Coşkun Teziç: “Haftada Üç İdman Yaparsak Şanslıydık”

1977 ve 1980 yılları arasında takımımızda forma giyen, sonrasında kulübümüzde ve TBF’de menajerlik görevlerinde de bulunan eski oyuncumuz Coşkun Teziç, Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran ve Osman Talha Sümer’in sorularını yanıtladı. (Yayına hazırlayan: Özgün Can)

  • Değerli Coşkun ağabey öncelikle hoş geldiniz, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için salontribunu.com ekibi olarak size çok teşekkür ederiz. Çocukluk, gençlik yıllarınızı, basketbola adım atma sürecinizi ve altyapı yıllarınızı bizlere anlatabilir misiniz?

Çocukluk yıllarım, babamın Fenerbahçe Spor Kulübü’ndeki futbolculuk dönemi ve sonrasında yönetimlerde aldığı görevler nedeniyle kulüpte geçti. Neredeyse kulübün eline doğmuş sayılırım. İlkokul ve ortaokul dönemlerim hep Fenerbahçe Kulübü’nün Altıyol’daki Efes Federal Sinemaları yakınındaki merkezinde geçti. Daha sonraki dönemim de o zamanlar muazzam bir tesis olarak gördüğümüz Fenerbahçe Burnu’nda geçti.

Basketbola başlamam şöyledir: Ben şiddetli bir astım hastasıydım, dolayısıyla spor yapma şansımın olmadığı var sayılıyordu. Fakat 1974 yılında Fenerbahçe Basketbol Şubesi’nin altyapısında antrenör olarak görev yapan Faruk Akagün bir şekilde beni görerek basketbola başlamama vesile oldu. O zaman Molan Koleji’nde okuyordum. Basketbolda ne elde ettiysem, açık yürekliliğimle söylüyorum ki Faruk Akagün sayesindedir. Basketbol kariyerimi o başlatmasa idi, uğraşmasaydı buraları görme şansımız olmayacaktı. 1974 yılında başladığımda, gerek malzeme açısından gerekse salon altyapısı açısından koşulların bugünkü koşullarla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Açık sahada, asfalt zeminde ve sağlıksız malzemelerle spor yapma çabası içerisindeydik. Faruk Akagün ağabeyimiz bizim ailemizle, eğitimimizle, sosyal çevremizle, yani her şeyimizle gerçekten bir aile büyüğümüz gibi ilgilenirdi. Çok değerli katkıları oldu, kendisine çok şey borçluyuz. Doktorların “Başlama, ölürsün” dediği basketbol, bende doğal olarak çok uzun süren bir aktif sporculuk yaşamına dönüşmedi ancak o sayede hem sağlığımızı kazandık hem de basketbolun içinde kalarak bu camiaya sporculuk dışında da çok hizmet verdik. Halen, Basketbol İçin Destek ve Eğitim Vakfı (BİDEV) aracılığı ile katkı sunmaya devam ediyorum.

O dönemde altyapı takımları düşünüldüğünde, biz diğer takımlara oranla çok daha ciddi, disiplinli çalışırdık. Günde iki üç antrenman yaptığımız dönemler olurdu. Bu sayede Fenerbahçe Spor Kulübü’nün basketbol altyapı tarihinde, yıldızlar kategorisinde ilk Türkiye Şampiyonluğunu getiren ekip biz olduk. Bu hem bizler adına, hem de kulüp adına önemli ve değerli bir kilometre taşıdır. Genç takım sürecinde de bu değerli mücadelemiz devam etti ve o ekipten A takıma çıkan dört beş kişi içinde yer aldım. Tuluğ Siyavuş ağabeyimizin antrenörü olduğu A takımda yer aldım. Daha sonra rahmetli ve çok sevgili Mehmet Baturalp’in, Batur ağabeyimizin antrenörlük süreci oldu. Türkiye’de her oyuncunun üzerinde çok ciddi emeği olan çok değerli bir ağabeyimizdi. Onunla çalışmak hem büyük keyif hem de bayağı zor bir süreçti. Hem bireysel hem takım olarak çok ciddi anlamda ağır antrenmanlar yaptırırdı. Ama o sayede ayakta kalabildik A takım olarak.  O dönemde gönül arzu ederdi ki Faruk Akagün ile devam edebilelim ancak Efes Pilsen projesi ortaya çıktı ve Faruk ağabey Efes Pilsen’in kuruluşunda yer alarak, o takıma değerli şampiyonluklar yaşatarak, önemli bir başka başarıya da imza atmış oldu.

