1981-82 ve 1982-83 sezonlarında Fenerbahçe’mizin formasını giyen eski oyuncumuz Yıldıray Aygören, Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran’a kulübümüzdeki günlerini, anılarını ve basketbol dünyasına dair düşüncelerini anlattı.
- Değerli Yıldıray Ağabey, öncelikle hoş geldiniz. Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için Salon Tribünü ekibi olarak size çok teşekkür ederiz. Çocukluk, gençlik yıllarınızı ve basketbola adım atma sürecinizi bizlere anlatabilir misiniz?
Erdi kardeşim, tabii ki onur duydum böyle bir davetten dolayı. Zonguldak Ereğli’de ortaokuldan başlayıp devam eden, lise sona kadar devam eden bir basketbol altyapım var ama taşradaki altyapı İstanbul’a göre nasıl olursa, o şekilde var. Bu süreci o şekilde anlatayım, zaten diğer sorularında büyük bir ihtimalle detayını soracaksındır.
- Ereğli’den İstanbul’a gelişinizi, Dereağzı’nda yetişme sürecinizi ve Fenerbahçe formasını giymenin verdiği duyguyu size sormak isterim.
Sorunun sonundan başlayalım. Fenerbahçe’de ve Fenerbahçe’nin kadrosunda bulunmanın nasıl bir duygu olduğunu anlatmak için gerçekten bir Fenerbahçeli olmak lazım. Onun tarifi çok zor. Neden zor? Çünkü onu tarif edecek kelimeleri bulmak zor. Ben o konuda şanslı olduğumu düşünüyorum, çünkü ben çocukluğumdan beri Fenerbahçeliydim. Kulübe geliş sürecim, 1978 itibarı ile başlayan profesyonel basketbol hayatımın üçüncü yılında, 1981 yılında gerçekleşti. Adapazarı’ndaydım o zaman. O dönem takımın antrenörü olan rahmetli Mehmet Baturalp’in ve o dönemdeki yardımcı antrenör Halil Üner’in isteğiyle, hatta daha çok Halil Üner’in çağırması ile gerçekleşti. Beni çağırdılar, ben de büyük bir sevinçle ve keyifle Adapazarı’ndan Fenerbahçe’ye transfer oldum.
- Takımımıza katıldığınız ilk sezon olan 1981-82 sezonunda ligde çok kötü bir görüntü çizen takımımız, Beyaz Grup’ta sonuncu oldu, Klasman Grubu’nda ise nispeten başarılı oldu ve ligi 10. sırada tamamladı. O sezonu bizlere anlatmanız mümkün müdür?
Hatırladığım kadarıyla o dönemde sadece biz değil, Galatasaray da aynı çizgideydi. Hatta iki tane büyük kulübün küme düşmeleri söz konusuydu o dönem için. Düşme yerine ligdeki takım sayısını artırma yoluna gidilmişti. Bu işler o zamandan başlayan Efes Pilsen ve Eczacıbaşı’nın devreye girdiği, işin profesyonelliğine yeni adım atılmış yıllardı. Bu iş bir de ekonomi işi yani, yabancı getireceksiniz, Amerikalı getireceksiniz, büyük paralar vereceksiniz. O dönem Fenerbahçe de kendi altyapısını kullanarak belli bir seviyede basketbolcularla süreci götürmeye çalışan bir durumdaydı.

- İkinci sezonunuz olan 1982-83 sezonunda, dönemin başkanı sayın Ali Şen’in iyi bir takım kurduğunu söyleyebiliriz. Çok iyi bir sezon geçiren Fenerbahçe yıllar sonra şampiyonluk mücadelesi veriyor, takımın geleceğinden umutlu olan ve tribündeki sayıları bir anda kat kat artan taraftarlarımız salonlara sığmıyordu. Takımımız Kırmızı Grup’un yenilgisiz lideri olsa da, Final Grubu’nda kaybettiği maçlar nedeniyle lig ikinciliğinde kaldı. Bize bu sezonu, Spor Sergi atmosferini ve Fenerbahçe tribünlerini anlatmanız mümkün müdür Yıldıray Ağabey?
