Mehmet Döğüşgen: “Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Bir Ferdi Olmak, Şeref ve Onurdu Benim İçin”

1974-1976 yılları arasında Fenerbahçe formasıyla yıldızı parlayan, sonrasında Eczacıbaşı, Efes Pilsen ve Çukurova Sanayi gibi takımlarda forma giymiş, bir dönem de Türkiye Basketbol Federasyonu ve Milli Takımlarda görev yapmış eski basketbolcu Mehmet Döğüşgen, Salon Tribünü ekibinden Osman Talha Sümer ve Erdi Tiran’ın sorularını yanıtladı. (Yayına hazırlayan: Özgün Can)

  • 1974-75 sezonunda Fenerbahçe’de yıldızınız parladı ve 2.05’lik boyuyla pota altındaki mücadeleci oyunuyla Kara Mehmet olarak tanınmaya başladınız. Bu sezonu ve bu lakabınızın nasıl verildiğini bizlere anlatabilir misiniz?

Basketbola 1973 yılında İTÜ Spor Kulübü’nde başladım. O zamanlar İTÜ, mühendisler kulübünün yardımıyla varlığını sürdürüyordu ve yenilmez armadaydı. İlk antrenörüm Macit Yavuz da bir mühendisti. İTÜ’ye gelişim ise şöyle. 1973’te takımın yöneticisi mühendis Tunçiz Karaman, Antakya’ya akraba ziyaretine geldiğinde spor salonu önünde 2,05 boyumla beni görüyor. Beni İstanbul’a kulübüne götürmeyi teklif ediyor ve ailemle tanışıyor. İki gün sonra uçakla İstanbul’a gidiyoruz ve öykü başlıyor. Gümüşsuyu Spor Salonu’nda Macit ağabey yönetiminde idmanlara başladım. Dört ay sonra Bursa’da Gençler Türkiye Şampiyonası finalinde Karşıyaka’ya yenilerek ikinci olduk. Yeni olduğum için elbette iyi oynayamadım, birçok hata yaptım ancak bana müthiş yararı oldu, basketbol oyununu tanıdım böylelikle. Sezon sonunda iyi Fenerbahçeli, çok değerli antrenör Önder Seden ile tanıştım. Bana Fenerbahçe’ye katılmamı önererek basketbolumu geliştirme fırsatı sundu. Bu sahiplenici öneriyi karşılıksız bırakamazdım ve elbette Fenerbahçe’ye geldim. “Kara Mehmet” ismini bana lise antrenörüm, büyük Fenerbahçeli Hüseyin Kozluca verdi. Toplumun sevgilisi haline gelmiş Fenerbahçe Spor Kulübü’nün bir ferdi, oyuncusu olmak büyük bir şeref ve onurdu benim için.

(Kaynak: Mehmet Döğüşgen arşivi)
  • Fenerbahçe’deki genç takım yıllarınızı bizlere anlatabilir misiniz?

Fenerbahçe’ye geldikten sonra, gençler olarak Önder Seden ağabeyimizle sabah akşam yoğun çalışmalara başladık. Gürcan, Mustafa ve ben kamp binasının alt katında birlikte kalıyorduk. Yememiz içmemizle, okulumuzla da ilgileniliyordu. Cemil, Alpaslan, Cem, Selahattin gibi topluma mâl olmuş ünlü futbolcularla aynı binada kalmak büyük bir ayrıcalıktı. Müthiş bir ortamdı, bu da motivasyonumuzu olumlu etkiliyordu. Gençler olarak en büyük hayalimiz çalışıp Fenerbahçe’de yıldız olabilmekti. Bunun için oradaydık.

Ayakta soldan birinci: Mehmet Döğüşgen (Kaynak: Mehmet Döğüşgen arşivi)
  • Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra Eczacıbaşı takımına transfer oldunuz ve bu takımda 1976, 1977 ve 1978 yıllarında Türkiye Basketbol Ligi şampiyonlukları yaşadınız. Ne kadar Fenerbahçe ağırlıklı bir sayfa olsak da bu başarılarınızı es geçemeyiz. Bu bahsi geçen 3 sezondaki başarılarınızı bizlere anlatabilmeniz mümkün müdür?

