İbrahim Kutluay: “Fenerbahçe’miz İçin Fedakarlığa Devam Edeceğim”

1990’lı yıllarda Fenerbahçe altyapısından çıkan bir genç, çubuklu forma altında kaptanlığa yükseldi, 100. yılımızda şampiyonluk kupasını kaldırdı, şutörlüğüyle Avrupa basketbolunun en iyileri arasına girdi, yurt dışında Türkiye’yi temsil etti. Eski oyuncumuz İbrahim Kutluay, Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran’a o günleri anlattı.

• İbrahim Ağabey, öncelikle hoş geldiniz. Fenerbahçe basketbol tarihinde sizin gibi, yeri çok farklı olan bir isimle röportaj yaptığımız için, Salon Tribünü ekibi olarak şahsınıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.

7 Aralık 1973’te Yalova’da dünyaya geldiniz. Çocukluğunuzda çubuklu formayı futbolcu olarak giyme hayali kurmanıza rağmen, Fenerbahçe’ye basketbol altyapısından girdiniz. Basketbola başlama hikayenizi ve altyapıdaki yıllarınızı bizlere anlatabilir misiniz?

Öncelikle Fenerbahçe benim için bir tutku ve Fenerbahçeli olmaktan dolayı da gurur duyuyorum. Çocukluğumda babam sayesinde Fenerbahçeli oldum ve çok küçük yaşlardan beri Fenerbahçe futbol takımının maçlarına giderek büyüdüm. Hep bir futbolcu olma, özellikle de Fenerbahçe’de futbolcu olma hayalim vardı. Bir dönem oynamama rağmen, fiziğimin basketbola daha yatkın olması ve basketbola ilerleyen dönemde daha fazla ilgi duymamdan dolayı basketbolu tercih ettim. İlk olarak eski bir basketbol antrenörü olan bir basketbol oyuncusunun özel bir okulunda, çok kısa bir dönem basketbol eğitimi aldıktan sonra Fenerbahçe altyapısında seçmelere katılarak basketbol okuluna girdim. Sonrasında altyapıda Küçük Takım seçmelerine girerek oradan basketbola başlamış oldum.

• 1993-94 sezonunda A Takım’a alındınız. Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kaldırdığımız aynı sezonda, takımımızı finale taşıdınız. Sizi Milli Takım’a taşıyan bu yükseliş sezonuna dair neler söylersiniz?

Fenerbahçe’nin altyapılarındaki tüm kategorilerde; Küçük, Yıldız ve Genç takımların hepsinde oynadım. İyi bir basketbolcu olmamda, yeteneklerimi geliştirmemde Fenerbahçe’de oynamamın çok büyük bir etkisi var. Çünkü o dönem Efes Pilsen gibi, Eczacıbaşı gibi takımlar altyapılara daha önem veriyorlardı ve daha iyi kadroları vardı. Fakat ben, antrenörüm Murat Özgül’ün bana vermiş olduğu krediyle Fenerbahçe’de çok süre alarak kendimi gösterme şansı buldum. Dolayısıyla ben, belki Fenerbahçe altyapısında oynamamış, başka bir takımda oynamış olsaydım yeteneklerimi bu kadar ön plana çıkartamayabilirdim. Bununla da beraber A Takım’a çıktım tabii.

A Takım’a aslında genç yaşta, 1989-90 sezonunda çıktım ve şampiyonlukla tamamladığımız bir sonraki sene olan 1990-91 sezonunda da antrenmanlara katılıyordum. 1990 ve 1991 yıllarında bazı maçlarda oynadım, fakat daha sonra Çetin Yılmaz ağabeyin de kararıyla, 1992 yılında A Takım kadrosuna girdim. Çok fazla süre almadım, aslında 1992 yılında bazı maçlarda oynadım, hatta Yılın Genç Oyuncusu seçilmiştim fakat daha sonra bir “Rüya Takım” dönemi oldu ve orada hiç oynamadım. O rüya takımda da Levent Topsakal, Harun Erdenay, Ömer Büyükaycan, Kenny Miller, Conrad McRae gibi isimler vardı. O kadronun içerisindeydim ama çok süre alamadım. İlk başta antrenör Necati Güler’di, Cihansever Yeşildağ’dı, sonra ise Faruk Kulenović geldi. Daha sonra Çetin Ağabey geldi, en sonda da Murat Didin antrenör oldu zaten, ama Çetin Ağabey ile de çok uzun süre beraber antrenman yaptık. Antrenörlüğümü yaptı, evime getirdi götürdü, beraber gittik geldik. Çok güzel zamanlarımız geçti.