Spor Sergi dedin, gözler doldu şu an kardeşim. Hangi kulüpte olduğunun çok önemi yok ama Spor Sergi’nin, o mabedin atmosferi çok farklı bir şeydi. Hemen güncel konuda olan Abdi İpekçi ile Spor Sergi’nin sanki kaderleri aynı gibi ne yazık ki. Spor Sergi’den sonra ikinci mabed olan Abdi İpekçi’nin de sonu öyle oldu, onu da yok ettiler sözde yeniden yapılacak diye. Yani basketbolun çöküşü aslında Spor Sergi’nin yıkılmasıyla başladı. Hep derler ya, atılım yaptık, yok Abdi İpekçi oldu, yok işte Sinan Erdem yapıldı, şuydu buydu… Ama ben basketboldaki geri gidişin başlangıcı olarak görüyorum orayı. Spor Sergi yıkıldıktan sonra kendi adıma söylüyorum, ciddi anlamda basketboldan soğudum ve çok içine girmedim.
O döneme gelince, “Ali Şen başkan, Fenerbahçe şampiyon” bütün branşlardaki temel slogandı. O dönem iyi atılım yaptı Ali Bey. Basketbol ve amatör sporlara da değer verdi, profesyonelliği daha da devreye soktu. O zamanlarda iyi oyuncular alındı hep. Hatırladığım kadarıyla Efe Aydan vardı, Aliço (Ali Limoncuoğlu) vardı benden sonra. Biz o dönemin başlangıcında vardık, daha sonra biz bayrağı devrettik. Efsane kaptan Necdet Ronabar oradaydı. Onlarla birlikte başlayan bir Fenerbahçe rüzgarı vardı. Evet, ikinci olarak bitirdik, Efes Pilsen’e yenildik galiba, şampiyonluğu Efes Pilsen’e kaptırdık ama sonuçta Efes Pilsen dediğimiz takım, kadrosu çok güçlü olan bir takımdı. Biz kötü müydük? Hayır değildik ama şartlar öyleydi, ona göre gerekti. Ancak Fenerbahçe seyircisi nerede olursan ol, hep çok büyük destek verir. Yok sayıca azdı falan… Bunlar hiç önemli değil. Beş tanesi bile beş bin kişiye bedel olan bir taraftar kitlemiz var.

- Fenerbahçe’mizden ayrılmanızın sebebi neydi?
Bir önceki soruya verdiğim cevapların içerisinde vardı zaten bunun cevabı. Fenerbahçe basketbol takımı daha çok şampiyonluğu hedeflemiş, daha üst sıralarda ve daha devamlılığı olan bir sürece girmişti. Dolayısıyla daha iyi basketbolculara daha çok para harcanması gibi bir durum vardı. Biz kötü basketbolcu muyduk? Hayır, ama bizim yerimize veya bizle beraber bizim onlarla beraber çalıştığımız gelen arkadaşlar, mesela Efe gibi güzel insanlar bizden daha iyiydi. En azından benden iyilerdi, ben kendimi biliyorum. Benden daha iyi oyunculardı, milli oyunculardı, profesyonel oyunculardı. Ben de olsam o dönem, kulüpte işime yarayanları tutarım, işime yaramayanları serbest bırakırım. O dönemde de bizi serbest bıraktılar. Sağ olsunlar, çalıştığımız veya oynadığımız süre zarfında ben Fenerbahçe’den bir kötülük görmedim.
- Her ne kadar Fenerbahçe’ye endeksli bir site olsak da, Galatasaray başta olmak üzere diğer takımlardaki kariyer sürecinizi bizlere anlatmanız mümkün müdür?