23 Nisan 1975’te, Balıkesir Kurtdereli Spor Salonu’nda oynanan Yıldız Erkekler Türkiye Şampiyonası finali öncesinde Fenerbahçe’nin ilk beşi: Uluç Turan, Mehmet Kösdağ, Coşkun Teziç, Erhan Torun, Vedat Penpecioğlu. (Kaynak: twitter.com/elkatipzade1907)
  • Fenerbahçe’ye geliş sürecinize dair eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Fenerbahçe’ye geliş sürecim röportajın başında da bahsettiğim gibi oldu. Babam ve çevresi sayesinde kulübün içine doğdum. Fenerbahçe’de basketbola başlamam ise Faruk Akagün sayesinde oldu. Beni lise birinci sınıfta görüp ikna ederek Fenerbahçe’de basketbola başlamamı sağladı. Zaten kulübün içerisindeydim, sporcu olarak devam etmiş oldum.

  • Takımımıza katıldığınız 1977-78 sezonunda transfer yapamayan ve ligin diri takımları karşısında tutunamayan takımımız, 7 galibiyete karşılık 15 mağlubiyet aldığı ligi dokuzuncu sırada tamamlamıştı. Bu sezonu bizlere anlatabilir misiniz Coşkun ağabey?

Aslında yanlış giden bir şey yoktu. Mevcut şartlarda elden gelenin en iyisini ortaya koymaya çalıştık.  O dönemde maalesef maddi kaynak yaratmak konusunda çok ciddi sıkıntılar söz konusuydu.  Basketbolun amatör şubeler tarafından yönetildiği bir dönemdi. İş şimdiki gibi profesyonel şartlarda yürümediği için kişisel çabalara kalırdı. Başta Ferhan Baras ağabeyimiz ve birkaç değerli yöneticinin kişisel ve maddi çabalarıyla ayakta durmaya çabalayan bir takım görüntüsündeydik. Şimdiki gibi günde iki antrenman değil, Spor Sergi’de haftada üç antrenman yapabiliyorsak kendimizi şanslı hissederdik. Spor Sergi’nin de şartları zordu. Kışın dışarısı beş derece ise içerisi eksi beş derece olurdu.

O zor şartlarda çok da fazla bir şey beklememek gerekiyordu. Elbette diğer bazı takımlar için de şartlar bu şekildeydi ama Fenerbahçe’ye baktığımızda bir iki yöneticiyle, bir iki idealist insanın katkılarıyla iş yapmaya çalışan bir takımdık. Bugünkü basketboldaki profesyonellik, kontratlardaki rakamlar çok farklı. Bugünün bir oyuncusunun yıllık maliyetinin yarısından çok daha azına takım olarak bütün sezonu geçirmek durumunda idik. Dolayısıyla başarı ölçütü bence ligde kalmak şeklindeydi. Ne zaman ki Sayın Ali Şen şubenin başına geldi, orada hikâye tamamen değişti.

  • Takımınızdaki ikinci sezonunuz olan 1978-79 sezonunda Fenerbahçe, basketbola güçlü müessese takımları gibi bütçe ayıramamıştı. Kötü gidiş tüm hızıyla sürüyordu. Ezeli rakibimiz Galatasaray’da da durum farklı değildi, sezon boyunca ligin dibinden ayrılamayan Fenerbahçe ve Galatasaray küme düşmenin bu sezon kaldırılması sayesinde ikinci lige düşmekten son anda kurtulmuştu. Bize bu sezonu ve yaşananları anlatabilir misiniz?

Bir önceki sezonla çok benzer. O sezon yanılmıyorsam Eczacıbaşı ve Efes Pilsen’in de birinci ligde birlikte yer aldıkları sezondu. Organizasyon ve bütçe anlamında resmen uçurum vardı arada. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın o dönemde tamamen futbol endeksli olması, amatör şubelerin kişisel çabalarla, kurumsallık dışında yönetilmesi bu tür sonuçları getiriyordu.  Oradaki başarı, her iki takım adına da,  küme düşmenin kaldırılarak o sezon için ligde kalmalarının sağlanması oldu. O şartların gerçekliğinde söylenecek çok şey yok.