Ülker 50. Yıl Turnuvası şampiyonu Fenerbahçe, 7 Eylül 1994. İbrahim Kutluay, 10 numaralı formasıyla. Kaynak: twitter.com/FBTarihiOrg

• 1995-96 sezonunda ligde yarı final oynayan Fenerbahçe, 1996-97 sezonunda yaşadığınız sakatlığın etkisiyle play-off çeyrek finalinde TOFAŞ SAS’a takılmıştı. Bu iki sezona dair aklınızda kalanlar nelerdir?

Sevgili kardeşim Erdi, o dönemde çok iyi bir kadromuz vardı. Dallas Comegys ve Henry Turner gibi önemli isimlerle oynamaktan çok keyif alıyorduk. Hem antrenör ekibimiz, hem takım kadromuz, hem yönetim ekibimiz; birbirine çok bağlı bir ekiptik ve seyri güzel, göz zevki veren… İki tane de çok değerli Amerikalımız olduğu için onlarla bir bütün halindeydik ve güzel bir basketbol oynuyorduk. Ben çok keyif alıyordum Fenerbahçe’nin o Henry’li, Dallas’lı takımından. Ama yanılmıyorsam ben, iki sene üst üste play-off’ta talihsizlikler yaşadım. Birisinde elim kırıldı, sakatlandım ve oynayamadım, istediğimiz hedefe ulaşamadık. Final oynamak ve şampiyon olmaktı hedefimiz ama maalesef ulaşamadık, kısmetsizlik oldu. Birisinde de galiba yarı finalde elendik. Aslında daha farklı bir şeyler olabilirdi ama sakatlıklar ve biraz şanssızlıklar oldu o sene ne yazık ki.

• Fenerbahçe’miz 1997-98 sezonunda play-off yarı finalinde Ülkerspor’a elenmiş, NBA’deki lokavt nedeniyle “Rüya takım” olarak adlandırılan bir kadronun kurulduğu 1998-99 sezonunda ise yine yarı finalde TOFAŞ SAS’a elenmişti. Büyük beklentilerle yola çıkılan 1998-99 sezonunu nasıl yorumlarsınız? Ve George Gilmore, TOFAŞ karşısında üç serbest atış kaçırdıktan sonra neler hissetmiştiniz?

O sezon gerçekten Mahmoud Abdul-Rauf’lu, Conrad McRae’li, Žan Tabak’lı, Marko Milič’li, çok enteresan ve çok iyi bir kadro kurulmuştu. Ben de o kadronun bir parçası ve takım kaptanıydım. Gerçekten iyi bir ekipti. Sezona çok iyi başlayamasak da, sezonun ilerleyen dönemlerinde aslında çok iyi performanslar da gösterdik, fakat daha sonra Mahmoud Abdul-Rauf ayrıldı, takım koç değişikliğine gitti, Murat Özgül ayrıldı ve Halil Üner geldi. O kaliteli kadro, aslında tam sezonun ortasında ve ikinci yarısında daha verimli olabilecekken, bazı oyuncular gönderildi, yerlerine kalite anlamında çok daha düşük oyuncular geldi ve takımın kimliği tamamen değişti.

Zaten hedefimizden sapmıştık ve yarı final serisinde de TOFAŞ’a elendik. Evet, George Gilmore üç tane serbest atış kaçırdı şanssız bir şekilde. Kazanabilir miydik? Bilmiyorum ama dediğim gibi Conrad gitti, Milič gitti. Aleksander Lokmanchuk, George Gilmore gibi daha düşük seviyede oyuncular geldi ve karşımızda da David Rivers’lı, Rashard Griffith’li, çok kaliteli kadrolar vardı. Onları yenmek imkansız hale gelmişti, o yüzden o sezonu çok istediğimiz bir yerde bitiremedik maalesef.

1998-99 sezonunda Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı. Serdar Apaydın 12 numaralı formasıyla. (Kaynak: twitter.com/Fener_basket_)

• 1998-99 sezonu demişken Žalgiris Kaunas ve Real Madrid maçları başta olmak üzere Avrupa maceramızı, yaşanan tribün atmosferlerini bizlere anlatabilir misiniz ağabey?

