Rıza Erverdi: “Önemli Olan, Başarıyı Tekrar Etmek”

1985-86, 1986-87 ve 1987-88 sezonlarında Fenerbahçe’mizi çalıştıran eski başantrenörümüz Rıza Erverdi, Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran’a koçluk kariyerini, sarı-lacivertli çatı altındaki günlerini ve Türk basketbolunun o yıllardaki koşullarını anlattı.

• Değerli Rıza Ağabey, öncelikle hoş geldiniz. Salon Tribünü ekibi adına, röportaj teklifimizi kabul etmenizden dolayı size teşekkürlerimizi sunarız.

Ben teşekkür ederim. Onur duydum.

Eski bir koç olarak, basketbola adım atma ve antrenörlüğe başlama sürecinizi anlatabilir misiniz?

Ben 1953 Ankara doğumluyum. Basketbola her çocuk gibi, yaşadığımız mahallede başladım. Babam devlet memuru olduğu için Saraçoğlu Mahallesi’nde yaşardık ve rahmetli kardeşim Osman Erverdi ile beraber sokağımızda oluşturduğumuz pota, ilk basketbol deneyimimizdi. Namık Kemal Ortaokulu takımı ve Bahçelievler Cumhuriyet Lisesi takımlarında da oynadım.

Fakat ilk ciddi başlangıç, 1969 yılında Prof Dr. Rüştü Yüce (A Milli Erkek Basketbol Takımı eski antrenörü ve ODTÜ İnşaat Mühendisliği Dekanı) tarafından 1969 yılında kurulan ODTÜ Spor Kulübü Yıldız Takımı elemelerini kazanmamızla oldu. Bu dönemde Erdal Özbıyık, Cihangir Özer ve Ünal Özüak, antrenörlerim oldu. Beş sene boyunca ODTÜ altyapısı ve A Takımında yer aldıktan sonra, takımımızın 1. Lig’e çıkmasından sonra transferler yapılınca kadroda yer almak zor olmuştu. Basketbolu da çok seviyordum ve başka bir kulübe gitmeyi içime sindiremiyordum. Kulüp yöneticilerimizin de teşvik etmesi sonucunda, ODTÜ Minik Takımı’nı çalıştırmaya başladım. Bu konuda bana en büyük desteği sevgili ve rahmetli kardeşim Osman Erverdi vermişti.

1974’ten 1978’e kadar, ODTÜ Yıldız ve Genç takımlarını çalıştırdım. Her sene Ankara birinci veya ikincisi oluyor, Türkiye’nin ilk üçünde yer alıyorduk. Efes Pilsen Spor Kulübü, 1978 yılında kurulmuştu ve 1. Lige terfi etmişti. Ben de ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nü bitirmiştim. Efes Pilsen’i -o yıllarda adı Anadolu Efes değildi- Faruk Akagün çalıştırıyordu. Asistan koç olmam ve Genç Takım antrenörlüğü yapmam için bana teklif yaptılar ve ben de 25 yaşımda İstanbul’a transfer olmuş oldum. 1979 senesinde A Takım antrenörü oldum, Türkiye ikincisi olduk. 1983 senesinde şampiyon olan Efes Pilsen takımının antrenörüydüm.

1982-83 sezonunda Efes Pilsen. Kaynak: twitter.com/basketbolarsiv

• Fenerbahçe’mize 1986 yılında gelişiniz nasıl gerçekleşti, ilk sezonunuz nasıl geçti?

Fenerbahçe Spor Kulübü’ne ilk gelişim, 1986 yılında koç Faruk Akagün’ün istifası sonrası olmuştu. O yıllarda Fenerbahçe’nin antrenman yapabileceği bir salonu yoktu. Takım, bazı idari ve maddi sorunlar içindeydi. Antrenmanlar Marmara Üniversitesi’nin Göztepe Kampüsü’ndeki çok bakımsız spor salonunda oluyordu. Zemin çok kötüydü, salonun camları kırıktı. Kışın çok soğuk oluyordu. Yabancı oyuncular maçlara çıkmak istemiyorlardı.