(Kaynak: basketfener.blogspot.com)
  • 1979-80 sezonunda taraftarlarımız karanlık yılların bitmesini dört gözle bekleyedursun, tünelin ucunda en küçük ışık dahi görünmüyordu. Ekonomik zorluklardan başını kaldıramayan takımımız, bu sezonda küme düşme korkusu yaşamadı ama ligi 11. sırada tamamlayabildi. Bu sezonu bizlere anlatabilmeniz mümkün müdür?

Rahmetli Batur ağabeyin antrenör olduğu sezon olarak hatırlıyorum, yanılmıyorsam. Neleri iyi yaptık dersek, daha önce de bahsettiğim gibi, çok ciddi, ağır idmanlar yaparak sezonu on birinci kapatabildik. Daha iyi bir şey bekleme şansımız yoktu. Hem yaş ortalaması açısından, hem maddi ve fiziki şartlar açısından daha fazla bir şey beklenemiyor maalesef.

  • Ferhan Baras’ın takımımız için yaptığı fedakarlıkları es geçemeyiz. Brainur Popović ve Jarko Knežević transferlerindeki katkılarını ve deplasmana gidecek taraftarlar için otobüs kaldırdığını biliyoruz. Kendisini bizlere anlatabilir misiniz Coşkun ağabey?

Ferhan ağabey tanıdığım en değerli Fenerbahçelilerden biri olarak hafızamda yer alır. İyi bir iş adamıydı ve o sayede takımı desteklemek konusunda da çok önemli ve değerli katkıları oldu. Örneğin biz gençler, çoğu maaşımızı Ferhan ağabeyden alırdık. Daha sonra Perşembe Pazarı’nda, onun yanında işe girdim. Hem basketbolu, hem işi bir arada götürmeye çalışıyordum. Biz gençleri sever, kollar, arkamızda dururdu, motive ederdi. Kötü oynadığımız zaman da ciddi anlamda kızar, fırçalardı. Antrenörden korkmazdık, Ferhan ağabeyden korkardık. Birliktelik ve takım olma konusunda bizlere önemli katkıları vardır Ferhan ağabeyin.

(Kaynak: basketfener.blogspot.com)
  • Spor Sergi’yi bizlere anlatabilmeniz mümkün müdür?

Spor Sergi, “Spor Sergi kültürü” diye bir kavramın yaratıldığı, tartışmasız biçimde basketbolumuzun mabedidir. Seyircinin bu denli kaliteli ve katılımcı biçimde, gerektiğinde sabahtan akşama kadar orada yer alması muazzam bir şeydi. Lig sıralamasında nerede olduğumuza bakmaksızın, sadece basketbol seyretmek adına orada bulunan ve basketbolu anlayan bir seyirciydi. Neredeyse her takımın kendi tribünü vardı. Teknik Üniversite tribünü, Beşiktaş tribünü, Fenerbahçe tribünü, sosyete tribünü, Moda tribünü… Önemli bir konu da, küfürlü tezahüratlara şahit olmayışımızdı. Fenerbahçe, Galatasaray Beşiktaş arasında geçen kimi maçlarda arada bir olur muydu? Evet, belki nadiren. Basketbolu, neyi alkışlaması, neyi protesto etmesini gerektiğini çok iyi bilen seyircilerdi. O seyirci önünde oynamak büyük keyifti sporcular adına.

Maalesef oranın yıkılmasından önce yapılan en büyük kötülük, o salonun yenilenmesine hiçbir zaman destek verilmemesidir. Yıllarca aynı şekilde, aynı sağlıksız ortamda devam edilmesine izin verildi. Özellikle soyunma odaları bugüne göre inanılmaz kötüydü. Kışın ortasında sıcak suyun akmadığı günler olurdu. A takım oyuncususunuz, antrenman yapıyorsunuz, zaten buz tutmuşsunuz. Bir de sıcak su olmadığından duş almadan terli terli yola çıkıp karşıya eve gitme süreci en büyük ıstıraptı bizim için. Ferhan Baras, Halil Dağlı, geçenlerde yitirdiğimiz rahmetli İzzet Sürücü ağabeyler oradayken onlardan önce duşa girmeye cesaret etmemiz mümkün olamazdı. Tahta takunyaları doğrudan kafaya yerdik.