Žalgiris maçı sezonun ilk maçıydı, İstanbul’daydı. Žalgiris o sezonun sonunda EuroLeague şampiyonu oldu ama iyi de bir kadroya sahipti. Yanılmıyorsam Tyus Edney, Jiří Zídek, Saulius Štombergas gibi oyuncuları olan, iyi bir takımdı. Ben ve Marko, çok iyi oymamıştık. Ben 33 sayı atmıştım yanlış hatırlamıyorsam, Marko da çok iyi oynamıştı. Abdul-Rauf da iyi oynamıştı ve 20 sayı farkla falan yendik Žalgiris’i. Kendi evimizdeydi ve çok da güzel bir atmosferdi, sezonun ilk maçıydı, çok keyifliydi.

Daha sonra Real Madrid serisi de, tabii ki o sezonun devamındaydı. Takım sezon başından sezon sonuna siyah ile beyaz gibi değiştiği için çok rekabetçi olmak çok kolay değildi. Sonuçta Real Madrid’e play-off serisinde elendik ve Avrupa’ya veda ettik.

2 Mart 1999, Fenerbahçe – Real Madrid, Abdi İpekçi Spor Salonu. Kaynak: kirmizikrampon.blogspot.com

• 1999 yazında, maddi olarak küçülmeye giden takımımızdan ayrılarak Efes Pilsen’in yolunu tutmuştunuz. Ayrılığa, daha sonraki Yunanistan, NBA maceranıza ve milli takımdaki başarılarınıza dair neler söylersiniz? Ayrıca Yunanistan’da bir Türk sporcu olarak oynamak nasıl bir histi?

Benim için tabii ki Fenerbahçe’de oynamak çok farklı bir duyguydu. Fenerbahçe bana çok şey kazandırdı ve Fenerbahçeli olmaktan çok mutluydum ama ayrıca kişisel hedeflerim de vardı. Fenerbahçe’de, senin de söylediğin gibi Erdi; gerek maddi imkanlar, gerekse takımın o zamanki durumu ve basketbola çok fazla yatırım yapılmamasından dolayı önce Efes’e kiralık olarak gittim, daha sonra Yunanistan’da basketbol kariyerime devam ettim.

Yunanistan o dönem basketbolun en üst seviyesiydi. En iyi takımların ve en iyi oyuncuların olduğu, Avrupa’daki en iyi koçların olduğu bir ligdi ve oraya gitmeyi tercih ettim. Kendimi Avrupa arenasında gösterebilmek, kendimi daha iyi ifade edebilmek, kariyerimde farklı bir basamak olması ve kariyerimi başka bir boyuta çekmek açısından böyle bir karar aldım. Orada yaşadığım beş altı sene de, çok başarılı geçen bir süreçti benim için. Sadece sportif anlamda değil, oradaki insanlarla doğru ilişkiler kurmam, Türk – Yunan ilişkilerine katkım ve dostluklarım açısından çok doğru karar verdiğimi düşünüyorum. Yunanistan’da yaşadığım yıllar, benim için çok özel ve farklı anılara sahip. Dolayısıyla da gitmekte doğru karar verdiğimi düşünüyorum, ki sportif anlamda da birçok şampiyonluk kazandım. Avrupa şampiyonluğundan tutun Yunanistan Ligi’ne, Yunanistan Kupası’na… Bunlar benim kariyerimde çok özel anılar.

İbrahim Kutluay, 2000-01 sezonunda AEK formasıyla.

• 2002 yılında, daha sonra Fenerbahçe’mizi çalıştıran efsane başantrenörümüz Željko Obradović yönetiminde, Panathinaikos’ta EuroLeague şampiyonluğunu kazandınız. Şampiyonluğa ve özellikle Panathinaikos – Kinder Bologna finaline dair aklınızda kalanlar neler?

2002’de Panathinaikos’dan teklif alınca, tabii ki de düşünülecek fazla bir şey yoktu. Çünkü Avrupa’nın en iyi takımından teklif almıştım. Avrupa’nın en iyi koçunun çalıştırdığı ve en iyi oyuncularının olduğu takımdı Panathinaikos. Dejan Bodiroga’lı, Fragiskos Alvertis’li bir takıma gidecektim ve tabii ki de düşünmeden kabul ettim. Kolay bir süreç değildi oraya adapte olmak, çünkü Željko’nun sistemine ayak uydurmak öyle bir ayda iki ayda olacak bir iş değil, uzun ve oyuncu karakterinizden ödün vermeniz gereken bir süreç. Çünkü etrafınızda birçok değerli oyuncu var ama sürece alıştıktan sonra, takıma alıştıktan sonra çok da farklı bir atmosfer oldu.