Hemen sana şöyle kısaca anlatayım Erdi: Ben 1977-78 sezonuyla İstanbul’a geldim. Üniversiteden önce, basketbol için Zonguldak’tan buraya geldiğimde İstanbul Teknik Üniversitesi ile başladım. O zaman Teknik Üniversite, mali durumlarının çok iyi olmamasından kaynaklanan bir süreç yaşadı. Teknik Üniversite’den sonra Galatasaray’a geçtim. İlk sene Galatasaray’da top oynadım, sonra Galatasaray’dan ayrıldım ve Adapazarı’na gittim. Ondan sonra da Fenerbahçe’ye geldiğim bir süreç var.
Fenerbahçe’de, biraz önce söylediğim gibi o günün şartlarına göre ayrılmamız gerekti, bizi de serbest bıraktılar. Sırasıyla Taçspor, Pertevniyal falan, böyle devam etti. Darüşşafaka’yı, Rıza Erverdi ile beraber lige çıkarttık. Kulakları çınlasın, aynı zamanda çok güzel bir insan olan; arkadaşım, dostum ve kardeşim olan, Mehmet Baturalp’in oğlu Ömer Baturalp ile beraber öyle bir süreç geçirdik… 5-6, belki de 6-7 tane, bilemem ama İstanbul birinci ve ikinci ligleri, hatta birinci amatör kümeleri de sayarsan 7-8’den daha fazla sayıda takımda görev aldım.
- Fenerbahçe’mizde saha içinde veya dışında unutamadığınız bir an olmuş muydu?
O kadar çok ki… Fenerbahçe’deyken Amerikalılarla olan iletişimim farklıydı. Bizim o zamanlar Amerikalılara karşı olan tepkilerimiz vardı. Fensal’ın kulakları çınlasın. Fensal Gürkan ile beraber oynadığımız dönemde takımda Amerikalı bir oyuncu vardı. O bencilliklerinden dolayı pek sevmezdik onları. Şimdi aklıma geldi, bayağı bir dolmuşluğumuz oldu demek ki Amerikalılara karşı.
Hiç unutmuyorum, Fensal bir gün geldi, “Burası Türkiye, Amerika değil’ sözü İngilizcede nasıl söylenir?” diye sormuştu, ben de çat pat İngilizcemle onu söylemiştim. Bunu söyledikten sonra Fensal’ı tutana aşk olsun. Fensal bir girdi Amerikalıya, “Ulan ne yapıyorsun, bu ne?” falan deyince… Bizde amatör ruh çok fazlaydı, yani o amatör ruhun getirdiği bir isyandı bu. Ama mesele onun dışında Fenerbahçe’de oynayıp oynamamak da değildi. Yaşadığım başka olaylar da var elbette.

- Fenerbahçe’de forma giydiğiniz süreçte birçok değerli isimle aynı sahada, birlikte ter döktünüz. Beraber oynamaktan en keyif aldığınız isim kimdi?
Çok net cevabını vereyim; Efe Aydan. O benim için çok çok değerli bir insan. Neden? Bizler amatör ve taşradan gelen insanlarız, televizyondan gördüğümüz milli basketbolcular Efe Aydan, Zeki Tosun, Kemal Erdenay gibi isimlerle oynamaktan dolayı ben kendimi şanslı görüyorum çünkü bu isimlerle sahada gerçekten basketbol oynadım. Fenerbahçe’ye geldiğimde, Efe Aydan için “Çok iyi oyuncu, milli takım oyuncusu” falan diyorsunuz, ama adam çok mütevazı, çok naif. Bir anda geldik, beraber güreşiyoruz adamla, beraber antrenman yapıyoruz. “Sen benim takım arkadaşımsın diyor, kardeşim” diyor. Bu Fenerbahçe’de olmasının değil, insan olmasının ne kadar önemli bir göstergesi, öyle değil mi?