İlk dönemlerim bu sorunları çözmekle geçti ve problemler çözüldükçe iyi basketbol oynamaya başladık. Muhteşem seyircimiz, bizi hiç yalnız bırakmadı. İyi bir başlangıç yapamadığımız sezona, kıl payı farkla play-off’a giremeyerek fakat birçok maçımızı kazanarak son verdik.

Bu sezonda neler yanlış gitmişti?

O zamanların Türkiye’sinde ülkemizin her konusu, tam bir az gelişmiş ülke koşullarındaydı. Türkiye Basketbol Federasyonu’nu 3 kişi idare ederdi, bu üç kişi ne derse o olurdu. Başarılı olabilmek için, bu üç kişi ile iyi geçinmek gerekirdi. Yaramazlık yapanlar sevilmezdi. “Sen de uslu ol, seni de bir gün kollarız” mavi boncuğu dağıtılırdı.

Sporda başarılı olabilmek için kulüp organizasyonu çok önemlidir. O yıllarda basketbol bütçesi ve şube yönetimi, kulübe külfet getirdiği için mali gücü iyi olan Fenerbahçeli iş insanlarına verilirdi. Onlar da iyi niyetlerine rağmen spor organizasyonunu iyi bilmedikleri için çok sıkıntı yaşanırdı. Yalnız şunu çok iyi hatırlıyorum ki, ben göreve geldikten sonra sorunlar çözülmüştü ve bir küme düşme sıkıntısı yaşanmamıştı. Play-off’a girmemiz kıl payı kaçmıştı.

1987-88 sezonunda Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı. Koç Rıza Erverdi, ayakta olan sıranın ortasında. Kaynak: Koray Gürtaş arşivi

• 1987-88 sezonunda, uzun bir aradan sonra basketbol şubemize gereken bütçeyi ayıran yönetimimiz, şampiyonlukta iddialı bir takım yarattı. Ancak bir son saniye üçlüğü ile yarı finalde play-off dışı kalan takımımız, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı da Eczacıbaşı’na kaptırdı. Bu sezonu ve kaybettiğimiz Çukurova maçını bizlere anlatabilir misiniz?

1987-88 sezonunda, daha önce hep yarı sezonda geldiğim kulübümde ilk defa sezon başında görevi almıştım. Bir önceki iki sezonda, daha önce söylediğim gibi Faruk Akagün ve Fehmi Sadıkoğlu’ndan görevi yarı sezonda teslim alarak ligi tamamlamıştık. İlk sezonumdu Fenerbahçe’de. ABD’li oyuncumuz Pete Williams’ı seçtiğim, yardımcı antrenörüm Çetin Yılmaz’ı seçtiğim, artık bize ait olmasa da antrenman yapabildiğimiz bir spor salonumuzun (Caferağa Spor Salonu) olduğu bir sezondu.

Erman Kunter’i transfer etmiştik. Doğan Hakyemez menajer, Halil Dağlı şube sorumlusuydu. Çok iyi bir sezon geçirmiştik fakat kadro derinliğimiz fazla geniş değildi. O sezonu şampiyon olarak bitiren Eczacıbaşı’nı, karşılaştığımız her maçta yenmiştik. Yarı finalde karşılaştığımız ve Halil Üner’in çalıştırdığı Çukurova’yı geçersek şampiyon olacağımıza çok inanıyorduk. Çünkü finaldeki rakibimiz Eczacıbaşı, bizim kolay alt edebildiğimiz bir takımdı.

O zamanlar maçlar Spor ve Sergi Sarayı’nda oynanırdı. Salon tamamen doluydu fakat maç öncesi rakip takım, suni bir olay yaratarak “Sahadan çekileceğiz’” tehdidinde bulundu. Seyirciyi çok tahrik ediyorlardı. Biz işi gücü bırakmış, taraftarımızı sakinleştirmeye çalışıyorduk. Maça istediğimiz gibi başlayamadık. Takımı o günlere taşıyan Aliço (Ali Limoncuoğlu), Fatih Özal bir türlü şut sokamıyorlardı. Türkiye sayı rekorunu o sezonda, bir maçta attığı 153 sayı ile kırmış olan oyuncumuz Erman Kunter, bir türlü istediği oyunu ortaya koyamıyordu. Yine de maçın son 10 saniyesine bir sayı farkla önde girmiştik.