Birbirimize çok inanmış bir ekiptik. Biz, hiç kimsenin beklemediği şekilde de, Final-Four’da ev sahibi olan, belki de EuroLeague tarihinin en değerli, en özel, gelmiş geçmiş en iyi takımını kendi evinde yenerek EuroLeague şampiyonu olduk ve gerçekten müthiş bir başarıya imza attık.

• 2006 yazında, Ülker’in Fenerbahçe ile güçlerini birleştirmesi ile, formasını giydiğiniz Ülkerspor’dan Fenerbahçe’ye geri dönmüştünüz. Yüzüncü yılımız olan 2006-07 sezonunda, seneler sonra gelen TBL şampiyonluğu ve Efes final serisi sizin için ne ifade ediyor?

Zaten ben Fenerbahçe’den ayrıldığım ilk günde de, Fenerbahçe’nin yüzüncü yılında hiçbir koşul öne sürmeksizin burada oynayacağımı, oynamaktan gurur duyacağımı ve bir gün Fenerbahçe forması altında basketbolu bırakacağımı söylemiştim. Yüzüncü yılımızda, Ülker birleşmesinden sonra iyi bir kadro kuruldu ve zaten bu kadronun içinde olmak istiyordum. Gerek yöneticilerden, gerekse Aydın Ağabey’den (Aydın Örs) böyle bir teklif geldiğinde seve seve oynamak istediğimi, bu kadroda olmaktan mutlu olacağımı ifade ettim. O sene de çok başarılı bir sezon geçirdik. Efes Pilsen o zaman çok iyi bir kadroya sahipti. Onları 4-0’lık net bir skorla geçerek şampiyon olduk.

Tabii ki Fenerbahçe’de şampiyonluk yaşamak, diğer takımlarda şampiyonluk yaşamak gibi değil. Hem tuttuğum, hem taraftarı olduğum, tribününden geldiğim, çocukken maçlarını izlediğim takımımın şampiyonluğunu kazanmak, kutlamak ve bunun bir parçası olmak bana çok büyük bir keyif ve onur verdi her zaman. O yüzden de benim için yüzüncü yılımız olan 2006-07 şampiyonluğu, çok özel bir şampiyonluktur.

Damir Mršič ve İbrahim Kutluay, yüzüncü yılda gelen şampiyonluğun sevincini yaşıyor.

Yine bahsi geçen sezonda EuroLeague arenasına ilk kez çıktık. Sizce o sezon Avrupa’daki başarısızlığımızın sebebi neydi?

Bireysel olarak, belki oyuncuların yeteneği vardı ama birlikte oynamak, Avrupa’da hemen başarılı olmak kolay bir şey değil. Bunun için biraz zamana ve tecrübelenmeye ihtiyaç var; gerek kulüp olarak, gerek organizasyon olarak, gerekse oyuncu bazında. Belki o takım biraz daha birlikte devam etse daha farklı bir süreç olabilirdi. Bence kadro olarak yeterli bir kadroyduk fakat belki de Avrupa’da başarılı olamadık, arzu ettiğimiz neticeler gelemedi maalesef. Ama Türkiye Ligi’nde öncelikli hedefimiz, bir kere yüzüncü yılda Türkiye Ligi şampiyonluğuydu.

• Türkiye Ligi’nde o sezon, normal sezon ve play-off’ta toplam iki mağlubiyetimiz var ağabey.

Aynen öyle sevgili kardeşim.

İbrahim Kutluay ve Willie Solomon. Fenerbahçe – Lottomatica Roma, 6 Kasım 2007. (Fotoğraf: Vedat Danacı)

• Fenerbahçe’de geçirdiğiniz 10 sezon boyunca Conrad McRae, Dallas Comegys, Henry Turner, Willie Solomon, Ömer Onan, Damir Mršič ve Mirsad Türkcan gibi birçok değerli isimle beraber forma giydiniz. Beraber oynamaktan ve takım arkadaşlığı yapmaktan en keyif aldığınız isimler kimlerdi?