1976 yılında Eczacıbaşı Spor Kulübü’ne transfer oldum. Futbolun büyük kulüplerinin amatör şubelere pek yatırım yapmadığı yıllardı. Müessese takımları basketbola el attı ve profesyonellik başladı. O yıllarda Fenerbahçe’de Ferhan Baras, Engin Fıstıkçıoğlu, Erdim Öztokat ve Halil Dağlı gibi oyuncular maddi karşılığı olmaksızın oynuyorlardı. Hatta Önder Seden de bilâ bedel, salt Fenerbahçe aşkıyla görev yapıyordu. Eczacıbaşı’nda üç yıl oynadım. İTÜ ve Fenerbahçe’de edindiğim altyapı ve temel bilgiler sayesinde antrenör Aydan Siyavuş’un gözüne girerek takımdaki yerimi aldım. Aydan ağabey ve Efe Aydan Karşıyaka’dan transfer edilmişlerdi. Eczacıbaşı ikinci ligdeyken takımı rahmetli Yalçın Granit çalıştırıyordu. Eczacıbaşı’na geldiğim ilk yıl şampiyonlukla tanıştım ve tüm gazetelerde yılın en iyi çaylak oyuncusu seçildim. Üç yıl arka arkaya şampiyon olduk. İnanılmaz bir duyguydu. On dokuz yaşımda A Milli Takım’a seçilerek hayatımın en büyük ödülünü aldım.

1975-1976 sezonunda Basketbol 1.Ligi’nde şampiyonluğa kazanan Eczacıbaşı takımı. Alt sırada soldan beşinci: Mehmet Döğüşgen (Kaynak: https://ayaktakileroturanlar.com/eczacibasi-1975-1976/)
  • 1978 yılı sonunda Eczacıbaşı takımından ayrıldıktan sonra 1984’e dek Efes Pilsen takımında forma giydiniz ve bu takımın 1978-79, 1982-83 ve 1983-84 sezonlarında Türkiye Basketbol Ligi şampiyonu olmasında büyük pay sahibi oldunuz. Bu süreci bizlere anlatmanız mümkün müdür?

Müessese kulüplerinin çoğalması rekabeti fena halde yukarı çekti. 1978’de birinci lige çıkan Efes Pilsen beni kadrosuna katmak istedi ancak ben Eczacıbaşı’ndaki çıkışımı sürdürmek, üstüne koyarak orada daha büyük başarılar elde etmek istiyordum. Öte yandan kulüp başkanı Tuncay Özilhan ve Pano Natof bana gün aşırı tekliflerle geliyorlardı. Sonunda ikna oldum ve iyi sayılabilecek bir ücretle transferim gerçekleşti. Efes Pilsen’de o dönem tam profesyonellik hâkimdi ve hedeflere ulaşmak için büyük paralar harcanıyordu. Ve kulüp bu çabanın karşılığını da fazlasıyla alıyordu. Orada altı yıl oynadım. Eczacıbaşı’ndan sonra en iyi yıllarımdı diyebilirim. Eczacıbaşı maddi olanakları Efes Pilsen kadar yukarı çekmiyordu belki, ancak inanılmaz bir aile ortamı sağlıyordu. Orada çok şey öğrendim. Bir süre sonra bu rekabet fazla süremedi ve Eczacıbaşı erkek basketbol şubesini kapattı.

  • 1975-1984 yılları arasında milli takımımızın değişmez oyuncularından biri oldunuz ve ay yıldızlı formayı 148 kez giydiniz. Milli takımımızın 1981 yılında Balkan şampiyonu olmasında çok önemli bir rol oynadınız, ayrıca 1977 ve 1981 yıllarında Avrupa Basketbol Şampiyonalarında da forma giydiniz. 1983 yılında Fas’ın Kazablanka kentinde düzenlenen Akdeniz Oyunlarında bronz madalya kazanan takımda yer aldı. Milli takım sürecinizi ve başarılarınızı sizin gibi çok değerli bir isimden dinlemek isteriz Mehmet ağabey.