Statü gereği üçüncü maç, yine İstanbul’da oynanacaktı. Elenmek hiç aklımıza gelmiyordu. İlk maçı Mersin’de Çukurova, bir basket ile kazanmıştı. Artık üçüncü maça gidiyordu yarı final, ve maçın bitimine bir saniye kala yarı sahada top, Çukurova’lı Larry Spriggs’teydi. Ne yazık ki oradan savurduğu top, sayı oldu ve 2-0 geriye düştüğümüz seride play-off’tan elendik. Çok üzülmüştük tabii. Taraftar çökmüştü. Sporun acı kaderiydi: Bazen hep kazanırsın, ne yazık ki o gün kaybetme günüydü.

• 1988-89 sezonunda ise TBF’nin Galatasaray’a ayrıcalıklı davranıldığını öne süren kulüpler, sezon öncesi eleştiri getirdi ve durumun devam etmesi halinde milli takıma oyuncu vermeyeceklerini duyurdular. Gergin başlayan sezonun başından itibaren sakatlıklarla boğuşan takımımız, play-off’a çeyrek finalde veda etti. Bu sezonun perde arkasında neler yaşandı?

Yine aynı sezon, gruptaki son maçlar öncesi Efes Pilsen birinciliği ve yarı finali garantilemişti. İkinci yarıda, finalist olmak için Beslen ve Fenerbahçe yarışıyordu. Son maçta Beslen’in favori olan ama kendisini hiç zorlamayan Efes’i yenerek yarı finale çıkması şüphe uyandırdı ve Fenerbahçe’nin tepkisini çekti. Yaptığınız açıklamada, sistemin yanlışlığından yakınarak “Beslen’i yenen bir takımın yarı finale çıkamaması çok saçma. Çünkü sistem yanlış. Maçlar iki devre olsaydı Efes Pilsen bu kadar rahat oynayabilir miydi?” demiştiniz. Ayrıca bu süreci bize anlatabilmeniz mümkün müdür?

Maalesef yine ayak oyunları ve entrikaların bol olduğu bir dönemdi. Detaylarına ve ilişki ağlarına burada girmek istemediğim o dönemde, federasyonun yanlışlarından birisi daha yaşanmıştı. Birinciliği garanti etmiş olan Efes Pilsen, Beslen Makarna maçına asılmamış ve daha tehlikeli, güçlü taraftar desteği olan Fenerbahçe’yi Ankara’da oynanan yarı final elemelerinde saf dışı bırakmıştı.

Yine o sezon, Koraç Kupası’nda Kızılyıldız’a her iki karşılaşmada yenilerek kupaya erkenden veda ettik. Kızılyıldız’a elenmemizin sebebi neydi?

Bu konuya Fenerbahçe açısından değil, Türk basketbolu açısından bakmak istiyorum. 70’li ve 80’li yıllar, Türkiye takımlarının Avrupa takımları ile baş etmekte zorlandığı yıllardı. Turgay Demirel federasyonu ile Türk basketbolunda başlayan yükselme süreci ile, takımlarımız Avrupa takımları ile başedebilir hale geldiler. Ülkemize gelen yabancı oyuncuların kalitesi arttı, kulüplerimiz salon sorunlarını çözdüler, daha iyi çalışma koşullarına sahip oldular. Bu sebeplerle konuyu “Neden Kızılyıldız’a iki maçta birden kaybettik?” sorusuna indirgemek istemiyorum. Bir de geçmiş zaman, 35 sene önceki maçları anımsamakta zorlanıyorum.

Kaynak: basketfener.blogspot.com

Fenerbahçe’mizde geçirdiğiniz süre zarfında, saha dışında ve dışında unutamadığınız bir an olmuş muydu?