Bir kere rahmetli Conrad benim çok yakın arkadaşımdı, hatta oda arkadaşımdı. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Öncelikle onunla oynamaktan, onunla takım arkadaşı olmaktan da her zaman büyük mutluluk duydum. Aynı şekilde Dallas Comegys ve Henry Turner da çok özel kişiliklerdi, onlarla da beraber oynamaktan çok mutluydum. Hele o Fenerbahçe’deki basketbol sevgisini tekrar bir üst seviyeye çıkarmak ve taraftarın ilgisini çekmek, taraftarın o sempatisini kazanmak çok güzel bir şeydi. O yıllarda o ikiliyle bizim üçlü ben, Henry ve Dallas üçlüsü çok iyi bir birliktelikti ve onlar da çok iyi arkadaşlarımdı. Onlar da benim için özel kişilerdir. Bütün takım arkadaşlarım benim için özeldir Erdi. Fenerbahçe forması altında olsun, diğer takımlar olsun… Ama bu saydığım isimler, gerçekten benim için çok özeldi.

• Kulübümüzde geçirdiğiniz süre zarfında sahaya çıktığınız en unutulmaz maç ve saha dışında yaşadığınız en ilginç, unutulmaz olay neydi?

Fenerbahçe forması ile çıktığım her maç özeldir. Altyapılarda birçok maç yaşadık, birçok turnuvalar geçirdik farklı farklı. Onlar çok özel anlardı ama en unutulmaz maç, herhalde 1998-99 sezonundaki Cibona Zagreb deplasmanıdır. O sezon Avrupa sayı kralı olmuştum.

Maçın ilk çeyreğinde kaşım patlamıştı, soyunma odasına gittiğimde hastaneye gitmemiz söylendi, fakat ben de maça geri dönmek istiyordum Erdi. Uyuşturmak için iğne yoktu (gülüyor), dediler ki “Dikemeyeceğiz”. Dedim ki “Canlı canlı dikin, uyuşturmadan dikin”. Uyuşturmadan dikiş atmaya başladılar, hakikaten çok kötü oldum, bayılacak gibi oldum, acayip acı çektim ama maça dönmek istiyordum bir an önce. Tekrar o şekilde kaşımı diktirip maça devam ettim ve o gün 41 sayı attım… Ama o maçı son saniyede kaybettik. Çok üzülmüştüm, gerçekten çok üzülmüştüm.

• İbrahim Kutluay, bugün kendisinin koçluğunu yapsaydı oyununa neler eklemeyi düşünürdü?

Koçlarım, beni genelde takımımızın skor yükünü çeken, skorer oyuncu olarak değerlendirirlerdi ama A Takım’a ilk çıktığım yıllarda da, savunma özelliğimi geliştirmek için hep rakibin en önemli skorerlerini tuttum. Fakat “Neyi eklemek isterdim?” desem, Yunanistan’da Obradović ile son dönemde oyun kurucu gibi değil ama daha çok topla oynayan, daha çok topu getiren, oyun akışı içerisinde daha çok “pick and roll” oynayan, takım arkadaşlarına da zaman zaman imkan yaratabilen oyuncu konumunda oynadım. O dönemden de keyif aldım çünkü etrafımda iyi oyuncular da vardı bunu yapabilmek için. Tabii ki takımın skor yüküne diğer oyuncuların da katkı sağlaması gereken bir yapı olması lazım ama o oynama şeklinden de keyif almıştım.

Željko Obradović, İbrahim Kutluay ile konuşuyor. (Kaynak: TrendBasket)

• Fenerbahçe’miz, sizin döneminizde maçlarını Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynuyordu. Bu yıllardaki tribün atmosferine ve taraftar desteğine dair ne söylersiniz?

Abdi İpekçi tabii ki benim için çok özel bir yer. Keyif aldığım, oynadığım, birçok tarihi maçlara tanık olduğumuz, başarılar kazandığımız, Milli Takım olsun, Fenerbahçe olsun, çok özel anılarım var. Ama tabi ki Fenerbahçe’nin şu andaki salon atmosferi de bambaşka Erdi, dolayısıyla Ülker Arena’nın şimdiki atmosferinde, bir basketbolcu olarak, Fenerbahçe’nin bir ferdi olarak oynamayı çok isterdim. O atmosferi, ambiyansı yaşamak, oradaki taraftar bütünlüğünü görmek… Neticede kendi salonumuz olduğu için bunu isterdim ama Abdi İpekçi de benim için çok özel bir yere sahip her zaman.