(Kaynak: twitter.com/pasalibirol1907)
  • Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra kariyerinizi nasıl sürdürdünüz?

Astım yüzünden aktif sporculuk hayatım zor oldu. “Başlama, ölürsün” diyen doktorlar ekibine karşı şöyle bir karar almıştım: “Başlayacağım, ölmeyeceğim, ama koyacağım hedef gerçekleştiği anda bırakacağım”. O hedef de “Eğer milli olursam bırakacağım” şeklindeydi. Ümit milli oldum ve o gün bıraktım. Yarım sezon Taçspor macerası oldu, sonra Anadolu Hisarı falan derken tam olarak bıraktım. Ardından doğrudan Fenerbahçe’de altyapı organizasyonunda görev aldım.  O zamanlar sevgili Murat Özgül altyapıda antrenördü. Fenerbahçe’ye çok emeği olan, çok sevdiğim, çok doğru bir insandır. Onun antrenör olduğu organizasyonda, gelir getirecek bir unsur yaratmak adına hayata geçirdiğimiz en önemli konu spor okulları oldu.

Bir dönem antrenörlük yapayım dedim, baktım bana göre değil. Doğrudan menajerlik konusuna devam ettim. Rahmetli Doğan Hakyemez A takım menajeri olduğunda onla birlikte devam ettik. Bir süre Fehmi Sadıkoğlu döneminde A takımında asistan koçluk yaptım. Erman Kunter’in de yer aldığı dönemde yaklaşık yedi sekiz sene kulüpte menajer olarak görev yaptım. 1991 yılında lig şampiyonu olarak süreci taçlandırdık. Ardından Turgay Demirel’in ilk döneminde ilk profesyonellerden biri olarak da federasyonda göreve başladım. Sonraki süreç de genel sekreterlik, milli takım menajerliği şeklinde devam etti.

  • Fenerbahçe’mizde saha içinde ve dışında unutamadığınız bir an olmuş muydu?

Tuluğ Siyavuş’un antrenör olduğu, İzzet Sürücü, Halil Dağlı, Ferhan Baras, Apostol Natof, Majak Çakır, Habib Yannier gibi oyuncularımızın bulunduğu takımda antrenmanlar Ferhan ağabeyin istediği şekilde doğrudan beşe beş yapılırdı zaman zaman. İddialı da olurdu. Halil Hoca gençleri tercih ederdi, beni takımına alırdı. Ferhan abinin takımı da daha deneyimli oyunculardan kurulurdu genelde. Halil Hoca beni sürekli doldururdu,  “İzzet ağabeyini kesebilirsen sana yemek ısmarlarım” ve benzeri vaatlerle. O zaman yeşil bir BMW aracı vardı Halil Hoca’nın. Ben de arabaya çok meraklıyım. İki tur atmak için can atıyordum. Bunu bildiği için “İzzet ağabeyini kesersen, hafta sonu araba sende” şeklinde inanılmaz bir öneriyle geldi. Ben de o gazla İzzet ağabeyi bir kestim, iki kestim, üçüncüde çok sinirlendi. Arkasında savunmadayken, Halil Hoca dedi ki “Sen ayrıl gizlice, ben tutayım şimdi onu”. Halil Hoca, İzzet Sürücü’nün arkasına geçti, İzzet Sürücü alçak postta topu aldı, yere bıraktı, döndü bir yumruk çıkardı. Arkasındakini ben zannederek Halil Hoca’ya vurmuş oldu.  Halil Hoca da bana “Sana araba maraba yok, hem savunma öğretiyoruz, bir de dayak yiyoruz üstüne” dedi.

Deplasmanlarda seyahatlerde çok ilginç, güzel anılarımız var elbette. Tuncer ağabey vardı, (küçük) Tuncer Canıtez, ben onunla kalırdım deplasmanlarda. Muazzam sohbeti vardı, müthiş anılarımız vardır onunla.  O tür ağabey kardeş ilişkileri iyiydi. Ama çekinme ve saygı hep vardı. Böyle, “Bir maç alsak da Ferhan ağabey bizi yemeğe götürse” diye beklerdik. “Maçı kazanırsak, Halil Hoca da arabayla karşıya geçerse, yanında da kimse yoksa bizi bırakır herhalde” benzeri basit beklentilerimiz vardı. Para zaten hak getire,  bana yapılan muamele şöyle: “Zaten kulübün evladısın, ne parası, git babandan al.” Elbette o günün koşullarında olağan, bugünün koşullarında ise inanılmaz.