Tabii ki olmuştu. Fenerbahçe, her sporcunun ve her antrenörün görev almak istediği bir kulüptür. Sayısız anı biriktiriyor insan.

Kulüp şube başkanı Fazıl Tokatlı, Halil Dağlı, Doğan Hakyemez ve ben; hep birlikte ABD’li oyuncu seçmek için Los Angeles’a gitmiştik. Orada gece 12.30’da, parkta Fenerbahçe – Galatasaray maçı yapmıştık. O zamanki Galatasaray antrenörü rahmetli Nur Germen ve Jack Avina’nın oğluna karşı Fenerbahçeli oyuncu olarak maç kazanmak, çok hoşuma gitmişti.

• Galatasaray, Beşiktaş ve Efes Pilsen ile oynanan maçlar, camiamız için her zaman önem taşır. Bu maçlara nasıl hazırlanıyordunuz? Bir antrenör gözüyle sizden dinlemek isteriz.

Bu tür maçlar, tabii ki teknik kadro ve oyuncular için farklı bir öneme sahip maçlardır. Seyirci bu galibiyetlere çok önem verir ve galibiyet ister. Takımı çok iyi motive eder. Ben 70 yaşına gelmiş emekli bir spor adamı olarak, şimdi farklı bir gözlükle bakabiliyorum bu maçlara. Türk spor tarihinin birbirinden kıymetli bu kulüplerinin arasındaki rekabet, spordaki başarı çıtasını yukarıya taşımış ve “İyi ki bu kulüpler var” diyebiliyorum.

Rıza Erverdi’nin Efes Pilsen günlerinden. Kaynak: Nejat Sayman Arşivi

Sizin döneminizdeki amatör basketbol ile şu andaki profesyonel basketbol arasındaki farklar nelerdi?

Tabii ki basketbol çok değişti ve süratlendi. En önemli değişiklikler; 30 saniye kuralının 24 saniyeye düşmesi, iki devre yerine dört devrenin olması, takım faulü sayısının beşe düşürülmesi gibi. Bu kuralların hiçbiri, benim dönemimde yoktu. Maçları iki hakem yönetirdi. Tüm kararlar basketbolu hızlandırmak için alındı ve çok iyi oldu. Benim son dönemlerimde de, artık Türkiye’de basketbol profesyoneldi. Bu işle uğraşan kişilerin asıl işiydi. Yalnız kulüp organizasyonları çok gelişti. Maddi kaynak aktarımları, sponsorluk, televizyon gelirleri devreye girdi. Bir şey kötü oldu: Siyaset işin içine çok girdi.

• Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra kariyerinizi ve hayatınızı nasıl sürdürdünüz?

Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra Çukurova Spor Kulübü’ne transfer oldum. Antrenörlüğü de bu kulübün kapanması ile bıraktım. Çukurova Holding’in Pamukspor A.Ş. Genel Müdürlüğünü ve Spor Kulübü Başkanlığını 25 sene süre ile sürdürdüm. Şu anda Marmaris’te bir otelin genel müdürlüğünü yapıyorum.

• Fenerbahçe’miz, son on beş yılda büyük bir atılıma geçerek 2017 yılında EuroLeague kupasını müzemize taşıdı ve Avrupa basketbolunun önde gelen kulüplerinden birisi haline geldi. Bu süreci nasıl görüyorsunuz?

Basketbolda başarılı olabilmek için iki temel olguya ihtiyaç var: Birisi iyi bir organizasyon, diğeri ise maddi kaynak. Fenerbahçe bu konuda müthiş bir atılım yaptı. Ülker Arena yapıldı, koç Željko Obradović transfer edildi. Onun önderliğinde gerçekten iyi bir organizasyona gidildi. İyi transferler ile takım güçlendirildi. Doğru hedefler konarak sabır ile çalışıdı ve başarı geldi. Şimdi önemli olan, bu başarıyı tekrar etmek.

Yorum bırakın