• Galatasaray ve Beşiktaş ile oynanan derbiler ve Efes Pilsen ile oynanan maçlar, Fenerbahçe taraftarı için her zaman önemlidir. Siz, bir oyuncu olarak bu maçlara nasıl bir önem veriyordunuz? Bu karşılaşmalarda oluşan gergin atmosfere dair aklınızda kalanlar nelerdir?

Efes Pilsen maçları tabii ki son dönemde derbi anlamı kazandı ama esas derbi, Galatasaray ve Beşiktaş maçlarıdır, daha çok Galatasaray maçlarıdır. Fenerbahçe için; bir Fenerbahçe taraftarı olarak da, taraftarı olduğum camiaya, formasını giydiğim o takımın bir ferdi olduğum için de, Galatasaray maçlarına hep özel olarak hazırlanırdım. Kendimi çok iyi motive ederdim, çünkü bilirdim ki o maçları kazanmak sadece oynayanları değil, camianın tüm fertlerini, tüm taraftarları çok mutlu edecekti. Bu nedenle hep o maçlara farklı bir motivasyon ile çıkardım. Kendimi motive etmeye çalışırdım, antrenörümün beni motive etmesine gerek yoktu, takım arkadaşlarımızı motive ederdik. Çok şükür ki benim oynadığım dönemde Galatasaray maçlarında hep galip geldik, çok az mağlubiyet aldık, hep galibiyetle sonuçlanmıştı Galatasaray maçlarım.

Yüzüncü yılımızda düzenlenen Fenerbahçe Piyangosu’nda İbrahim Kutluay’ın resmi ile basılan bilet. (Kaynak: bitmezat.com)

• Fenerbahçe basketbolu sizin için ne ifade ediyor? Bu kültürü diğer takımlardan farklı kılan yanlar nelerdir?

Fenerbahçe, Türkiye’nin en büyük takımı, bana göre hatta dünyanın sayılı takımlarından biridir. Fenerbahçeli olmak her zaman büyük bir ayrıcalık. Tabii ki Basketbol Şubesi de benim için çok özel. Şube belki şimdi çok daha farklı yerlerde ama altyapıya ilk adım attığım yıllarda, daha spor salonu yokken, açık sahada seçmelere katılırdık. Orada antrenman yaptığımızda salon yeni yapılıyordu, o eski salonun, Dereağzı’na yapılan ilk spor salonunun parkelerini ben ve o dönemki takım arkadaşlarım, dışarıdan alıp, sahaya götürüp onların döşenmesinde yardımcı olduk, onları boyarken izledik, orada o ana şahit olduk. Dolayısıyla bu temellerin atılmasını yakından bilen biri olarak, Dereağzı’nın ne demek olduğunu, Dereağzı’ndaki ambiyansın ne demek olduğunu, birçok sporcunun beraberce aynı lokal içerisinde, aynı ortamda, bir kulüpçülük mantığıyla ne kadar büyüyebileceğine tanık oldum. O yüzden Basketbol Şubesi’nin şu anda Avrupa’nın önde gelen organizasyonlarından olması, beni tabii ki son derece mutlu ediyor.

• İbrahim Ağabey, 2021 yılının Nisan ayında Murat Özgül ağabeyimiz, bizlere verdiği röportajda “Dereağzı Fenerbahçeliliğin okuludur” demişti, sizce bu doğru mudur?

Kesinlikle doğru, ben orada büyüdüm. Dereağzı’nda antrenman sonrası kürek branşındaki arkadaşlarımız, boksörler, futbolcular, atletler, yani şimdi hatırlamadığım birçok büyüğümüz, bizden büyük ağabeylerimizden öğrendiklerimiz, onlarla paylaşımlarımız, onların Fenerbahçeliliğin ne demek olduğunu anlatan anıları… Kulüpçülüğü, kulüp düzenini biz onlardan öğrendik ve Fenerbahçe ile olan bağlılığım, Fenerbahçe’ye olan tutkum hep oradan, yani Dereağzı’ndaki yaşanmışlıklardan geliyor.

İbrahim Kutluay imzalı oyuncu kartı. (Kaynak: Pera Mezat)

• Ağustos ayında Ozan Balaban ağabeyimiz ile röportaj yaptığımızda sizin de isminiz geçmişti ve kendisi, 1990’lı yıllar için “Aliço bunu bana hep anlatır, ‘Duşlarda sıcak su akmazdı’. Önce büyükler girermiş, gençlere su kalmazmış. Mesela İbrahim Kutluay hep anlatır, ‘Ben hep soğuk suyla yıkanırdım’ derdi.” ifadelerini kullanmıştı.