Efe Aydan bunlardan biri, diğerleri kötü mü? Hayır tabii ki. Baba Necdet (Necdet Ronabar)… O Fenerbahçe’nin tartışmasız efsanelerinden biridir. Mesela Forty Murat (Murat Yosmaoğlu) benim spor akademisinden de arkadaşım. O da efsanedir. Hangi birini söyleyeyim ki? Fensal Gürkan, Ali Sile, Kemal Dinçer, Ömer Baturalp, Laz Sinan (Sinan Öztürk)… Oynadığımız bir sürü insan var. Bizim dönemimizde, yani çocukluk ve gençlik döneminde de ismini unuttuklarım varsa mazur görsünler.
- Galatasaray, Beşiktaş ve Efes Pilsen maçları, Fenerbahçe camiası için her zaman çok önemlidir. Bu maçlara nasıl hazırlanıyordunuz? Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde, bu maçların takım için önemini bir sporcu gözüyle sizden dinlemek isteriz.
Biraz önce söyledik, rahmet ile andık, Mehmet Baturalp ağabeyin zamanında ve sonradan profesyonelliğe geçtiğimizde de Önder Seden’in antrenör olduğu dönemden deneyimlerim var. İkisinin de apayrı çalışma sistemleri var, ikisi de apayrı bir antrenör yapısı çizerdi. Mehmet Ağabey’in tek bir şeyi vardı: Çıkacaksın, terini akıtacaksın, atlayacaksın, zıplayacaksın, maçı kazanacaksın. Tabii ki kendine göre bir sürü taktikleri vardı. Karşı takım oyuncularına göre direktifleri vardı. Antrenman yaptığımızda durmaksızın devamlı maç yaptırırdı, maçın içinde ne yaşıyorsak onu antrenmanda da yaşayabileceğimiz için. Bireysel antrenmanlar antrenmanın sonunda yapılırdı. Fundamental dediğimiz konu, şut atmaydı, ribaund çalışmasıydı derken bireysel yetenekler üzerine de çalışılırdı ama takım çalışmasında Mehmet Baturalp’in durmaksızın maç yaptırdığını çok iyi hatırlıyorum. Rakibin ne yaptığına uygun bir şekilde çalışma yaptırdığını biliyorum.
Önder Seden daha çok taktik çalışmanın üzerine düşerdi. Bu sorudaki o maçlara sıkı hazırlanılırdı. Tabii ki kampa alınırdık. O zamanki maçlara, play-off maçlarına gittiğiniz zaman bir hafta falan kalıyorsunuz mecburen, ona göre ayarlanıyor ama çok sıktığı zaman, oyuncuyu strese sokacağını bilen antrenörler bunlar, çok da fazla germiyorlardı, rahattık o konuda.

- Rakip olarak da Fenerbahçe’mize karşı birçok kez forma giydiniz. Fenerbahçe’ye karşı oynamak nasıl bir duyguydu ve neler hissediyordunuz?
Ben de dahil olmak üzere “Damarımı kesseler sarı-lacivert akar” diyen kim olursa olsun, evet biz amatördük ama aynı zamanda profesyoneldik. Biz takım tutardık ama ekmek yediğimiz yere ihanet olmazdı bizde. Maça çıktığımız zaman terimizin son damlasına kadar oynardık, kavgamızı ederdik. Kavga burada mecazdır, yani mücadelemizi ederdik. Maç bittikten sonra rakip takım oyuncularıyla can ciğerdik biz, o başka bir şeydi. Ben Fenerbahçeliliğimi hiçbir zaman unutmadım, aynı şekilde Galatasaraylı da Galatasaraylılığını unutmaz. Hangi takıma giderse gitsin, kendi gönül bağı olduğu takıma karşı oynarsa terini ekmeğini kazandığı, emeğini verdiği takımın lehine kullanır. Biz böyle eğitildik, böyle gördük, şimdiki gündemde çok başka şeyler var. Onlar artık işin sihirbazı olmuş diyeyim, ağzımdan argo deyim çıkmasın (gülüyor)…
- 1979 senesinde bir Galatasaray-Fenerbahçe maçının sonunda çok kritik bir top kaybı yaptıktan sonra o kaybı değerlendiren Fenerbahçe son saniye basketiyle maçı almıştı. Bu maçı rakip sporcu gözüyle bizlere anlatabilir misiniz?