  • Fenerbahçe’de forma giydiğiniz süreçte bir çok değerli isimle sahada birlikte ter döktünüz. Beraber oynamaktan en keyif aldığınız isim kimdi?

Engin Domaniç çok değerli bir oyuncuydu ve çok değerli bir insandı. Rahmetli annesi benim felsefe öğretmenimdi ve çok severdim kendisini. Engin ile birlikte sahada olmaktan keyif alırdık. Apostol Natof ile de öyle. İzzet ağabeyden uzun oyuncu olarak çok şey öğrenirdik. Halil Hoca’nın kurşun dökmeleri pek meşhurdu. Bunlardan keyif alırdık.

  • Galatasaray Beşiktaş ve Efes Pilsen maçları Fenerbahçe camiası için her zaman çok önemlidir. Bu maçlara nasıl hazırlanıyordunuz ve Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde bu maçların kulüp için önemini bir sporcu gözüyle sizden dinlemek isteriz?

Benim zamanımda Galatasaray maçları için kampa girerdik. Fenerbahçe Burnu’ndaki o yuvarlak binadaki kamp tek hazırlığımızdı. Haftada üç antrenmanla çok fazla hazırlanamıyorsunuz. Çıkıp seyircinin desteğiyle, o motivasyon ile bir şeyler yapardık. Dönemin Murat 124’leri, Şahin’leri gibi biz de gazla çalışıyorduk anlayacağınız.

1979-80 sezonunda Spor ve Sergi Sarayı’nda oynanan Fenerbahçe-Galatasaray derbisine dair bir gazete kupürü.
(Kaynak: basketfener.blogspot.com)
  • Sizin döneminizle ve şimdiki basketbol arasındaki farklar nelerdi amatörlük ve profesyonellik anlamında? O dönemki kulüpçülük ruhu nasıldı?

Kulüpçülük ruhu için şunları söyleyebilirim. Örneğin Batur ağabey antrenör olarak Beşiktaş’a geçtiğinde “Sen de gel” dedi bana. “Mümkün değil,  Fenerbahçeliyim, öldürürler beni” dedim. Ayrıca gitmek de istemezdim. Benim Fenerbahçeliliğim farklı, ben oradaki insanların eline doğmuş gibiyim.  Benim Fenerbahçeliliğim aile değerlerini de içeren aidiyet duygusu yüksek bir durum.

En ilginç örneklerden biri Ferhan Baras’tır. Profesyonel bir oyuncu olduğu kadar inanılmaz bir kulüpçüdür de. Bu tip oyuncular o dönem “Kulüp için nasıl fedakârlık yapabilirim?” diye düşünürlerdi.  Ben maaş almadığım halde “Başka bir yere gitmem” diyordum. Profesyonellik olmadığından, tamamen amatör ruhla yaşandığından, sizi bağlayan unsur aidiyet duygusuydu. O aidiyet duygusunda kulübün yaklaşımı da önemliydi tabii. Sizi ne kadar tutuyor, sizi ne kadar destekliyor, onun karşılığında size gerçekten hakkaniyetli yaklaşıyor mu? Ufak tefek şeylerden mutlu olurduk bizler. Mesela benim için Fenerbahçe sosyal tesislerinde takım halinde yemek yemek çok güzel bir ödüldü, çok büyük keyif alırdık ondan.

  • Fenerbahçe, Milli Takımlar, Tofaş, Ülkerspor’da menajerlik yaptınız. Fenerbahçe ve Milli Takımlar başta olmak üzere menajerlik sürecini ve neler yaşadıklarınızı bizlere anlatabilir misiniz?