Şimdi, ben kendimi şanslı addedenlerdenim. Çünkü ben basketbolda A Takım’a çıktığım ilk yıllarda, çok değerli ağabeylerimle, çok sevdiğim ağabeylerimle birlikte büyüdüm. Mesela Baba Necdet (Necdet Ronabar), Aliço (Ali Limoncuoğlu), Kemal Dinçer, Hüsnü Çakırgil, Levent Topsakal… Onlar benden yine büyüktüler ama yaşça daha yakınlardır. Fakat Aliço ve Baba Necdet çok daha büyükler. Hem Fenerbahçelilik kültürünü, hem hayatı, hem yaşam tarzını onlarla beraber büyüyerek bir aile gibi yaşayarak öğrendim.

Tabii ki de bir hiyerarşik bir düzen vardı. O zamanki şartlarda, bir genç oyuncu olarak onların arasında, o konuşmalara şahit olmak çok büyük keyifti ama ama bazı sınırlar da vardı. O saygı sınırlarına özen gösteriyorduk. Tabii ki alt-üst ilişkisi de var. A Takım’a yeni çıkmışım, daha çömez olduğum yıllar, getir-götür işleri hep (gülüyor)… Bunlar çok güzel şeyler ve her basketbolcunun yaşaması gereken şeyler. Benim çok güzel anılarım var yıllar içerisinde, hem Necdet Ağabey’le, hem Aliço ile… Tabii ki onlar ilk duşa girdiğinde, biz onların duş almasını beklerdik. Bizim ağabeylerimizden önce duşa girme şansımız yoktu, onları beklerdik tabii ki. O zamanki şartlarda da sıcak su biterdi (gülüyor), biz genelde soğuk suyla duş alırdık ya da alamadan evimize giderdik.

• 2000’li yıllarda basketboldaki yatırımlarını arttıran Fenerbahçe, bunun karşılığını 2017’deki EuroLeague şampiyonluğu ile aldı. Bu süreci ve takımımızın Aleksandar Djordjević yönetiminde, şu anki durumunu ve geleceğini nasıl yorumlarsınız?

Fenerbahçe, gerçekten özellikle Aziz Yıldırım döneminde basketbola ciddi yatırımlar yapmaya başladı ve Obradović’in gelmesiyle, EuroLeague’de başka bir seviyeye geldi. Böylece artık daha çok tercih edilen, oyuncuların oynamaktan zevk aldığı kulüp haline geldi. Bunun devamında da tabii ki spor salonunun yapılması, organizasyonun daha düzenli hale gelmesi, Avrupa’da önemli oyuncuların kulübe transferiyle beraber şampiyonluk da beraberinde geldi.

Şimdi Djordjević koçumuz, benim de yakından tanıdığım, defalarca beraber karşılıklı oynadığım ve sevdiğim de bir arkadaşım. Umarım ki bu sezon sonunda başarılı olur. Şu anda, tabii ki zor bir dönemde geldi Fenerbahçe’ye, çünkü sezon başında Igor Kokoškov’un geç ayrılması, onun bir anda göreve gelmesi, istediği yapıyı oluşturmak için kısıtlı zamanının olması… Bunlar hep bir dezavantaj ama şu anda, bir de aksilik olarak iki tane çok değerli oyuncumuz (Nando de Colo ve Jan Vesely) sakatlandı. Ama onların yokluğunda, diğer arkadaşlarımızın özverisi, fedakarlığı ve sorumluluk almasıyla, onların da dönüşüyle birlikte, umarım bu sene play-off’a girip iyi bir yerde EuroLeague’i tamamlarız diye düşünüyorum.

Fotoğraf: Atilla Sertbakan / fenerbahce.org

• Ömer Onan, Ozan Balaban ve Ahmet Özokur gibi Fenerbahçe basketbol tarihinde yerleri olan isimler, ekibimize verdikleri röportajlarda Eski Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın basketbola verdiği önemi anlatmıştı. Siz de kendisiyle çalışmış ve basketboldaki atılım sürecimizi çok iyi bilen bir oyuncu olarak, izlenimlerinizi bizlere anlatabilir misiniz?