1975 – 1984 yılları arasında milli takımımızın ay yıldızlı formasını büyük onur ve şerefle terlettim. Her sporcunun hayali budur. Milli takım forması ile tanışmam 1975’te Yugoslavya Cacak’ta Gençler Balkan Şampiyonası’nda oldu. Takıma henüz çağrılmış olmama rağmen kadroda yer buldum ve iyi de oynadım. Hatta ribaunt kralı oldum. Turnuvadan sonra “Her şey sayende oldu ağabey” diyerek Aydan Siyavuş’a teşekkür ettim. Daha sonra 1976’da şampiyona Bursa’da oldu ve tüm ekip müthiş bir mücadele ile finalde Yugoslavya gibi bir devi yenerek şampiyon olduk. O kuşak birbirini çok seven, sayan bir ekibe sahiptik. Zaten devamında 1981’de A Milli Takım olarak Balkan şampiyonluğu, 1982’de Balkan ikinciliği, 1983’te Akdeniz Oyunları üçüncülüğü gibi başarılara imza atmıştık.

1981 yılında Balkan Basketbol Şampiyonu olan Türk Milli Takımı. Ayakta soldan üçüncü sırada 11 numaralı formasıyla Mehmet Döğüşgen. (Kaynak: https://twitter.com/yugoslavfaulu)
  • Efes Pilsen’den sonra Çukurova Sanayi takımında da forma giydiniz ve bundan sonra aktif basketbol yaşamını noktaladınız. Sonra ise basketboldan kopmadınız ve Türkiye Basketbol Federasyonu ve milli takımın çeşitli kademelerinde başta menajerlik, idarecilik ve altyapı sorumluluğu olmak üzere birçok kez görev aldınız. Sporculuktan sonraki yöneticilik, menajerlik ve altyapı sorumluğu kariyerinizi, bu pozisyonlarda neler yaşadığınızı, yaşadıklarınızı ve izlenimlerinizi bizlere anlatabilir misiniz?

Efes Pilsen’de altı yıl oynadıktan sonra 1985’te Tofaş’ta dört yıl oynadım. Bu transferden iki yıl sonra İstanbul’da Fenerbahçe ile oynadığımız bir özel karşılaşmada sağ diz yan bağlarımın esnediği bir sakatlık yaşadım. Çapraz bağ kopmadı ama diz ciddi hasar almıştı. Tedavi süreci uzun sürdü ancak tam anlamıyla bir iyileşme olmuyordu. O zamanlar şimdiki gibi ameliyat çözüm olmuyordu. Dizlerimi kuvvetlendirdim ve iki yıl da öyle oynadım. Ancak bana hiç zevk vermiyordu. Kendimi daha fazla yıpratmamak adına bıraktım. 1989 yılında Çukurova kulübü Halil Üner’le anlaştı. Uzun olarak hedeflerinde ben varmışım. Bir akşam kulüp başkanı Aytaç Kanan, Emin Karagülle ve yönetim kurulu beni yemeğe davet ettiler. Yemeğin sonunda Emin Karagülle “Biz Kara Mehmet’i Çukurova’ya transfer etmek istiyoruz” dedi. Ben “Yahu ağabeyler, Kara Mehmet’in yarısı bile yok artık, ne transferi, ben bıraktım” desem de Aytaç Bey “Olsun, senin bu halin de bize yeter, oyuncu menajerlik yaparsın, çocuklara ağabeylik edersin” biçiminde konuştu. Ben de kabul ettim. Gece gündüz ağırlık çalışarak dizimi demir gibi yaptım. Eczacıbaşı ile oynadığımız Türkiye finalinde yirmi sayı, on iki ribaunt gibi istatistikleri gördüm. Cumhurbaşkanlığı kupasını kazandıktan sonra jübile yaptım ama takım menajerliğine devam ettim. Yani her şeye rağmen sonu mutlu ve başarılı oldu. Bu fırsatla, Aytaç Kanan, Emin Karagülle ve Halil Üner’e çok teşekkür etmek isterim.

2012 yılında Avrupa Şampiyonu olan Türkiye Yıldız Basketbol Milli Takımı’nın Antrenörü Ömer Uğurata ve Menajer Mehmet Döğüşgen (Kaynak: https://www.ntvspor.net/basketbol/avrupa-sampiyonlugunun-oykusu—-579e4bb4c873cc20ac3c4df3)
  • Türk Basketbolunun geleceği için neler düşünüyorsunuz ve altyapılara dair yorumlarınız nelerdir?