Fenerbahçe’de menajerlik, Sayın Metin Aşık’ın başkan olduğu andan itibaren görece profesyonel şekle dönüşerek, bize biraz daha maddi imkân sağlanmasıyla ilişkilidir. Sürekli para arama döngüsünden çıkabildiğiniz andan itibaren, olması gerekeni, yani bir kulübün yönetilmesi için gereklilikleri yerine getirme şansına sahip oluyorsunuz. Dolayısıyla iyi neticeler de gelmeye başlıyor. Şampiyon olduğumuz dönemdeki kadroya bakarsak Aliço (Ali Limoncuoğlu), Hüsnü Çakırgil, Kemal Dinçer, Levent Topsakal, Güray Kanan gibi isimler vardı. Çok maliyeti olan bir kadro değildi. Diğer güçlü takımlarla karşılaştırıldığında neredeyse yarı maliyet ile şampiyon olma şansını elde ettik. Elbette bunda Doğan Hakyemez ve Çetin Yılmaz’ın önemli katkıları var. Yönetsel anlamda katkıları, doğruları çok olduğu için böyle bir konforu yaşadık.

Başlarda Fenerbahçe’de menajerlik yapmak ciddi anlamda zordu. Federasyonun ilk yıllarında da milli takım adına menajerlik yapmak çok zordu. Çünkü şu anda yarı özerk olarak, maddi imkânları sağlama yetkisine sahip olan rahatça hareket edebilen federasyon o dönemde tamamen Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne bağlıydı. Özerkliğe kadar, özellikle ilk yıllarda, hem maddi kaynağın yaratılması hem de maddi kaynağın kullanımı kriterleri konusunda birçok engel karşınıza çıkıyordu.

Bir şeyi ne kadar iyi niyetle yaparsanız yapın, düşünürseniz düşünün, karşınıza mutlaka mevzuatla ilgili bir engel çıkıyor ve onu gerçekleştiremiyorsunuz. Çabalarla iş bir noktaya geldiği zaman da milli takımı bir kulüp takımı şeklinde yönetme şansını elde etmiş oluyorsunuz. Fenerbahçe’de menajerlik kolay bir şey değil ama çok onurlu bir görevdi benim için. Diğer menajer arkadaşlar için de öyle olması gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin en köklü, en değerli, en çok taraftara sahip, farklı anlamları olan bir spor kulübü. Çok değerli bir marka, çok değerli bir camia. Orada ikinci branş olan basketbolda önemli bir pozisyonda görev almanız da bence çok büyük bir onur vesilesi. Bunun maddiyat ile ölçülmesi olanaksız. Hep onur duyduk, elimizden gelenin en iyisini yapmaya gayret gösterdik. Neticede başarılı bir dönem de geçirdik.

Coşkun Teziç’in Tofaş Spor Kulübü’nde görev yaptığı dönemden bir fotoğraf. (Kaynak: http://www.tofasspor.com)
  • Sizin de bildiğiniz gibi Fenerbahçe son on beş yılda büyük bir atılım yaparak EuroLeague kupasını müzemize taşıdı ve Avrupa’nın devlerinden biri haline geldi. Takımımızın bu sezonki sürecini, durumunu ve genel performansını nasıl görüyorsunuz?

Daha önce de bahsettiğim üzere kulübün ismine, tarihine ve başarılarına baktığımız zaman, Fenerbahçe’nin her zaman Final Four’da, en kötü olasılıkla ilk sekizin içerisinde yer almasını sağlayacak bir organizasyonun varlığı ve sürdürülebilirliği önemli bir konu. Basketbol futboldan sonra en önemli branşlardan biri. Hoş, şimdi voleybol, büyük bir atılımla başarı anlamında basketbolun önünde gibi ama tekrar toparlanır basketbol, sorun olmaz. Yatırımlardan ziyade yönetimlerin iki senede, üç senede bir değişmesinden kaynaklanan sürdürülebilirlik zafiyetleri gözlemliyorum. Ortadan kaldırılması gerekir. Başına kim gelirse gelsin, şubenin kendi imkânlarını yaratacak yapıya kavuşturulması önemli ki son senelerde bu nispeten gerçekleştirilebilmiş gibi.