Şimdi rakip sporcu gözüyle değil de, önce bir insan olarak söyleyeyim: Bu anlatacağım olay, herhalde ben ölene kadar devam edecek, belki biz öldükten sonra da efsane olaylardan biri olarak kayda geçecektir. 1979 yılında sadece TRT kanalı vardı. Eğer tam benim attığım topu atışımla birlikte yakalayabilselerdi, spor tarihine geçecek, ödül alacak bir olaydı. O zaman Galatasaray’da oynuyorum, Fenerbahçe’ye karşı fena da değildim. İlk beşte çıkmıştım maça. O zamanki antrenörüm Koray Mincinozlu’ydu. Galatasaray’da bir de Nur Germen ağabey vardı, rahmetli. “Şişman Nur” diye söyleriz biz. Nur Ağabey menajerdi, onlarla birlikte çalışıyorduk.
O ana kadar gayet iyi oynuyoruz ve hatta maçı önde götürüyoruz. Son saniyede bir şey oluyor, faul yapıyoruz, Fenerbahçe faul atışı kullanacak, biz iki sayıyla öndeyiz. Fenerbahçe faul attığında birini atacak, diğerini kaçıracak taktik olarak. Koray Mincinozlu’un yaptığı bir taktik var, mola alıyor. Top sayı olursa ben çıkaracağım potanın dibinden. Bir de o zaman Cengiz vardı, Beşiktaş’tan gelen. O topu Cengiz’e atacağım, Cengiz de onu atıp bir sonraki maça üç sayı ile avantaj sağlayacak. O zamanlar birer sayı çok önemliydi avantaj için, belki hala geçerlidir. Tabii biz de kırk dakika top oynadık. O kadar top oynayan, o kadar yorulmayan ben, o topu aldım ileriye fırlattım ama top öyle bir şey ki… Kendi potamın altından öteki potaya gitti ama öyle bir falso aldı ki, böyle hiç kimseye değmeden potanın dibinden çıktı. Tabii o zaman Fenerbahçe’de, beraber top da oynadık zaten, Kadri Gürkan topu alıyor, koşa koşa orta sahaya kadar geliyor, orta sahadan Engin Domaniç’e pas veriyor, Engin Domaniç kardeşim de Allah’a atıyor. Allah da o topu alıyor sayı yapıyor… Böyle bir esprimiz vardır, havada dönüp attı, basket oldu. Ondan sonra bir sürü tantanalar oldu, rahmetli babam Galatasaraylıydı, “Eve bile gelme” dedi.
Yine rahmetle anıyorum, Mehmet Ağabey başta olmak üzere Fenerbahçeli antrenörlerden dahi manevi desteği her zaman aldım. Ben bir ay hiçbir yere çıkamadım, çok içime kapandım, bayağı tehditler de aldım o dönemde fanatik taraftarlardan. Bilmem neden ama, yaşandı.
Aynı maçın rövanşında, yine son saniyede bana düdük çalındı, bu sefer bana faul yapılmış, onu da anlatayım: Faruk Akagün’ün antrenörümüz olduğu bir Taçspor maceramız var. Taçspor ile Teknik Üniversite’de maç yapıyoruz, dönüşte taksi dolmuşla Gümüşsuyu’ndan Anadolu Yakası’na geçeceğiz. Konu konuyu açıyor, şoför fanatik bir Galatasaraylı çıkıyor. Ben taksi şoförünün yanında oturuyorum, bir anda Fenerbahçe – Galatasaray maçı gündeme geliyor, “Ya, tanıyor musun?” falan diyor. Ben de taksi şoförünün yanındayım, susuyorum çünkü arkadan küfür edeceğim, edemiyorum arkadan dürtükleniyor, “Şimdi attıracağız seni köprüden” falan… Tabii bunların hepsi espri, gırgır şamata olsun diye… Ama taksi şoförünün o andaki tepkisini görmenizi isterdim. Sinkaflı cümleler de var işin içinde, “Şimdi arabamda olsa da falan” diyor şoför, sahiden diyor…
Faruk Akagün ağabey de “Arabada olsa ne yaparsınız?” dedi. “Köprüden atarım onu ağabey” diyordu. Ben de şimdi kendimi savunacağım ama ben olduğumu söylememem lazım. “Sen biliyor musun o Yıldıray’ı? Aç, susuz, bilmem ne, gebersin” falan demeye başladı bir anda. Böyle bir anı işte. Ben arabadan indikten sonra “Allah razı olsun, beni köprüden atmadılar” dedim. “Sen o musun?” dedi. Dedim “Evet” ve kaçtık, böyle bir esprimiz vardır.