Türk basketbolu iyi yolda. Geleceğini de parlak görüyorum. Gençlerin çoğunlukta olduğu bir kadro. Uyumlu, birbirini seven, sayan bir ekip görüntüsü var. Teknik açıdan baktığımızda uzun ve forvet pozisyonlarında gerek hücumda gerekse savunmada yeterli katkıyı sağlayabilecek oyunculara sahibiz. Tek sorun istikrar. Çok iyi iki maç oynuyoruz ardından bozuluyoruz. Ben bunu kuşak geçişlerinde uyum problemi ve konsantrasyon eksikliklerine bağlıyorum. Ama kalite kesinlikle mevcut. Kısacası bu gençlere çok güveniyorum ve başarıyı yakalayacaklarına inancım tam. Altyapılardan inanılmaz oyuncular geliyor. Önlerini açalım, fırsat verelim.

  • Fenerbahçe’mizde saha içinde ve dışında unutamadığınız bir an olmuş muydu?

Fenerbahçe’ye transfer olduğumda akşam sosyal tesislerde müzikli eğlence vardı. Taşradan, Antakya’dan gelmiş biri olarak, o gecede Erol Evgin, Ajda Pekkan gibi sanatçıları izlemek benim için rüya gibi bir şeydi, hiç unutamam. Bir de Fenerbahçe – Galatasaray derbisinde Önder ağabey ilk kez beni oyunda bir hayli uzunca tuttu. Rakibin ABD’li uzununa karşı çok iyi oynamıştım ve kazanmıştık. Ferhan ağabeyin şutları, Halil Hoca’nın post üstü cillop atışları da saygı uyandırıcıydı.

  • Fenerbahçe’de forma giydiğiniz süreçte bir çok değerli isimle sahada birlikte ter döktünüz. Beraber oynamaktan en keyif aldığınız isim kimdi?

Fenerbahçe’de oynadığım süre zarfında en beğendiğim oyuncular Ferhan Baras ve Halil Dağlı’ydı. Erdim Öztokat ve Engin ağabeyleri de çok seviyorum. Rahmetli Fıstıkçı Engin tam bir babaydı. Kulüpten para almadığı gibi bizlere sürekli harçlık verirdi. Çok iyi insandı.

  • Galatasaray ve Beşiktaş maçları Fenerbahçe camiası için her zaman çok önemlidir. Bu maçlara nasıl hazırlanıyordunuz ve Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde takım için bu maçların önemini bir sporcu gözüyle sizden dinlemek isteriz.

Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş arasındaki derbiler camialar için çok kıymetli. Bunlarda alacağınız galibiyetin camia nezdinde kupa kazanmak kadar değeri var neredeyse. Sporcular da bunu çok iyi bildikleri için bu maçlar öncesi stresli, uykusuz, gergin geçer. “Sonuçta bir spor karşılaşması işte” diyemezsin. Camianın isteği doğrultusunda kazanmak zorundasındır. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş arasındaki derbiler camialar için çok kıymetli. Bunlarda alacağınız galibiyetin camia nezdinde kupa kazanmak kadar değeri var neredeyse. Sporcular da bunu çok iyi bildikleri için bu maçlar öncesi stresli, uykusuz, gergin geçer. “Sonuçta bir spor karşılaşması işte” diyemezsin. Camianın isteği doğrultusunda kazanmak zorundasındır. Kazanmazsan da derin üzüntüyü tüm Fenerbahçelilerle birlikte yaşarsın. Bunu da hiçbir sporcu yaşamak istemez elbette.

  • Spor ve Sergi Sarayı’nı ve o atmosferi bizlere anlatabilir misiniz?

Spor ve Sergi Sarayı anlatılmaz, yaşanır. Orası döneminin mabediydi. Hatırlamak istemediğim iki şey ise içerinin soğukluğu ve maç öncesi kantin önü ısınmaları. Tost, sucuk, sosis kokusu seni afyon yutmuş gibi yapar. Bir de seyirci girişi de oradan. Her gelen sana ilişir, şakalaşmaya çalışır, feci bir şey. Ben aşağıda soyunma odaları koridorlarında ısınmaya çalışırdım. Tribünlerin sahaya yakın oluşu sporcuyu olumlu etkilerdi. Maç başladığında her şeyi unutup kendimizi oyuna verirdik. Orada çok büyük başarılar kazandık. Salonun merkezi konumu daha çok izleyicinin gelmesini sağlıyordu.

