oyuncunun her şeyi ile ilgilenen birisi olmalı. Şöyle söyleyeyim, pivot pozisyonunda oyuncu bulma sıkıntısı var, çünkü -üzülerek söylüyorum- voleyboldaki başarılar ve popülerlik, biraz uzun olan çocukları o tarafa yöneltiyor veya çekiyorlar.

Biz bu konuda mümkün olduğu kadar araştırma yapıyoruz, Türkiye çapında çalışıyoruz. İnşallah kadın basketbolu da hak ettiği, yükselişe geçtiği eski dönemlerine geri döner ve kız çocuklarında tekrar basketbola yönelme trendi başlar. Oyuncu bulma konusunda sıkıntı var, yetiştirmede de çok özverili olmak lazım. Bizim şu anda bu konuda sorunumuz yok. Bizim altyapı antrenörlerimiz hakikaten gece gündüz, 7/24 çalışıyor. Yeri geliyor, hiçbirimiz izin yapmıyoruz. Güzel bir ekibimiz var, hepsinin emeklerine sağlık, buradan onlara teşekkür ederim.

Aydın Şenyuva ve Nalan Ramazanoğlu.

• Son yıllarda ABD’ye altyapıdan çok fazla oyuncu gitti. Fenerbahçe’den giden Zeynep Şevval Gül, potansiyelli bir isim. Kendisinin Fenerbahçe’ye dönmesi mümkün mü?

Son senelerde altyapıdan Amerika’ya çok oyuncu gitti. Bu sadece bizden kaynaklanmıyor, genel olarak böyle. Çünkü artık çok kolaylaştı. Eskiden Amerika’ya gitmek, orada oynamak ve okumak çok kolay değildi. Şu anda daha kolay ve çocukların kafasındaki şey, zamanı geldiğinde gitmek. Denemek istiyorlar, belki de haksız değiller. Orada farklı vizyonlar görebilirler. Ama gittiklerinde nasıl döndükleri de önemli. Bunların arasında altyapımızdan Şevval Gül var. Potansiyeli çok yüksek, bu sene A Milli Takım’ın kadrosuna da geldi. Onunla yazın burada antrenman yapıyoruz.

Kulüp olarak şunu düşünüyoruz: Bu çocuklar, Amerika’ya gitseler de bizim çocuklarımız. İstedikleri zaman bizimle antrenmanlara katılabiliyorlar. Şevval ile de öyle tanışmıştım. Çok iyi, potansiyelli bir oyuncu. Dönüşte Fenerbahçe süreci olur mu? Fenerbahçe’den başka bir yer olmaz diye düşünüyorum. Buradan çıkmış, Fenerbahçeli bir çocuğun, Fenerbahçe gibi Avrupa’nın üst sıralarında olan bir takıma dönüşü güzel olur. İnşallah okulunu bir an önce bitirir, iki senesi var. İnşallah döner ve altyapıdan bir oyuncu daha verdiğimiz için mutlu oluruz.

• Bizlere vakit ayırdığın için sana çok teşekkür ederiz, başarılar dileriz.

Sağ olun, ben teşekkür ederim.

Yorum bırakın