- Sizin döneminizdeki ve şimdiki basketbol arasındaki farklar nelerdi amatörlük ve profesyonellik anlamında? O dönemki kulüpçülük ruhu nasıldı?
Ben sana bir şey söyleyeyim Erdi: Tabii ki herkes yaptığı işin karşılığını mutlaka almalı ama sporu meslek haline getirdiğin zaman işin rengi değişiyor. Bizim oynadığımız dönemde, özellikle salon sporlarına baktığımızda yüzde doksanının ya bir mesleği vardır, ya üniversite mezunudur, ya da üniversite okuyordur. O dönemde geleceklerini buna bağlamamış, kültür seviyesi belli bir seviyenin üzerinde olan sporcular vardı. Ben mesela spor akademisi mezunuyum. Öğretmenim, beden eğitimi öğretmeniyim, aynı zamanda spor da yapıyorum, benimle bağdaştırabilirsin. Ama bir başkasına baktığında işletme okuyor, Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirmiş. Ona baktığın zaman, mesleği bu.
Spor bizim hobimizdi, ikinci plandaydı. Evet, yapıyoruz, keyif alıyoruz ama kimse oradan maddi olarak büyük beklenti içerisinde değildi. Tabii ki vakit veriyorsun ve para kazanıyorsun. Kurtarma, nasıl kurtarma? Geçtiğimiz aylarda Federasyon başkanlığına aday olan Erman Kunter var, Efe Aydan var, bunlara baktığımızda zaten o zamanın Milli Takım oyuncuları, elit oyuncular ve üst seviyede oyuncular. O zamana göre halen onların yeri doldurulmuş değil, o ayrı bir konu. Haklarını teslim etmem, lazım onların hakkıydı. Verilen paralara baktığımızda hak ettiklerini görüyorsunuz, çünkü Milli Takım’da oynuyorlar, kulüpler onlara bel bağlamış, amatör ruhla profesyonelliği iyi bağdaştıran bir dönemdi o dönem.
Şimdi baktığınızda bir Genç Takım oyuncusuna, altyapı oyuncusuna, A Takım oyuncusuna benzer bir para veriyorsanız orada amatörlüğü bekleyemezsiniz. Efes Pilsen ve Eczacıbaşı’nın profesyonelce bu hayata girmesiyle başlayan bir süreç bu. Genç takım oyuncularına bile maaş verdiklerini hatırlıyorum ben. Bahsettiğim zaman, 25-30 sene öncesidir. Belki o zamandan bu zamana gelinen süreç… Kusura bakmasın gençler, ama basketbolun kültür seviyesini şimdi voleybol alıp götürüyor. Voleybolun seviyesine baktığında daha üst seviyede, üniversitesi var, bilmem nesi var… Ben uzun süredir basketbol camiasından uzaklaştım, basketbol maçlarına da gitmiyorum. Bir tek Abdi İpekçi’de bir iki kez maça gittim, Efes Pilsen’in Avrupa maçlarına gittim, onun dışında Caferağa’ya bir iki kez gittim ama basketbol camiası eski şeyini kaybettiği için artık çok yaklaşmıyorum.