Aziz Yıldırım ilk başkan olduğu zaman, ben Fenerbahçe’de takım kaptanıydım. Her zaman başkanımızla saygı ve sevgi içerisinde iyi ilişkilerimiz oldu, çok sevdiğim ve saydığım bir kişi. Tabii ki de Fenerbahçe’den ayrıldığım dönem, kolay değildi. Benim ayrılığım, bir başkan olarak onun için de kolay değildi. O, Fenerbahçe kulübünün menfaatini düşünmek zorundaydı, ben de kariyerimde farklı bir yol çizmek için, kendi hedeflerimi düşünmek zorundaydım. Ama neticede ben yüzüncü yılımızda geri geldiğimde, Aziz Başkan ile tekrar sarıldık öpüştük. Saygımı, sevgimi eksik etmem.

Fenerbahçe’nin sadece basketbolda değil, diğer tüm amatör branşlarına da çok büyük yatırımlar yapmış, bir spor kulübünün her branşına sponsorluklar kazandırmış; birçok branşta, gerek Türkiye’de, hatta Avrupa’da önemli yere gelmesine destek olmuş, Fenerbahçe tarihinde gerçekten çok özel bir yeri olan başkandır. Şöyle söyleyeyim, birçok sporcuya Avrupa kapısını açmıştır. Doğru şartlarda, iyi şartlarda bir şeyler yapılmasına, tesisleşme açısından… Yani Dereağzı’ndaki eski ortamları bildiğim için, futbolun Samandıra’ya taşınması, Dereağzı’nın tekrar yapılanması, boks ve kürek şubelerinin yenilenmesi, onlara sağlıklı bir ortam sağlanması, basketbolda salonların yapılması, oluşturulması, bunların hepsi kolay işler değil. O bakımdan da Aziz Başkan, geçmişte yaptıklarıyla Fenerbahçe tarihine geçmiş bir başkandır.

Şimdi de Sayın Başkanımız Ali Koç zor bir dönemde başkan adayı oldu, seçildi, işi hiç kolay değil. Ekonomik anlamda çok büyük zorluklar var, ülkemizin yaşadığı, kulübümüzün yaşadığı… O da bence Fenerbahçe’nin bundan sonraki yıllarına damga vuracak kalitede ve kişilikte bir başkandır.

İbrahim Kutluay, Aziz Yıldırım ve Ferit Şahenk. (Kaynak: Fanatik)

• Fenerbahçe basketbolunda dönüm noktaları yaratan efsane iki antrenör olan Aydın Örs ile kulübümüzde, Željko Obradović ile Yunanistan’da çalışmış bir oyuncusunuz. Bu iki isme, benzerliklerine ve farklılıklarına dair neler söylersiniz ?

İkisi de çok değerli koçlar tabii ki. Aydın Ağabey Türk basketboluna damga vurmuş, Türk basketbolunun gelmiş geçmiş en önemli antrenörlerinden bir tanesi, belki de en başarılı antrenörü. Željko da Avrupa’nın, hatta dünyanın tartışmasız en iyi koçlarından bir tanesi. Tabii ki farklılıkları var ama ikisi de benzer olarak kazanmaya odaklı, oyuncudan maksimum verim almaya çalışan, bir tanesi biraz daha agresif, diğeri daha sakin gözüken ama oyuncusuna hep güven veren karakterler. İkisiyle de çalışmaktan son derece mutluyum. İki koç da bana basketbol anlamında, karakter anlamında çok önemli şeyler kazandırdılar ve onlara çok teşekkür ediyorum.

• Son olarak, bu röportajı okuyan Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir?

Fenerbahçeli olmaktan gurur duyuyorum. Fenerbahçe’mizin başarısı için her zaman, her türlü fedakarlığı yapmaya, gerek tribünde, gerekse sahada yapmaya devam edeceğim. Onları çok seviyorum.

• Bizlere vakit ayırdığınız için size çok teşekkür ederim İbrahim Ağabey, bize yaşattıklarınız, o güzel günler ve o güzel anılar için sağ olun, var olun.

Ben teşekkür ederim sevgili kardeşim Erdi, sağ olasın.

Röportaj sürecindeki destekleri için sevgili Ümit Avcı ağabeyimize teşekkürlerimizi sunarız.

İbrahim Kutluay, ekibimizden Erdi Tiran ve basketbol yazarı Ümit Avcı.

Yorum bırakın