Ülker Arena muazzam bir tesis, muazzam bir imkân. Önemli bir gelir unsuru ayrıca. Elbette pandemi sürecince zararlar olmuştur. Ben hedefler anlamında tercihleri doğru buluyorum. Ama o tercihlerin kullanılması konusunda hatalar olabilir. Her kulüpte olabilecek şeylerdir, düzeltilebilir. Sürdürülebilirliği unutmadan sabırlı davranmak gerek. Bence problem biraz da Fenerbahçe’de bu sabrın bugüne kadar hiçbir zaman gösterilmemiş olmasında yatıyor. Her gelen yönetici haklı olarak hızlıca başarılı olmak istiyor. Başarılı olmak parmak şıklatarak hemen ortaya çıkacak bir şey değil. Planlı, programlı ve iyi bir irade ile sürdürülmesi gereken bir süreç. Ve elbette üst yönetimde isimler değişe de arkasında durulması gereken bir şey. Aşağıda bir takım şeylerin sabit ve kalıcı olması gerekir. Oralarla sıklıkla ve çok oynarsanız o zaman iş istenildiği gibi olmaz.

Coşkun Teziç, BİDEV faaliyetleri kapsamında Yozgat Osmanpaşa Köyü İlköğretim Okulu beden eğitimi öğretmeni Nimet Ezgin tarafından 5 ay önce okulda ve Osmanpaşa Köyü’nde başlatılan basketbol hamlesini yerinde görmek ve desteklemek için Yozgat’ta. (Kaynak: twitter.com/bidevorgtr)
  • Son olarak biz Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir ağabey?

Sabırlı olmaları lazım. Başarıya aç mıyız? Evet. Futbol takımı ve basketbol takımı arzu ettiğimiz neticeleri alıyor demek zor. Ama bu “Alınamayacak” demek değil. Her sene bir takım şampiyon olacak. O bir takım olmak önemli ancak olunamadığı zaman da dünyanın sonu değil. Çünkü tek kıstas o değil. Her kulvarda iyi mücadele eden, her yıl şampiyonluğu sonuna kadar kovalayan, bunu hayata geçirme becerisini gösteren kalıcı bir yapının ortaya konması esas olandır. Bu da sabır ile, kararlılık ile ilgilidir.  Sürece inanmak, güvenmek gerekir. Kolay mı? Başarıya aç bir camiadan, bir seyirci topluluğundan bahsediyoruz. Ama şimdi sabretmek gerek. Kendimi bildim bileli çok koyu bir Fenerbahçeliyim, tarafım ama fanatik değilim. Yani bakışımı tamamen Fenerbahçe’ye dönük kapatmam, Fenerbahçe – Galatasaray maçından keyif almaya da bakarım. Elbette ki Fenerbahçe’nin kazanmasını isterim, hatta farklı kazanmasını isterim. Ama olmadığı zaman da buna çok üzülmem çünkü adı üstünde bu bir oyun ve keyif alınması gereken bir şey. Bunu bir savaş ve şiddet unsuruna dönüştürmek bence en büyük yanlış. Fazla “Polyannavari” bulabilirsiniz ama böyle.

Evet, başarı olması gereken ve beklenen bir şey. Özellikle başarının gelmesi gecikince beklenti daha da artıyor. Ama aynı zamanda buna tahammülün de gösterilmesi gerekiyor. Para harcamak çok kolay ama para yaratmak, kalıcı, sürdürülebilir gelir kaynağını yaratmak esas başarıdır. Böyle bir kulüp için böyle değerli bir marka için bunun halledilmesi lazım. Gördüğüm kadarıyla mevcut yönetim bu konuya çok önem ve değer veriyor. Üzerinde titizlikle duruyor. “Bu ikisi aynı anda olsun, hem başarı gelsin hem sürdürülebilir gelir kaynağını sağlıklı ve kalıcı bir şekilde yaratalım.” İşte o çok kolay bir şey değil elbette.

  • Röportaj davetimizi kırmadığınız için size çok teşekkür ederim değerli Coşkun ağabey. Kulübümüze oyuncu ve menajer olarak hizmetleriniz için size hem kendim hem ekibim hem de Fenerbahçeliler adına tekrar çok teşekkür ederim değerli Coşkun ağabey, var olun.

Buraya kadar zahmet ettin ve Fenerbahçe basketbol tarihimiz için çok ciddi bir iş yapıyorsunuz. Asıl ben sana teşekkür ederim sevgili kardeşim Erdi.

Coşkun Teziç, Salon Tribünü ekibinden Erdi Tiran ile.

Yorum bırakın