- Sizin de bildiğiniz gibi Fenerbahçe son on beş yılda büyük bir atılım yaparak EuroLeague kupasını müzemize taşıdı ve Avrupa’nın devlerinden biri haline geldi. Takımımızın bu sezonki sürecini, durumunu ve genel performansını nasıl görüyorsunuz?
Evet, dediğin çok doğru. Bu son on beş yıl EuroLeague’de olsun, Final-Four’larda olsun, Fenerbahçe’nin devamlı buralarda olduğu bir süreç yaşadık, bize büyük bir heyecan yaşattığı bir süreç. Her ne kadar “Maçlara gitmiyorum” desem de takip ediyoruz, tabii ki gönül bağımız var her şeyin ötesinde. Şimdi o süreçten bugüne baktığında, sanırım Fenerbahçe yönetim kurulu da eskiye göre çok fazla destek vermiyor, ya da ekonomiyi çok fazla yükseltemiyor, ya da vermiyor. Çünkü futbolda bir tribün var, 50 bin kişilik bir stadyum var, oradan gelen gelir ile spor salonundan gelecek olan gelir birbirini desteklemez. Sponsorlarınız olmazsa amatör sporları ne yazık ki çok fazla destekleyemiyorsunuz. O nedenle ben desteğini biraz çekiyor olmalarına çok kızmıyorum ama bu süreç, ne yazık ki yabancı oyuncuların sayısını arttırmaları ile başladı. Yabancı oyuncu buraya öpücükle gelmiyor. Bir de onlara dolar, euro, döviz veriyorsunuz.
Şimdiki süreçte ne olur? Ben biraz da temellerine inmesine inanıyorum Fenerbahçe’nin. Beşiktaş’ta oynamadım ama o dönemdeki Beşiktaş’ı da biliyorum. “Bu üç kulübü karşılaştırdığından nasıl bir değerlendirme yaparsın?” derlerdi, onu söylerdim. Beşiktaş iyi bir altyapıya sahipti. Galatasaray iyi idareciliği bilen bir kulüptü, Fenerbahçe ne yazık ki iyi adam harcayan bir kulüptü. Çok fazla deşmemekle beraber, bunu halen hepsinde yaşıyoruz. Umarım önce kendi çocuklarımızı eğitiriz, kendi çocuklarımıza yön veririz. Altyapıya önem vermezseniz taşıma suyla değirmen bir yere kadar gider diyorum.

- Son olarak, biz Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir Yıldıray Ağabey?
Fenerbahçe’yi zaten bırakmıyorsunuz, bırakamıyorsunuz. Bırakmadığımız için de Fenerbahçe camiasında emeği geçen, sportif faaliyet gösteren herkesin sizlere minnet duyması gerektiğine inanıyorum. Duyduklarımı da biliyorum ama size camia olarak şunu söyleyeyim: Hata yapın, sakın hemen silip atmayın. İnsanız, mutlaka hata yaparız tek bir şey söyleyeceğim, hayatın içinden çünkü, yaşadım, biliyorum. Her şey futbol değil, her şey basketbol değil. Tabii ki kulübünüzü sevin, tabii ki kulübünüzü destekleyin ama hayatınızın birinci sırasında o olmasın. Sizin de kendi yaşantınız var. Bunu söylemekteki en büyük nedenim şu: Sırf Fenerbahçe yüzünden ailesiyle arası bozulan, ailesiyle ayrılan, hayatını karartan, evini dağıtan insanların olduğunu biliyorum. Yaşadım, gördüm. O yüzden derim ki taraftarlara; güzel ol, iyi ol ve bizimle ol.
- Röportajımıza katıldığınız ve bize kattıklarınız için size çok teşekkür ederim Yıldıray Ağabey, var olun.
Ben teşekkür ediyorum, büyük bir onur duydum böyle bir daveti bana sunduğunuz için. Tabii ki bana Fensal Gürkan yoluyla ulaştığınız için Fensal kardeşime, arkadaşıma, dostuma da sevgilerimi sunuyorum.