1980’li yıllarda Spor ve Sergi Sarayı’nda bir Fenerbahçe maçında tribünler. (Kaynak: https://twitter.com/PasaliBirol1907)
  • Rakip olarak da Fenerbahçe’mize karşı bir çok kez forma giydiniz. Fenerbahçe’ye karşı oynamak nasıl bir duyguydu ve neler hissediyordunuz?

Üç büyük kulüp Türkiye’de topluma mâl olmuş, halkın çok sevip teveccüh gösterdiği kulüpler. Bu kulüplerin takımlarına karşı oynarken dikkatli olacaksın, izleyiciyi tahrik etmeyeceksin. Fenerbahçe’ye karşı oynarken de yirmi beş milyonun takip ettiğini aklından çıkarmayacaksın.

  • Sizin döneminizle ve şimdiki basketbol arasındaki farklar nelerdi amatörlük ve profesyonellik anlamında? O dönemki kulüpçülük ruhu nasıldı?

O zamanlar gerçekten forma aşkı vardı. Amatör ruh ön plandaydı. Takım, kişilerin üstündeydi. Birçok kulüpte antrenörler para almadan çalışırlardı. Bu işi sevdikleri için üstlenirlerdi. Keza oyuncular için de aynısı geçerli. Müessese takımlarının çoğalmasıyla amatör ruh bitti. Tamamen profesyonelleşti ve elbette başarı ivmesi de yakalandı, bu yadsınamaz. Şimdiki basketbolda hız arttı, fizik güç yükseldi, şut yüzdeleri ve topla oynama temel bilgileri çok gelişti. Eskiden otuz saniye sette topu çevir, post & pivot rotasyonu, içeri dışarı pas, hepsi bu. Bir de kırk dakika boyunca alan savunması. Ne kadar çirkin, vallahi yine iyi seyirci geliyormuş.

  • Sizin de bildiğiniz gibi Fenerbahçe son on beş yılda büyük bir atılım yaparak EuroLeague kupasını müzemize taşıdı ve Avrupa’nın devlerinden biri haline geldi. Takımımızın bu sezonki sürecini, durumunu ve genel performansını nasıl görüyorsunuz?

Fenerbahçe Beko basketbol takımının yıldızı koç Obradovic döneminde parlamaya başladı. 2013 sezonunda lig şampiyonluğu ve Cumhurbaşkanlığı kupası kazanıldı. 2014’te Fenerbahçe tarih yazdı ve Euroleague Final Four’a yükseldi. Koç sadece takımın başarısını ve muhteşem Fenerbahçe taraftarının gönlünü hoş etmeyi hedefledi. Disiplinli ve ser mizacı ile takımını yalnızca rakibe karşı konsantre etmeye ve galibiyete yönlendirdi. 2017’de Obradovic Fenerbahçe ile Türk basketbol tarihinde ilk Euroleague şampiyonluğunu kazandı. Bir yıl sonra yine final oynadı. İnsanın adeta başı dönüyor.

Obradovic’ten sonra gelen Kokoskov maalesef Fenerbahçe’ye hiçbir şey katmadığı gibi çok şey kaybettirdi. Lale devrine girildi, sporcular rehavete kapıldı ve bu gidişe dur denildi. Yerine gelen Yugoslav ekolünden Djordjevic umarım Obradovic’in bıraktığı yerden devam eder. Oyunculuğunda kendisini hayranlıkla izledik. Ancak şu anda Fenerbahçe Euroleague’de 13. Sırada. Umarım bir an önce toparlanıp hak ettiği yere gelir.

  • Son olarak biz Fenerbahçe taraftarlarına mesajınız nedir Mehmet ağabey?

Tüm Fenerbahçe camiasına sevgi ve selamlarımı iletiyorum. Fenerbahçe forması giydiğim için gurur duyuyorum.

Serdar Gürel arşivinden, 1981 yılı, Milli Takım’da 11 numaralı formasıyla Mehmet Döğüşgen (Kaynak: https://twitter.com/SporSergi)

Yorum bırakın